Konu Başlığı: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:38 Ağaca Asılan Zekât Parası
Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslüman’ın günlerce dolaşıp yıllık zekâtını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını. Bunun üzerine zekâtının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de: "Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekâtımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını..Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını… Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:39 Fatih İle Napolyon Arasındaki Fark
Adı dünya tarihindeki büyük kumandanlar arasında anılan Napolyon Bonapart'a, Saint Helena adasında hapis bulunduğu sırada "Kimler büyük adamdır?" diye sormaları üzerine Bonapart'ın Fatih Sultan Mehmed'den bahsederek: "Büyüklükte ben onun çırağı bile olamam. 'Niçin?' derseniz, bana pek acı gelen bir gerçeği açıklamam icap eder ki o da şudur.. Ben kılıçla fethettiğim yerleri, hayatta iken geri vermiş bir bedbahtım. O ise, fethettiği yerleri nesilden nesile intikal ettirmenin sırrına ermiş bir bahtiyardır" diyerek bir hakikati ortaya koyduğunu.... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:40 Ecdadımız Yüz Akımız
Altı asır gibi uzun bir süre üç kıtada hükmünü yürüten ecdadımızın medeniyet mirasını inceleyip araştırmadan içte ve dıştaki bazı gafil ve hainlerin ona, "emperyalist" yaftasını yapıştırarak mahkum etmeye çalışmalarına mukabil, Macaristan İlimler Akademisi tarafından ortaya çıkartılıp yayınlanan bir belgede belirtildiğine göre, Osmanlı Devleti'nin Macaristan'da hakim olduğu devirlerde, Macar halkından yılda 7 milyon akçe 21 milyon vergi toplayıp, buna karşılık aynı yıl Macaristan'a 21 milyon akçe yatırım yaptığını... Ecdadımızın Silinmez İzleri Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:40 1976 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen'in bir ara söze: "Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisidir" diye başlaması üzerine: “Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:"No... Sör... Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlılar'ın 1800’lü yılların sonunda yaptığıdır" diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini (Apuhan, Recep Şükrü; Ruhumda Darp İzi Var, Timaş İst.1990, s. 41)
Avrupa'da Akıncı Korkusu Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:43 1534 yılında Viyana'daki St. Stephen Katedrali'nde. Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memuriyetin ihdas edildiğini ve bu memuriyetin ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisince. Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur" diye bir karar alınarak iptal edildiğini... (Refik, İbrahim; 'Akıncı Millet" Sızıntı, sayı: 143, Aralık/1991 s. 479)
Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:43 Pasaport Farkı
Şanlı Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından sonra, son derece üzgün ihtiyar bir Ürdünlünün, elindeki yeni Ürdün pasaportuyla İsviçre sefaretine giderek: "Herkes bu pasaportla alay ediyor Eskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. Ben Osmanlı teb'asıyım ne olur bunu değiştirin" diye sefaret yetkililerine yalvardığını… (Apuhan, Recep Şükrü; Batının Darağacında İsyan, Timaş, İst. 1989, s.100 Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:44 Hacizli Cenaze
Son Osmanlı Padişahı Sultan VI. Mehmed Vahdeddin Han'a, ""Altıncı Mehmed sözündeki ""Altıncı kelimesinden kinaye olarak ""Altın seven adam manası çıkartılarak ithamlarda bulunulduğu . . . Halbuki Sultan Vahdeddin Han'ın, hayatının tehlikeye girmesinden dolayı memleketinden ayrılmak zorunda kaldığında şahsi mirası mahiyetinde babasından intikal eden bütün serveti beraberinde götürme imkanı varken, dasitani bir namusluluk örneği göstererek bu serveti Hazine-i Hümayun'a gönderdiğini... İtalya'da geçirdiği fakr -u zururet içindeki bir hayattan sonra 1926 yılında San Remo'da vefat ettiği zaman 120 000 lira borcu kaldığı için alacaklıları tarafından tabutuna haciz konuduğunu . . . Tahnit edilmiş cesedinin, kızı Sabiha Sultan'ın bu parayı binbir güçlükle temin etmesinden sonra Şam 'a naklolunarak Yavuz Sultan Selim Camii avlusuna defnedildiğini. .. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:45 Alparslan' ın Göz Yaşları
Malazgirt zaferi ile Anadolu kapılarını Türklere açan Büyük Kumandan Alparslan' ın saray mutfağında hergün elli koyun veya keçi kesilerek fakirlere dağıtıldığını. Sultan'ın divanında sayılamayacak kadar çok fakir kimselerin isimlerinin kayıtlı olup bunlara muntazaman maaşlarının verildiğini. O Koca Sultan'ın bazen tevafuk eseri hasta ve fakir bir kimseyi gördüğü zaman son derece hassasiyete kapılarak teessüründen ağlayıp derhal yardımına koştuğunu... (El Mevdudi, Ebu'l Ala; Selçuklular Tarihi, s. 257) Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:46 Bizde onlara yaklaşıyoruz
Sultan Alparslan 27.000 askeriyle Bizans topraklrında ilerlerken keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla -“300.000 kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor” der. Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der: -“Bizde onlara yaklaşıyoruz”. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:47 Halkını Düşünen Gerçek Devlet Adamı
Okkası 30 paraya satılan ekmeğin fiyatına 10 paralık bir zam yapmak isteyen fırıncıları huzuruna çağıran müşfik sultan Abdülhamid Han'ın onlara: Siz yine ekmeği 30 paraya satmaya devam edin. Sattığınız her ekmek için istediğiniz 10 parayı ben vereceğim. Çünkü bir memlekette ekmek fiyatına zam yapılırsa, bunu bütün zaruri ihtiyaçların pahalılaşması gibi bir hareket kovalar ki, halkımız bundan büyük ızdırap çeker" diyerek, halkını gerçek manada düşünen bir devlet adamlığı örneği sergilediğini Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:48 Ha gayret...
"Değişimi kavrayamıyorlar ... Gün gelecek, tarih sayfaları, AB'ye gireceğimize inanmayanları utandıracak" diyorlar. Haklılar. Sene 1963... İsmet İnönü Başbakan. Ecevit, Çalışma Bakanı. Cemal Gürsel, Cumhurbaşkanı. Talat Aydemir, darbe yapmaya kalktığı için, tutuklu. Alpaslan Türkeş, sürülmüştü, yurda döndü. Adalet Partisi Genel Başkanı, Gümüşpala... (Bir not: Adalet Partisi Milletvekili Kadri Eroğan, Meclis'teki plan bütçe görüşmelerinde, "vatandaş plan değil, pilav istiyor" dedi...) De Gaulle, Fransa'nın başında. Makarios, Kıbrıs Cumhurbaşkanı; Papadopulos terörist... Komşu karıştı; Baas, Irak'ta yönetime el koydu. Martin Luther King yaşıyor. Doğu Almanya var. Çünkü Berlin Duvarı var. ABD Başkanı Kennedy... Kruşçev, SSCB Başkanı. Polonya, komünist. 27 Mayıs, "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" ilan edildi. Pehlevi, İran şahı. İsmet İnönü, "Kürt sorunu tehlike değil" dedi. Irak ordusundan kaçan Molla Barzani'nin aşireti, Hakkari'den sınırı geçerek, Türkiye'ye sığındı. Türkiye de, ABD'ye sığındı, 917 milyon lira borç aldı. Kastamonu Şeker Fabrikası açıldı. Bir tanker, Boğaz'da yalıya çarptı. Kar, Beytüşşebap yolunu kapattı. Adana Pozantı yolunun 42'nci kilometresinde bakım onarım çalışması var. Sülün Osman, hapiste. Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğu'na aday oldu. Eksiklerini tamamlaması için Türkiye'ye 6 yıl süre verildi. Uyum yasaları çıkarılacak. Sene 2006... İsmet İnönü öldü. Oğlu bile bıraktı. Arada, Ürgüplü geldi, Demirel 7 defa geldi, Erim 2 defa geldi, Melen geldi, Talu geldi, Ecevit 6 defa geldi, Irmak geldi, Ulusu geldi, Özal 2 defa geldi, gülmeyin, Akbulut geldi, Yılmaz 3 defa geldi, Çiller de 3 defa geldi, Erbakan geldi, Gül geldi. Bülent Ecevit'i gömdük geçen ay. Cemal Gürsel öldü, Sunay öldü, Korutürk öldü, Evren bıraktı, Özal öldü, Demirel bıraktı. Talat Aydemir asıldı. Üstüne 3 darbe daha oldu. Onlar asılmadı. Türkeş öldü. Gümüşpala da öldü. Yerine geçen "genç lider" Demirel bıraktı, 82 yaşında. (Bir not: Adalet Partisi Milletvekili Kadri Eroğan haklı çıktı, vatandaş pilav istediği için, seçimden önce pirinç dağıtıyorlar kapı kapı...) De Gaulle sizlere ömür. Makarios öldü; Papadopulos, Kıbrıs Cumhurbaşkanı. ABD, Baas'a el koydu, bize komşu oldu. Martin Luther King'i vurdular. Doğu Almanya yok, çünkü Berlin Duvarı yıkıldı. Kennedy'i de vurdular; ardından, Johnson öldü, Nixon öldü, Ford bıraktı, Carter bıraktı, Reagan'ı da vurdular, ölmedi, kendi kendine öldü, Bush bıraktı, Clinton bıraktı, Bush'un oğlu bile bırakmak üzere... Kruşçev öldü. Brejnev yok, Andropov yok, Çernenko yok, Gorbaçov yok. SSCB zaten yok. Yeltsin bile yok. Polonya, solculuğu bıraktı, bizim sağcıları solladı, AB üyesi oldu. 27 Mayıs bayram değil. Şah, mat... Humeyni bile öldü. İsmet İnönü tehlikeli şekilde yanıldı, şimdilik 30 bin ölü var. Molla Barzani öldü. Oğlunun, kendisini "Kürdistan Başbakanı" ilan ettiğini göremedi. Ama pek bir şey kaybetmedi... Talabani'nin Cumhurbaşkanı olduğunu görseydi, zaten "öleyim daha iyi" derdi. Türkiye, Corc'un borcuna sığınmaya devam ediyor, fatura 300 milyar dolarcık... Amerikan şekeri için özel kanun çıkarılıyor, Kastamonu Şeker Fabrikası kapanmak üzere. Bir tanker, Marmaray'a çarptı. Kar, Beytüşşebap yolunu kapatmayı sürdürüyor. Adana Pozantı yolunun 43'üncü kilometresinde bakım onarım çalışması var. 42 halloldu. Sülün Osman, bu gördüklerimizden sonra, çok efendi adammış... Avrupa Ekonomik Topluluğu yok, Avrupa Birliği oldu. Ona adayız bu sefer. Eksiklerimizi tamamlamak için 16 yıl süre verildi. Uyum yasaları çıkaracağız. Sene 2023... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:52 BİLGE KAĞAN YAZITI
Doğu Yüzü: Tanrı gibi Tanrı yaratmış Türk Bilge Kağanı, sözüm: Babam Türk Bilge Kağanı ... Sir, Dokuz Oğuz, İki Ediz çadırlı beyleri, milleti ... Türk tanrısı ... üzerinde kagan oturdum. Oturduğumda ölecek gibi düşünen Türk beyleri, milleti memnun olup sevinip, yere dikilmiş gözü yukarı baktı. Bu zamanda kendim oturup bunca ağır töreyi dört taraftaki ... dim. Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini, töresini tutu vermiş, düzene soku vermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye dik çöktürmüş. Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demir Kapıya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilâtsız Gök Türk'ü düzene sokarak öylece oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku bilgili imiş tabiî, Cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî. İli tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece vefât etmiş. Yasçı, ağlayıcı, doğuda gün doğusundan Bökli Çöllü halk, Çin, Tibet, Avar, Bizans, Kırgız, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı, bunca millet gelip ağlamış, yas tutmuş. Öyle ünlü kağan imiş. Ondan sonra küçük kardeşi kağan olmuş tabiî, oğulları kağan olmuş tabiî. Ondan sonra küçük kardeşi büyük kardeşi gibi kılınmamış olacak, oğlu babası gibi kılınmamış olacak. Bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruku da bilgisizmiş tabiî, kötü imiş tabiî. Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, aldatıcı olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirttiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evlâdını kul kıldı, hanımlık kız evlâdını cariye kıldı. Türk beyler Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutarak, Çin kağanına itaat etmiş. Elli yıl işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli kağana kadar ordu sevk edi vermiş. Batıda Demir Kapıya ordu sevk edi vermiş. Çin kağanına ilini, töresini alı vermiş. Türk halk kitlesi şöyle demiş: İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum der imiş. Kağanlı millet idim, kağanım hani, ne kağana işi, gücü veriyorum der imiş. Öyle diyip Çin kağanına düşman olmuş. Düşman olup, kendisini tanzim ve tertip edemediğinden, yine tâbi olmuş. Bunca işi, gücü vermediğini düşünmeden, Türk milletini öldüreyim, kökünü kurutayım der imiş. Yok olmaya gidiyormuş. Yukarıda Türk Tanrısı, mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiştir. Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye, babam İltiriş kağanı, annem İlbilge Hatun'u göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır. Babam kağan on yedi erle dışarı çıkmış. Dışarı yürüyor diye ses işitip şehirdeki dağa çıkmış, dağdaki inmiş. Toplanıp yetmiş er olmuş. Tanrı kuvvet verdiği için, babam kağanın askeri kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş. Doğuya batıya asker sevk edip toplamış, yığmış. Hepsi yedi yüz er olmuş. Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, Türk töresini bırakmış milleti, ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş. Tölis, Tarduş milletini orda tanzim etmiş. Yabguyu, şadı orda vermiş. Güneyde Çin milleti düşman imiş. Kuzeyde Baz Kağan, Dokuz Oğuz kavmi düşman imiş. Kırgız, Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı hep düşman imiş. Babam kağan bunca .... kırk yedi defa ordu sevk etmiş, yirmi savaş yapmış. Tanrı lûtfettiği için illiyi ilsizletmiş, kağanlıyı kağansızlatmış, dizliye diz çöktürmüş, başlıya baş eğdirmiş. Babam kağan öylece ili, töreyi kazanıp, uçup gitmiş. Babam kağan için ilkin Baz kağanı balbal olarak dikmiş. Babam kağan uçtuğunda kendim sekiz yaşında kaldım. O töre üzerine amcam kağan oturdu. Oturarak Türk milletini tekrar tanzim etti, tekrar besledi. Fakiri zengin kıldı, azı çok kıldı. Amcam kağan oturduğunda kendim prens ... Tanrı buyurduğu için ondört yaşımda Tarduş milleti üzerine şad oturdum. Amcam kağan ile doğuda Yeşil Nehir'e, Şantung ovasına kadar ordu sevk ettik. Batıda Demir Kapı'ya kadar ordu sevk ettik. Kögmen'i aşarak Kırgız ülkesine kadar ordu sevk ettik. Yekun olarak yirmi beş defa ordu sevk ettik, on üç defa savaştık. İlliyi ilsizleştirdik, kağanlıyı kağansızlaştırdık. Dizliye diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik. Türgiş kağanı Türk'üm, milletim idi. Bilmediği için, bize karşı yanlış hareket ettiği, ihanet ettiği için kağanı öldü, buyruku, beyleri de öldü. On Ok kavmi eziyet gördü. Ecdadımızın tutmuş olduğu yer, su sahipsiz kalmasın diye Az milletini tanzim ve tertip edip ... Bars bey idi. Kağan adını burda biz verdik. Kız kardeşim prensesi verdik. Kendisi ihanet etti, kağanı öldü, milleti cariye, kul oldu. Kögmen'in yeri, suyu sahipsiz kalmasın diye Az, Kırgız milletini tanzim ve tertip edip geldik. Savaştık ... ilini geri verdik. Doğuda Kadırkan ormanını aşarak milleti öyle kondurduk, öyle düzene soktuk. Batıda Kengü Tarbana kadar Türk milletini öyle kondurduk, öyle düzene soktuk. O zamanda kul kullu, cariye cariyeli olmuştu. Küçük kardeş büyük kardeşini bilmezdi, oğlu babasını bilmezdi. Öyle kazanılmış, öyle düzene sokulmuş ilimiz, töremiz vardı. Türk, Oğuz beyleri, milleti işit: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilecekti? Türk milleti, vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan kağanına, hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hâle soktun. Silâhlı nereden gelip dağıtarak gönderdi? Mızraklı nereden gelerek sürüp gönderdi? Mukaddes Ötüken ormanının milleti, gittin! Doğuya giden, gittin! Batıya giden, gittin! Gittiğin yerde hayrın şu olmalı: Kanın nehir gibi koştu. Kemiğin dağ gibi yattı. Beylik erkek evlâdını kul kıldın. Hanımlık kız evlâdını cariye kıldın. O bilmemenden dolayı, kötülüğün yüzünden amcam kağan uçup gitti. Önce Kırgız kağanını balbal olarak diktim. Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, babam kağanı, annem hatunu yükselten Tanrı, il veren Tanrı, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, kendimi o Tanrı kağan oturttu tabiî. Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İçte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan millet üzerine oturdum. Küçük kardeşim Kül Tigin, iki şad, küçük kardeşim Kül Tigin ile konuştuk. Babamızın, amcamızın kazanmış olduğu milletin adı sanı yok olmasın diye Türk milleti için gece uyuyamadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile, iki şad ile öle yite kazandım. Öyle kazanıp bütün milleti ateş, su kılmadım. Ben kendim kağan oturduğumdan her yere gitmiş olan millet yaya olarak, çıplak olarak, öle yite geri geldi. Milleti besleyeyim diye kuzeyde Oğuz kavmine doğru; doğuda Kıtay, Tatabı kavmine doğru; güneyde Çine doğru on iki defa ordu sevk ettim ... savaştım. Ondan sonra Tanrı buyurduğu için, devletim, kısmetim var olduğu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli kıldım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Değerli illiden, değerli kağanlıdan daha iyi kıldım. Dört taraftaki milleti hep tâbi kıldım, düşmansız kıldım. Hep bana itaat etti. Onyedi yaşımda Tanguta doğru ordu sevk ettim. Tangut milletini bozdum. Oğlunu, karısını, at sürüsünü, servetini orda aldım. Onsekiz yaşımda Altı Çub Soğdaka doğru ordu sevk ettim. Milleti orda bozdum. Çinli Ong vali, elli bin asker geldi. Iduk Başta savaştım. O orduyu orda yok ettim. Yirmi yaşımda, Basmıl Iduk Kut soyumdan olan kavim idi, kervan göndermiyor diye ordu sevk ettim. K ... m tâbi kıldım, malını çevirip getirdim. Yirmi iki yaşımda Çin'e doğru ordu sevk ettim. Çaça general, seksen bin asker ile savaştım. Askerini orda öldürdüm. Yirmi altı yaşımda Çik kavmi Kırgız ile beraber düşman oldu. Kemi geçerek Çike doğru ordu sevk ettim. Örpende savaştım. Askerini mızrakladım. Az milletini aldım ... tâbi kıldım. Yirmi yedi yaşımda Kırgız'a doğru ordu sevk ettim. Mızrak batımı karı söküp, Kögmen ormanını aşarak yürüyüp Kırgız kavmini uykuda bastım. Kağanı ile Songa ormanında savaştım. Kağanını öldürdüm, ilini orda aldım. O yılda Türgiş'e doğru Altın ormanını aşarak İrtiş nehrini geçip yürüdüm. Türgiş kavmini uykuda bastım. Türgiş kağanının ordusu ateş gibi, fırtına gibi geldi. Bolçu'da savaştık. Kağanını, yabgusunu, şadını orda öldürdüm. İlini orda aldım. Otuz yaşımda Beş Balıka doğru ordu sevk ettim. Altı defa savaştım ... askerini hep öldürdüm. Onun içindeki ne kadar insan ... yok olacaktı ... çağırmak için geldi. Beş Balık onun için kurtuldu. Otuzbir yaşımda Karluk milleti sıkıntısız, hür ve serbest iken, düşman oldu. Tamag Iduk Başta savaştım. Karluk milletini öldürdüm, orda aldım ... Basmıl kara ... Karluk milleti toplanıp geldi ... m, öldürdüm. Dokuz Oğuz benim milletim idi. Gök, yer bulandığı için, ödüne kıskançlık değdiği için düşman oldu. Bir yılda dört defa savaştım: En önce Togu Balık!ta savaştım. Togla nehrini yüzdürerek geçip ordusu ... İkinci olarak Andırgu'da savaştım. Askerini mızrakladım ... Üçüncü olarak Çuş başında savaştım. Türk milleti ayak titretti, perişan olacaktı. İlerleyip yayarak gelen ordusunu püskürttüm. Çok ölecek orda dirildi. Orda Tongra yiğiti bir boyu Tonga Tigin mateminde çevirip vurdum. Dördüncü olarak Ezginti Kadız'da savaştım. Askerini orda mızrakladım, yıprattım ...yıprat ... Otuziki yaşımda Amgı kalesinde kışladıkta kıtlık oldu. İlk baharında Oğuz'a doğru ordu sevk ettim. İlk ordu dışarı çıkmıştı, ikinci ordu merkezde idi. Üç Oğuz ordusu basıp geldi. Yaya, kötü oldu diyip yenmek için geldi. Bir kısım ordusu evi barkı yağma etmek için gitti, bir kısım ordusu savaşmak için geldi. Biz az idik, kötü durumda idik. Oğuz ... düşman ... Tanrı kuvvet verdiği için orda mızrakladım, dağıttım. Tanrı bahşettiği için, ben kazandığım için Türk milleti kazanmıştır. Ben küçük kardeşimle beraber böyle başa geçip kazanmasam Türk milleti ölecekti, yok olacaktı. Türk beyleri, milleti, böyle düşünün, böyle bilin! Oğuz kavmi ... göndermeden, diye ordu sevk ettim. Evini barkını bozdum. Oğuz kavmi Dokuz Tatar ile toplanıp geldi. Aguda iki büyük savaş yaptım. Ordusunu bozdum. İlini orda aldım. Öyle kazanıp ... Tanrı buyurduğu için otuzüç yaşımda ... idi. Seçkin, muhterem, güç beslemiş olan, kahraman kağanına ihanet etti. Üstte Tanrı, mukaddes yer, su, amcam kağanın devleti kabul etmedi olacak. Dokuz Oğuz kavmi yerini, suyunu terk edip Çin'e doğru gitti. Çin ... bu yere geldi. Besleyeyim diye düşünüp ... millet .... suçla ... güneyde Çin'de adı sanı yok oldu. Bu yerde bana kul oldu. Ben kendim kağan oturduğum için Türk milletini ... kılmadım. İli, töreyi çok iyi kazandım ... toplanıp ... orda savaştım. Askerini mızrakladım. Teslim olan teslim oldu, millet oldu; Ölen öldü. Selengadan aşağıya yürüyerek Kargan vâdisinde evini, barkını orda bozdum ... ormana çıktı. Uygur valisi yüz kadar askerle doğuya kaçıp gitti ...... Türk milleti aç idi. O at sürüsünü alıp besledim. Otuz dört yaşımda Oğuz kaçıp Çin'e girdi. Eseflenip ordu sevk ettim. Hiddetle .., oğlunu, karısını orda aldım. İki valili millet ..... Tatabı milleti Çin kağanına itaat etti. Elçisi, iyi sözü, niyazı gelmiyor diye yazın ordu sevk ettim. Milleti orda bozdum. At sürüsünü ... askeri toplanıp geldi. Kadırkan ormanına kon ... yerine doğru, suyuna doşru kondu. Güneyde Karluk milletine doşru ordu sevk et diyip Tudun Yamtarı gönderdim, gitti ... Karluk valisi yok olmuş, küçük kardeşi bir kaleye ... kervanı koşmadı. Onu korkutayım diyip ordu sevk ettim. Koruyucu iki üç kişi ile beraber kaçıp gitti. Halk kütlesi kağanım geldi diyip övdü ... ad verdim. Küçük adlı ... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:52 Güneydoğu Yüzü:
.... Gök Öngü çiğneyerek ordu yürüyüp, gece ve gündüz yedi zamanda susuzu geçtim. Çorağa ulaşıp yağmacı askeri ... Keçine kadar ... Güney Yüzü: ... Çin süvarisini, on yedi bin askeri ilk gün öldürdüm. Piyadesini ikinci gün hep öldürdüm. Bi ... aşıp vard ... defa ordu sevk ettim. Otuzsekiz yaşımda kışın Kıtay'a doğru ordu sevk ettim ... Otuz dokuz yaşımda ilk baharda Tatabı'ya doğru ordu sevk ettim.... ben ... öldürdüm. Oğlunu, karısını, at sürüsünü, servetini ... millet... karısını yok kıldım....... savaştım. ... verdim. Kahraman erini öldürüp balbal kılı verdim. Elli yaşımda Tatabı milleti Kıtaydan ayrıldı. ... lker dağına ... Ku general kumandasında kırk bin asker geldi. Töngkes dağında hücum edip vurdum. Otuz bin askeri öldürdüm. On bin ... ise ... öktüm. Tatabı .... öldürdü. Büyük oğlum hastalanıp yok olunca Ku'yu, generali balbal olarak diki verdim. Ben on dokuz yıl şad olarak oturdum, on dokuz yıl kağan olarak oturdum, il tuttum. Otuz bir ... Türk'üm için, milletim için iyisini öylece kazanı verdim. Bu kadar kazanıp babam kağan köpek yılı, onuncu ay, yirmi altıda uçup gitti. Domuz yılı, beşinci ay, yirmi yedide yas töreni yaptırdım. Bukağ vali ... babası Lisün Tay generalin başkanlığında beş yüz yiğit geldi. Kokuluk .... altın, gümüş fazla fazla getirdi. Yas töreni kokusunu getirip diki verdi. Sandal ağacı getirip öz ... Bunca millet saçını, kulağını ... kesti. İyi binek atını, kara samurunu, mavi sincabını sayısız getirip hep bıraktı. Tanrı gibi Tanrı yaratmış Türk Bilge Kağanı, sözüm: Babam Türk Bilge Kağan'ı oturduğunda şimdiki Türk beyleri, sonra Tarduş beyleri; Kül Çor başta olarak, arkasından şadpıt beyleri; önde Tölis beyleri; Apa Tarkan başta olarak, arkasından şadpıt beyleri; bu ... Taman Tarkan, Tonyukuk Boyla Baga Tarkan ve buyruk ... iç buyruk; Sebig Kül İrkin başta olarak, arkasından buyruk; bunca şimdiki beyler, babam kağana fevkalâde fevkalâde çok iltica etti ... Türk beylerini, milletini fevkalâde çok yüceltti, övdü ... babam kağan ... ağır taşı, kalın ağacı Türk beyleri, milleti ... Kendime bunca ... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:53 Kuzey Yüzü:
Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit. Bilhassa küçük kardeş yeğenim, oğlum, bütün soyum, milletim, güneydeki Şadpıt beyleri, kuzeydeki Tarkat, Buyruk beyleri, Otuz Tatar, ... Dokuz Oğuz beyleri, milleti! Bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinle: Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki millet hep bana tâbidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk kağanı Ötüken ormanında otursa ilde sıkıntı yoktur. Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı. Güneyde Dokuz Ersin'e kadar ordu sevk ettim, Tibet'e ulaşmama az kaldı. Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapıya kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku yerine kadar ordu sevk ettim. Bunca yere kadar yürüttüm. Ötüken ormanından iyisi hiç yokmuş. İl tutacak yer Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği, ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor. Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa kabilesine, milletine, akrabasına kadar barındırmaz imiş. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk milleti, öleceksin! Orda kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir diyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına varıp, çok insan öldün! O yere doğru gidersen Türk milleti, öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiç bir sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın. Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Acıksan tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin. Orda, geri kalanınla, her yere zayıflayarak ölerek yürüyordun. Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum için kağan oturdum. Kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Yoksa bu sözümde yalan var mı? Türk beyleri, milleti, bunu işitin! Türk milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Yanılıp öleceğini yine burda vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin. Şimdiki Türk milleti, beyleri, bu zamanda itaat eden beyler olarak mı yanılacaksınız? Babam kağan, amcam kağan oturduğunda dört taraftaki milleti nasıl düzene sokmuş ... Tanrı buyurduğu için kendim oturduğumda dört taraftaki milleti düzene soktum ve tertipledim ... kıldım. ... Türgiş kağanına kızımı ... fevkalâde büyük törenle alı verdim. Türgiş kağanının kızını fevkalâde büyük törenle oğluma alıverdim ... fevkalâde büyük törenle alı verdim ... yaptırdım ... başlıya baş eğdirdim, dizliye diz çöktürdüm. Üstte Tanrı, altta yer bahşettiği için gözle görülmeyen, kulakla işitilmeyen milletimi doğuda gün doğusuna, güneyde ... batıda ... Sarı altınını, beyaz gümüşünü, kenarlı ipeğini, ipekli kumaşını, binek atını, aygırını, kara samurunu, mavi sincabını Türk'üme, milletime kazanı verdim, tanzim edi verdim ... kedersiz kıldım. Üstte Tanrı kudretli ... Türk beylerini, milletini ... besleyin, zahmet çektirmeyin, incitmeyin! ... benim Türk beylerim, Türk milletim,... kazanıp ... bu ... bu kağanından, bu beylerinden ... suyundan ayrılmazsan, Türk milleti, kendin iyilik göreceksin, evine gireceksin, dertsiz olacaksın. ... Ondan sonra Çin kağanından resimciyi hep getirttim. Benim sözümü kırmadı, maiyetindeki resimciyi gönderdi. Ona bambaşka türbe yaptırdım. İçine dışına bambaşka resim vurdurdum. Taş yontturdum. Gönüldeki sözümü vurdurdum ... On Ok oğluna, yabancına kadar bunu görüp bilin! Ebedî taş yontturdum ... yontturdum, yazdırdım. ... O taş türbesini ... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:55 Batı Yüzü:
... üstte ... Bilge Kağan uçtu. Yaz olsa, üstte gök davulu gürler gibi, öylece ve dağda yabani geyik gürlese, öylece mateme gark oluyorum. Babam kağanın taşını kendim kağan ...... Güneybatı Yüzü: Bilge Kağan kitâbesini Yollug Tigin, yazdım. Bunca türbeyi, resimi, sanatı ... kağanın yeğeni Yollug Tigin ben bir ay dört gün oturup yazdım, resimledim Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:55 KÖL TİGİN (KÜL TİGİN) YAZITI
Güney Yüzü: Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit. Bilhassa küçük kardeş yeğenim, oğlum, bütün soyum, milletim, güneydeki Şadpıt beyleri, kuzeydeki Tarkat, Buyruk beyleri, Otuz Tatar ........... Dokuz Oğuz beyleri, milleti! Bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinle: Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki millet hep bana tâbidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk kağanı Ötüken ormanında otursa ilde sıkıntı yoktur. Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı. Güneyde Dokuz Ersin'e kadar ordu sevk ettim, Tibet'e ulaşmama az kaldı. Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapı'ya kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku yerine kadar ordu sevk ettim. Bunca yere kadar yürüttüm. Ötüken ormanından daha iyisi hiç yokmuş. İl tutacak yer Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor. Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk milleti, öleceksin! Orda kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir diyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına gidip, çok insan, öldün! O yere doğru gidersen, Türk milleti öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiç bir sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın. Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için, beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin. Orda, geri kalanınla her yere hep zayıflayarak, ölerek yürüyordun. Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum için, kağan oturdum. Kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Yoksa, bu sözümde yalan var mı? Türk beyleri, milleti, bunu işitin! Türk milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Yanılıp öleceğini yine burda vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin. Şimdiki Türk milleti, beyleri, bu zamanda itaat eden beyler olarak mı yanılacaksınız? Ben ebedî taş yontturdum .... Çin kağanından resimci getirdim, resimlettim. Benim sözümü kırmadı. Çin kağanının maiyetindeki resimciyi gönderdi. Ona bambaşka türbe yaptırdım. İçine dışına bambaşka resim vurdurdum. Taş yontturdum. Gönüldeki sözümü vurdurdum ... On Ok oğluna, yabancına kadar bunu görüp bilin. Ebedî taş yontturdum ... İl ise, şöyle daha erişilir yerde ise, işte öyle erişilir yerde ebedî taş yontturdum, yazdırdım. Onu görüp öyle bilin. Şu taş .... dım. Bu yazıyı yazan yeğeni Yollug Tigin. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 20:58 Doğu Yüzü:
Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutuvermiş, düzenleyi vermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demir Kapı'ya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilâtsız Göktürk öylece oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku yine bilgili imiş tabiî, cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî. İli tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece vefat etmiş. Yasçı, ağlayıcı, doğuda gün doğusundan Bökli Çöllü halk, Çin, Tibet, Avar, Bizans, Kırgız, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı, bunca millet gelip ağlamış, yas tutmuş. Öyle ünlü kağan imiş. Ondan sonra küçük kardeşi kağan olmuş tabiî, oğulları kağan olmuş tabiî. Ondan sonra küçük kardeşi büyük kardeşi gibi kılınmamış olacak, şğlu babası gibi kılınmamış olacak. Bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruku da bilgisizmiş tabiî, kötü imiş tabiî. Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirdiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedi vermiş. Çin milletine beylik erkek evladı kul oldu, hanımlık kız evlâdı cariye oldu. Türk beyler Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutup, Çin kağanına itaat etmiş. Elli yıl işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli kağana kadar ordu sevk edi vermiş. Batıda Demir Kapıya kadar ordu sevk edi vermiş. Çin kağanına ilini, töresini alı vermiş. Türk halk kitlesi şöyle demiş: İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum der imiş. Kağanlı millet idim, kağanım hani, ne kağana işi gücü veriyorum der imiş. Öyle diyip Çin kağanına düşman olmuş. Düşman olup, kendisini tanzim ve tertip edemediğinden yine teslim olmuş. Bunca işi gücü verdiğini düşünmeden, Türk milletini öldüreyim, kökünü kurutayım der imiş. Yok olmaya gidiyormuş. Yukarıda Türk tanrısı, Tük mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İltiriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış olacak. Babam kağan on yedi erle dışarı çıkmış. Dışarı yürüyor diye ses işitip şehirdeki dağa çıkmış, dağdaki inmiş, toplanıp yetmiş er olmuş. Tanrı kuvvet verdiği için babam kağanın askeri kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş. Doğuya, batıya asker sevk edip toplamış, yığmış. Hepsi yedi yüz er olmuş. Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, Türk töresini bırakmış milleti, ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş. Tölis, Tarduş milletini orda tanzim etmiş. Yabguyu, şadı orda vermiş. Güneyde Çin milleti düşman imiş. Kuzeyde Baz Kağan, Dokuz Oğuz kavmi düşman imiş. Kırgız, Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı hep düşman imiş. Babam kağan bunca ... Kırk yedi defa ordu sevk etmiş, yirmi savaş yapmış. Tanrı lûtfettiği için illiyi ilsizletmiş, kağanlıyı kağansızlatmış, düşmanı tâbi kılmış, dizliye diz çöktürmüş, başlıya baş eğdirmiş. Babam kağan öylece ili, töreyi kazanıp, uçup gitmiş. Babam kağan için ilkin Baz Kağanı balbal olarak dikmiş. O töre üzerine kağan oturdu. Amcam kağan oturarak Türk milletini tekrar tanzim etti, besledi. Fakiri zengin kıldı, azı çok kıldı. Amcam kağan oturduğunda kendim Tarduş milleti üzerinde şad idim. Amcam kağan ile doğuda Yeşil Nehir, Şantung ovasına kadar ordu sevk ettik. Batıda Demir Kapıya kadar ordu sevk ettik. Kögmeni aşarak Kırgız ülkesine kadar ordu sevk ettik. Yekûn olarak yirmi beş defa ordu sevk ettik, on üç defa savaştık. İlliyi ilsizleştirdik, kağanlıyı kağansızlaştırdık. Dizliye diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik. Türgiş Kağanı Türkümüz, milletimiz idi. Bilmediği için, bize karşı yanlış hareket ettiği için kağanı öldü. Buyruku, beyleri de öldü. On Ok kavmi eziyet gördü. Ecdadımızın tutmuş olduğu yer, su sahipsiz olmasın diye Az milletini tanzim ve tertip edip ... Bars bey idi. Kağan adını burda biz verdik. Küçük kız kardeşim prensesi verdik. Kendisi yanıldı, kağanı öldü, milleti cariye, kul oldu. Kögmenin yeri, suyu sahipsiz kalmasın diye Az, Kırgız kavmini düzene sokup geldik. Savaştık ... ilini geri verdik. Doğuda Kadırkan ormanını aşarak milleti öyle kondurduk, öyle düzene soktuk. Batıda Kengü Tarmana kadar Türk milletini öyle kondurduk, öyle düzene soktuk. O zamanda kul kullu olmuştu. Cariye cariyeli olmuştu. Küçük kardeş büyük kardeşini bilmezdi, oğlu babasını bilmezdi. Öyle kazanılmış, düzene sokulmuş ilimiz, töremiz vardı. Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini töreni kim boza bilecekti? Türk milleti, vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan bilgili kağanınla, hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hâle soktun. Silahlı nereden gelip dağıtarak gönderdi? Mızraklı nereden gelerek sürüp gönderdi.Mukaddes Ötüken ormanının milleti, gittin. Doğuya giden, gittin. Batıya giden, gittin. Gittiğin yerde hayrın şu olmalı: Kanın su gibi koştu, kemiğin dağ gibi yattı. Beylik erkek evlâdın kul oldu, hanımlık kız evlâdın cariye oldu. Bilmediğin için, kötülüğün yüzünden amcam, kağan uçup gitti. Önce Kırgız kağanını balbal olarak diktim. Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, babam kağanı, annem hatunu yükseltmiş olan Tanrı, il veren Tanrı, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, kendimi o Tanrı kağan oturttu tabiî. Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İşte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan milletin üzerine oturdum. Küçük kardeşim Kül Tigin ile konuştuk. Babamızın, amcamızın kazanmış olduğu milletin adı sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile, iki şad ile öle yite kazandım. Öyle kazanıp bütün milleti ateş, su kılmadım. Ben kendim kağan oturduğumda, her yere gitmiş olan millet öle yite, yaya olarak çıplak olarak dönüp geldi. Milleti besleyeyim diye, kuzeyde Oğuz kavmine doğru, doğuda Kıtay, Tatabı kavmine doğru, güneyde Çine doğru on iki defa büyük ordu sevk ettim, ... savaştım. Ondan sonra, Tanrı bağışlasın, devletim var olduğu için, kısmetim var olduğu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Değerli illiden, değerli kağanlıdan daha iyi kıldım. Dört taraftaki milleti hep tâbî kıldım, düşmansız kıldım. Hep bana itaat etti. İşi gücü veriyor. Bunca töreyi kazanıp küçük kardeşim Kül Tigin kendisi öylece vefat etti. Babam kağan uçtuğunda küçük kardeşim Kül Tigin yedi yaşında kaldı ... Umay gibi annem hatunun devletine küçük kardeşim Kül Tigin er adını aldı. On altı yaşında, amcam kağanın ilini, töresini şöyle kazandı: Altı Çub Soğdaka doğru ordu sevk ettik, bozduk. Çinli Ong vali, elli bin asker geldi, savaştık. Kül Tigin yaya olarak atılıp hücum etti. Ong valinin kayın biraderini, silâhlı, elle tuttu, silâhlı olarak kağana takdim etti. O orduyu orda yok ettik. Yirmi bir yaşında iken, Çaça generale karşı savaştık. En önce Tadıgın, Çorun boz atına binip hücum etti. O at orda öldü. İkinci olarak Işbara Yamtar'ın boz atına binip hücum etti. O at orda öldü. Üçüncü olarak Yigen Silig beyin giyimli doru atına binip hücum etti. O at orda öldü. Zırhından kaftanından yüzden fazla ok ile vurdular, yüzüne başına bir tane değdirmedi. ... Hücum ettiğini, Türk beyleri, hep bilirsiniz. O orduyu orda yok ettik. Ondan sonra Yir Bayırkunun Uluğ Irkini düşman oldu. Onu dağıtıp Türgi Yargun Gölünde bozduk. Uluğ İrkin azıcık erle kaçıp gitti. Kül Tigin yirmi altı yaşında iken Kırgıza doğru ordu sevk ettik. Mızrak batımı karı söküp, Kögmen ormanını aşarak yürüyüp Kırgız kavmini uykuda bastık. Kağanı ile Songa ormanında savaştık. Kül Tigin, Bayırku'nun ak aygırına binip atılarak hücum etti. Bir eri ok ile vurdu, iki eri kovalayıp takip ederek mızrakladı. O hücum ettiğinde, Bayırku'nun ak aygırını, uyluğunu kırarak, vurdular. Kırgız kağanını öldürdük, ilini aldık.O yılda Türgiş'e doğru Altın ormanını aşarak, İrtiş nehrini geçerek yürüdük. Türgiş kavmini uykuda bastık. Türgiş kağanının ordusu Bolçu'da ateş gibi, fırtına gibi geldi. Savaştık. Kül Tigin alnı beyaz boz ata binip hücum etti. Alnı beyaz boz ...... tutturdu. İkisini kendisi yakalattı. Ondan sonra tekrar girip Türgiş kağanının buyruku Az valisini elle tuttu. Kağanını orda öldürdük, ilini aldık. Türgiş avam halkı hep tâbi oldu. O kavmi Tabarda kondurduk ... Soğd milletini düzene sokayım diye İnci nehrini geçerek Demir Kapıya kadar ordu sevk ettik. Ondan sonra Türgiş avam halkı düşman olmuş. Kengeris'e doğru gitti. Bizim askerin atı zayıf, azığı yok idi. Kötü kimse er ... kahraman er bize hücum etmişti. Öyle bir zamanda pişman olup Kül Tigini az erle eriştirip gönderdik. Büyük savaş savaşmış. Türgiş avam halkını orda öldürmüş, yenmiş. Tekrar yürüyüp... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:00 Kuzey Yüzü:
... ile, Koşu vali ile savaşmış. Askerini hep öldürmüş. Evini, malını eksiksiz hep getirdi. Kül Tigin yirmi yedi yaşına gelince Karluk kavmi hür ve müstakil iken düşman oldu. Tamag Iduk Başta savaştık. Kül Tigin o savaşta otuz yaşında idi. Alp Şalçı ata binip atılarak hücum etti. İki eri takip edip kovalayarak mızrakladı. Karluk'u öldürdük, yendik. Az milleti düşman oldu. Kara Göl'de savaştık. Kül Tigin otuz bir yaşında idi. Alp Şalçı akına binip atılarak hücum etti. Az ilteberini tuttu. Az milleti orda yok oldu. Amcam kağanın ili sarsdığında; millet, hükümdar ikiye ayrıldığında; İzgil milleti ile savaştık. Kül Tigin Alp Şalçı akına binip atılarak hücum etti. O at orda düştü. İzgil milleti öldü. Dokuz Oğuz milleti kendi milletim idi. Gök, yer bulandığı için düşman oldu. Bir yılda beş defa savaştık. En önce Togu Balıkta savaştık. Kül Tigin Azman akına binip atılarak hücum etti. Altı eri mızrakladı. Askerin hücumunda yedinci eri kılıçladı. İkinci olarak Kuşalgukta Ediz ile savaştık. Kül Tigin Az yağızına binip, atılarak hücum edip bir eri mızrakladı. Dokuz eri çevirerek vurdu. Ediz kavmi orda öldü. Üçüncü olarak Bolçuda Oğuz ile savaştık. Kül Tigin Azman akına binip hücum etti, mızrakladı. Askerini mızrakladık, ilini aldık. Dördüncü olarak Çuş başında savaştık. Türk milleti ayak titretti. Perişan olacaktı. İlerleyip gelmiş ordusunu Kül Tigin püskürtüp, Tongradan bir boyu, yiğit on eri Tonga Tigin mateminde çevirip öldürdük. Beşinci olarak Ezginti Kadız'da Oğuz ile savaştık. Kül Tigin Az yağızına binip hücum etti. İki eri mızrakladı, çamura soktu. O ordu orda öldü. Amga kalesinde kışlayıp ilk baharında Oğuza doğru ordu çıkardık. Kül Tigini evin başında bırakarak, müdafaa tedbiri aldık. Oğuz düşman, merkezi bastı. Kül Tigin öksüz akına binip dokuz eri mızrakladı, merkezi vermedi. Annem hatun ve analarım, ablalarım, gelinlerim, prenseslerim, bunca yaşayanlar cariye olacaktı, ölenler yurtta yolda yatıp kalacaktınız. Kül Tigin olmasa hep ölecektiniz. Küçük kardeşim Kül Tigin vefat etti. Kendim düşünceye daldım. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Kendim düşünceye daldım. Zamanı Tanrı yaşar. İnsan oğlu hep ölmek için türemiş. Öyle düşünceye daldım. Gözden yaş gelse mani olarak, gönülden ağlamak gelse geri çevirerek düşünceye daldım. Müthiş düşünceye daldım. İki şadın ve küçük kardeş yeğenimin, oğlumun, beylerimin, milletimin gözü kaşı kötü olacak diyip düşünceye daldım. Yasçı, ağlayıcı olarak Kıtay, Tatabı milletinden başta Udar general geldi. Çin kağanından İsiyi Likeng geldi. On binlik hazine, altın, gümüş fazla fazla getirdi. Tibet kağanından vezir geldi. Batıda gün batısındaki Soğd, İranlı, Buhara ülkesi halkından Enik general, Oğul Tarkan geldi. On Ok oğlum Türgiş kağanından Makaraç mühürdar, Oğuz Bilge mühürdar geldi. Kırgız kağanından Tarduş İnançu Çor geldi. Türbe yapıcı, resim yapan, kitâbe taşı yapıcısı olarak Çin kağanının yeğeni Çang general geldi. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:02 Kuzeydoğu Yüzü:
Kül Tigin koyun yılında on yedinci günde uçtu. Dokuzuncu ay, yirmi yedinci günde yas töreni tertip ettik. Türbesini, resimini, kitâbe taşını maymun yılında yedinci ay, yirmi yedinci günde hep bitirdik. Kül Tigin kendisi kırk yedi yaşında bulut çöktürdü ... Bunca resimciyi Tuygut vali getirdi. Güneydoğu Yüzü: Bunca yazıyı yazan Kül Tiginin yeğeni Yollug Tigin, yazdım. Yirmi gün oturup bu taşa, bu duvara hep Yollug Tigin, yazdım. Değerli oğlunuzdan, evlâdınızdan çok daha iyi beslerdiniz. Uçup gittiniz. Gökte hayattaki gibi ... Güneybatı Yüzü: Kül Tiginin altınını, gümüşünü, hazinesini, servetini, dört binlik at sürüsünü idare eden Tuygut bu ... Beyim prens yukarı gök ... taş yazdım. Yollug Tigin. Batı Yüzü: Batıdan Soğd baş kaldırdı. Küçük kardeşim Kül Tigin ... için, öle yite işi gücü verdiği için, Türk Bilge Kağanı, nezaret etmek üzere, küçük kardeşim Kül Tigini gözeterek oturdum. İnançu Apa Yargan Tarkan adını verdim. Onu övdürdüm. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:04 çanakkale kahramanları
43-ncü alay 1-nci p. tb. 1-nci bölük 1917 yılı yemek listesi gün sabah öğle akşam ekmek 15 haziran : üzüm hoşafı yok yağlı buğday çorbası tam 26 haziran : yok yok üzüm hoşafı tam 18 temmuz : üzüm hoşafı yok yok yarım 8 ağustos : yarım ekmek yok şekersiz üzüm hoşafı - not: 21 temmuz 1917'den itibaren başlayarak ordu emriyle ekmek istihkakı 500 grama indirilmiştir. çünkü un ve ekmek kalmamıştır. bu vatanın nasıl kazanıldığını bilmeyenlere, anlamayanlara ya da anlamak istemeyenlere lütfen anlatınız Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:07 "...Yıl, 1783... Avrupa standartlarına göre mütevazi da olsa, yeni bir denizci devlet olan ABD, denizlerde tek başına bayrak gezdirmeye başladı...
Daha 25 Temmuz 1785'te, Atlantik'te Cadiz açıklarında, bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi Cezayir açıklarında Osmanlı gemileri tarafindan ele geçirildi. Bu gemi, Boston limanına bağlı, Kaptan Isaak Stevens'in idaresindeki Maria idi. Arkasindan, Philadelphia limanina bagli, Kaptan O'Brien'in Dauphin'i de ayni akibete ugradi. 1793 Ekim ve Kasim aylarinda 11 ABD gemisi daha Osmanlilarin eline geçti... Kongre, 27 Mart 1794 yilinda, Osmanli denizcilerine karsi koyacak gucte savas gemileri insa edilmesi veya satin alinmasi icin, Baskan George Washington'a 700.000 altina yakin harcama yetkisi verdi. Osmanlilarin olusturdugu deniz tehdidi sayesinde, ABD donanmasinin temelleri atiliyordu. 5 Eylül 1795'te ABD bu tehdide karsi bir anlasma yapmayi kabul etti. Bu anlasmaya gore ABD, Cezayir'deki esirlerin iadesi ve gerek Atlantik'te, gerekse Akdeniz'de ABD sancagi tasiyan hicbir tekneye dokunulmamasi karsiliginda, 642.000 altin ve yilda 12.000 Osmanli altini (216.000 dolar)ödeyecekti. Dili Türkce olan ve 22 maddeden olusan anlasmaya, Baskan George Washington ve Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayi imza koydular... Böylece ABD yıllık vergiye bağlanmış oldu. Bu, ABD'nin iki asrı aşkın tarihinde, yabancı bir dille imzalanan tek anlaşma olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul eden tek Amerikan belgesidir...!!! Not:Geçmişinden utananlar görsünler.İşte güç, işte otorite.Şimdiki halimize bir bakalım.Artık ABD' nin sözünden çıkamayan bir ülke olduk.Yani; Neeeerdeeeenn Nereyeee ?!?!?!? Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:08 Deportivo la coruna
Hep kendi kendime sormusumdur Ispanya ligindeki maclari izlerken neden bu Deportivo'nun sahasinda hep bir türk bayragi asili kale arkasinda diye. Sonunda ögrendim ve cok hosuma gitti :-) Deportivo La Coruna´nin kale arkasindaki Turk bayraginin anlami, Galesia bolgesinin takimidir, eskiden Türklerin orada yasadigi rivayet edilir! Deportivo'lu taraftarlar ile Celta Vigo´lu taraftarlar birbirlerini hic sevmiyorlarmis. Asagi yukari 20 yil önce Celtali'lar bu nedenle Deportivo'lulara Türk demeye baslamislar, ama hakaret anlaminda. Ama Deportivo'lu taraftarlar bunu hic hakaret diye algilamamislar. Hatta kendi deyimleri ile ´Türk gibi güclü´ görünmekten cok hoslanmislar. Iste bu yüzden her maclarinda en az 1 Türk bayragi aciyorlar. Bir daha ki baktiginizda dikkat edin, yüzde yüz görürsünüz. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:09 BU, UNUTULUR MU ?
Birinci Dunya Savasi'nda Ingilizlere, 150 bin askerimiz esir dustu. Bu askerlerden bir kismi da Misir'in Iskenderiye sehri yakinlarinda bulunan Seydibesir Usare Kampi'na hapsedildi. Kampin tam adi, "Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampi" idi. Bu kampta, 1918'de Filistin cephesinde esir dusen 16. Tumen'in 48. Alayi'na bagli Osmanli askerleri tutuluyordu. 12 Haziran 1920'ye kadar iki yil boyunca her turlu iskence, eziyet, agir hakaret ve asagilamaya maruz kaldilar. Bu insanlik disi muamelenin nedeni ise Ermeniler idi... Kamptaki, Turkce bilen Ermeni tercumanlarin yalan, yanlis cevirileri ve kiskirtmalari nedeniyle, kamplarin Ingiliz komutanlari, azili Turk dusmani kesilmislerdi. *** Savas bitmisti. Ancak, kamptaki agir kosullar nedeniyle olenler disindaki askerleri teslim etmek, Ingilizler'in isine gelmiyordu. Cunku, olasi yeni bir savasta, bu askerlerin yeniden karsilarina cikabilecekleri, Ermeniler tarafindan, Ingilizlerin beyinlerine islenmisti. Cozum toplu katliamdi... Askerlerimiz, mikrop kirma bahanesiyle, sungu zoruyla dezenfekte havuzlarina sokuldu. Ancak suya normalin cok uzerinde krizol maddesi katilmisti. Mehmetcik, daha ayagini soktugunda, asiri krizol maddesi nedeniyle haslaniyorlardi. Ancak Ingiliz askerleri dipcik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan cikmalarina izin vermiyorlardi. Mehmetcikler, bele kadar gelen suya baslarini sokmak istemedi. Ancak bu kez Ingilizler havaya ates etmeye basladi. Askerlerimiz, olmemek icin comelerek baslarini suya soktular. Ancak basini sudan kaldiran artik goremiyordu. Cunku gozler yanmisti... Disari cikanlarin halini goren siradaki askerlerimizin direnisleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kor oldu. *** Bu vahset, 25 Mayis 1921 tarihinde TBMM'de gorusuldu. Milletvekilleri Faik ve Seref beyler bir onerge vererek, Misir'da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladinin gozlerinin kor edildigini, bunun faili olan Ingiliz tabip, garnizon komutani ve askerlerinin cezalandirilmasi icin TBMM'nin tesebbuse gecmesini istediler. Tabii ki yeni kurulan devletin bin turlu sorunu vardi. Bu hesap sorma isi de unutuldu gitti. *** Ama onlar unutmuyorlar... Kendi ihanetlerini bile soykirim ambalajina sarip, dunya kamuoyuna sunuyorlar. En uzucu olani da malum birilerinin, bu karalama kampanyalarina canak tutmasi... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:10 Büyük devlet...
Yıllardan, 76... Aylardan, şubat... Türkiye'nin Beyrut Büyükelçiliği Başkatibi Oktar Cirit, Hamra Caddesi'nde bir kafede çayını içiyor, gazetesini okuyordu... Ermeni terörist, sinsice yaklaştı. Art arda bastı tetiğe... Şarjörünü boşalttı diplomatımızın iman tahtasına... Bir şehit daha vermişti Türkiye. Yakalandı mı bu tetikçi? Yakalanmadı. Aynı Lübnan'da... THY büromuz bombalandı mı? Bombalandı. Turizm büromuz bombalandı mı? Bombalandı. Büyükelçiliğimiz tarandı mı? Tarandı. Büyükelçiliğimize füze fırlatıldı mı? Fırlatıldı. Türk Büyükelçiliği'nin Askeri Ataşesi ile İdari Ataşesi'nin otomobilleri havaya uçuruldu mu? Uçuruldu. PKK'nın olduğu gibi, Asala'nın da yuvası mıydı bu Lübnan? Yuvasıydı. Türkiye'nin Paris Başkonsolosluğu'nu silahlarla işgal edip, 56 Türk'ü rehin alan, Konsolos Kaya İnal'ı ağır şekilde yaralayan, güvenlik görevlimiz Cemal Özen'i şehit eden 4 terörist, Lübnanlı mıydı? Lübnanlı'ydı. İstanbul'da Topkapı Sarayı'nı otomobilin bagajına yerleştirdikleri bombayla havaya uçurmayı planlarken, erken patlaması sonucu ölen 2 terörist, Lübnanlı mıydı? Lübnanlı'ydı. Asala, ilk radyo yayınını nerede başlattı? Beyrut'ta. Beyrut'taki bu radyodan yayınlanan Asala bildirisinde, Türkiye'ye sefer yapan bütün uluslararası hava yollarının "hedef alınacağı" açıklandı mı? Açıklandı. Bu Lübnan, Lübnan kaynaklı bu vahşete rağmen, sözde Ermeni soykırımını tanıdı mı? Tanıdı. Bizi "bebek katili" ilan etti mi? Etti. Bu Lübnan'da Ermeni nüfus var mı? Var. Ermeni Partisi var mı? Var. Ermeni Bakan var mı? Var. Peki, bu Lübnan'ı "korumaya" gidecek olan BM Gücü'nde Ermenistan var mı? Yok. Kim var en önde? Biz. Bitmedi... Bu Lübnan, soykırımı tanıyıp, bizi ne zaman bebek katili ilan etti? 2000'de. Lübnan Parlamentosu'nun bizi bebek katili ilan eden kararından 3 ay sonra yapılan seçimde, kim başbakan seçildi? Hariri. Değiştirdi mi bu kararı? Değiştirmedi. Yani, bir anlamda, o da onayladı mı, bizim bebek katili olduğumuzu? Onayladı. Biz ne yaptık bunun karşılığında? Türk Telekom'u ona verdik. E aferin. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:14 TR: MEHTER'iN TARiHCESi
Dünyanın en eski bandosu olarak kabul edilen Mehter’in tarihi VII. Yy. da yazılmış ve Türk tarihinin en eski yazılı kaynağı olan Orhun yazıtlarına kadar uzanmaktadır.Mehter, Türk kahramanlığının ve evrensel boyutlara ulaşmış anlayışının günümüzdeki görkemli bir anıtıdır. Dünya askeri tarihinin bu ilk bandosu geçmiş dönem Türk müziğinin coşkulu ritimlerini de bugüne taşımaktadır. Mehterin giysileri renk ve biçim bakımından ayrı bir güzellik arz eder.Giysilerinde tüm renkleri görmek mümkündür. Kullandığı enstrümanlar kaba zurna,boru, kös, davul, nakkare, zil ve cevgendir. Askeri müzik tarihinin başlangıcı ve dünya askeri bandolarının temel taşı olarak kabul edilen Mehter, bugün Genel kurmay Başkanlığı’na bağlı İstanbul askeri Müze ve Kültür sitesi bünyesinde faaliyetlerini sürdürmektedir. Yurt içinde yurt dışında verdiği konserlerle tüm dünyanın ilgisini üzerine çeken Mehter, varlığını ve etkili gücünü asırlar sonra bugün de sürdürmekte, Türk toplumunun gönlünde sıcak yerini korumaktadır. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:18 Osmanlı Yıkıldı
Osmanlı yıkıldı. 1918’den bu yana Osmanlı topraklarında huzur kalmadı. Kan ve gözyaşı dinmedi. Bu topraklar üzerinde Osmanlı’nın laneti siyah bir bulut gibi durmaktadır. Osmanlı Devleti, güçlü devrinde 24 milyon kilometrekare yüz ölçümü ile dünya yüzölçümünün yüzde 37.8’ine ve dünya nüfusunun yüzde 40.1’ine sahip idi. Zamanında Osmanlı bayrağı altında 31 ülke bulunuyordu.(Şu anda bu topraklar üstünde 45 ülke vardır.) New York Times’in itirafı:New York Times Gazetesi’nde “Osmanlının laneti yine peşimizde” başlıklı yorumda deniliyor ki; Başkan George Bush, Irak’ta başarılı olamayacak.Sebebi ise Osmanlının gölgesi, Osmanlının hayaleti, biz Batı’nın peşini bırakmıyor. Osmanlının laneti ile İngiliz ve Fransız İmparatorluğu çöktü. ABD İmparatorluğu da çökecektir. Osmanlının laneti ABD üzerinde olacaktır. İlk günler bizi aldatmasın, ABD hüsrana uğrayacaktır. Osmanlı bitti ama, bu topraklarda 1918’den ve daha önceden bu yana çatışmalar bitmedi. Huzur gelmedi. ABD’nin Irak’a saldırısı ile daha da huzursuzluk artacaktır. Bush bölgede yapmak istediği reformlarla başarılı olamayacaktır. Çünkü Osmanlının 700 yıllık hakimiyeti ve icra ettiği ümmet sistemi bu bölgenin siyasi geleceğine hala damgasını vurmuş durumda. Osmanlının İslam hukukuna dayalı idaresinde farklı etnik kökenlerde, farklı din ve mezheplerde bulunan insanlar asırlarca barış içinde yaşadılar. Ancak o çağların batmayan güneşi sonunda battı. Dev İmparatorluğun topraklarında kurulan ülkeler ise, bir türlü huzura kavuşamadı. Özellikle İngilizlerin suni sınırlarla kurduğu Arap ülkelerinde kabul ettirilmek istenen devlet düzeni ve siyasi sistemler tutmadı. Arap ülkelerine, şeyh, emir, sultan ve diktatörlüklerin çoğu, İngilizler tarafından Osmanlıya düşmanlığın ve ihanetin bedeli olarak verilmiştir. Bu ihanet kan, gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. "Tarih Öğretmeni Cengiz ATAŞ ın Kitabından Alıntıdır." Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:19 Çanakkale'de bir fransız subayın TÜRK askeri için yazdığı şiir
Çanakkale’de savaşan Fransız bir subayın hatırasında yazdığı bir şiirdir.: Soranlara der ki: “Yaşlıdır hala gözlerim, İnsanlık dersi için okunmalı sözlerim. Çok kanlı bir boğuşmadan sonra dolaşırken, Bir Türk askerine gözüm takıldı aniden. Bana tuhaf görünen hareketleri vardı, Ona doğru yöneldim, beni bir merak sardı. Bir de baktım ki, ağır yaralı bir Fransız’ın Yarasını sarıyordu, hiç aldırmaksızın. Kendi elbisesini kesip, yaralı ere, Tampon yapıyordu, kanın fışkırdığı yere. Durdurmuştu can düşmanının akan kanını, O da ağır yaralıydı, akıyordu kanı. Kendi yarasına basmıştı bir avuç toprak, Düşmanına bakıyordu, merhamet duyarak. Rüyadaydım sanki olanları görüyordum, Koşarak yanına kadar gidip şunu sordum: -O sana düşman değil mi, yarasını sardın, Ne yapmak istiyorsun, söyle nedir maksadın? O Türk askeri yarı baygın zor cevap verdi; -Bu asker yaşlıca bir kadın resmi gösterdi, Anladım ki anasına gitmek arzusudur, Belki anasının bir tanecik kuzusudur. Kendim şehit olacağım, bunu biliyorum, O anasına kavuşsun, budur benim arzum. Akan gözyaşlarımı silmeye çalışırken, Son nefeslerini vermişti ikisi birden. Gözlerimin önünden hiç gitmez bu manzara, Türk’e hayran olarak gideceğim mezara.” Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:41 Fatih in ordusu sefere cikar yol biraz uzun surer yer yer kitlik aclik bas gostermeye baslar orduda!Sultan bunu bilerek orduyu yabancilara ait uzum bahcelerinin icine sokar ve devam eder.. aradan 2-3 saat sonra ordu dinlenmek icin durur Sulatan vezirine soyler git soyle askerlerime Sultan hasta zehirlendi olmek uzere ilac yapmamiz lazim ; her kim bir kac tane uzum sahibisiyse getirsin bundan Sultana ilac yapilacak... 1 tane bile asker o acliga ragmen bir tek uzum cikarmaz cebinden cunku yoktur almamistir haram nedir bilmez onlar... Bunun ustune Sultan ben bu orduyla dunya yi fetih ederim der!!! Omur yetmedi...Atalarimiz onurumuz gururumuz olmustur...
Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:45 BIR RICA
Google'da "Armenian Genocide" (Ermeni soykirimi) yazdigimizda ilk 100 sayfa tamamiyla sahte Ermeni iddalarini anlatan Ermeni siteleridir. Bu siralama sitelerin hit orani (her gün girilme orani) ile yapilir. Bizim tezimizi anlatan siteleri yukari tasimanin tek yolu bu sitelere girmektir. Lütfen bizim tezimizi anlatan sitelere her gun en az bir kere tiklayin. Bunun en kolay yolu bu siteleri acilis sayfamiz yapmaktir. luttfen asagidaki siteyi acilis sayfaniz yapin. ulkemize destek vermek bu kadar kolay!!!! Hadi hemen simdi!!! baslat'tan denetim masasina girin, internet seceneklerini tiklayin. giris sayfasi yazan yerin altindaki adres yerine asagidaki adresi yazin ya da yapistirin. <http://www.ermenisorunu.gen.tr/english/index.html> ve lutfen bu siteyi baskalarina da gonderin. Ulkemiz icin bu kadarini yapabiliriz!!!! saniyorum.. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 02 Mart 2007 - 21:46 26 Şubat - Hocalı soykırımının 15. Yıldönümü
Tarih; 26 Şubat 1992 Yer; Azerbaycan, Hocalı Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki ermeni yazı tura atıyordu. Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce Anadolu toprağında Kars'ta Ağrı'da Van'da Erzurum'da da ataları oynamıştı. Onlardan duymuşlardı. Karnı burnunda çaresiz bir Azeri kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı... Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı: -Akcık, manc?.. (Kız mı, oğlan mı?) -Akcık... (Kız) Bu cevap üzerine 'oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi. -Tun shahetsar, inger... (Sen kazandın, yoldaş) -Yes shahetsapayts ays bubrikii inc bes bidigisdana. .. (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?) -Mayrigi bedge gisdatsine. (Annesi besleyecek elbette) Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı: -Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver) Aynı dakikalarda Hocalı'nın başka bir semtinde tek kale futbol maçı hazırlığı vardı. İki kesik Azeri kadın başını kale direği yapmışlar, top arayışına girmişlerdi. Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise ermeni çeteci sevinçle bağırdı: -Asixn ma/, cimi yev bizdige, aveg gindirnadabidi. Gidiresek... (Bu hem saçsız hem de küçük, iyi yuvarlanır. Kopartın...) Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa, başı da orta yere düşmüştü... Ermeniler zafer naraları atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak kanlı bir kaleye gol atmaya çalışıyordu. Bu iki olay Hocalı'da bundan çok değil yalnızca 15 yıl önce yaşandı. Her iki olay da ermeni çetecilerin katliamlarına bizzat şahit olan görgü tanıklarının anlatımlarıdır. Ne yazık ki 26 Şubat 1992 günü binlerce Azeri Türkü çeşitli yöntemlerle vahşice katledilmiştir. Ajanslar, katliam haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten ağır bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise çaresizlik icinde kivraniyordu. Turkiye'de buyuk bir dehset uyandiran katliama iliskin ilk goruntuler ise TRT aracilığı ile duyurulmustu. Butun olanlari batili gazeteciler, ozellikle de New York Times belgeledi. 26 Subat'ta guclu silahlarla donatilmıs Ermenistan silahli kuvvetleri ile Hankendi'nde konuslanmıs bulunan Albay Zarvigarov komutasindaki 366'nci Rus Motorize Alayi, Hocali'ya saldirarak tarihin en vahsi katliamlarindan birini yaptilar. 26 Subat gecesi Rus motorize alayinin tanklarindan acilan top ve roket saldirilari ile Hocali Havaalani kullanilamaz hale getirilerek kentin dıs dunya ile iliskisi de tamamen kesildi. Savunmasiz kalan kente giren Rus destekli Ermeni askerleri, cocuk, yasli, kadin, bebek demeden bircok insanimizi vahsice katlettiler. Ermenilerin isgal ettikleri Hocali'da dehset verici olaylar yasandi. Canli canli insanlarin kafa derilerini yuzduler, sag olarak ele gecirdiklerini ise sistematik bir iskenceye ve tibbi deneylere tabi tutarak, insanlik disi muamelelere maruz biraktilar. Hizar ve testereler ile diri diri insanlarin kol ve bacaklarini kestiler. Genc kizlarin once saclarini, sonra da kafa derilerini yuzduler. Babanin gozu onunde evladini, evladin gozu onunde babayi kursunlara dizdiler. Kesik kafalari sepetlere doldurdular. Peki neydi bu dusmanlik? Ermenistan'daki okul duvarlarinda asilan haritalarda Turkiye'nin 12 ili yer almaktayken, Ermenistan'in bayragında Turkiye hudutlari icindeki Agri Dagi'nin resmi varken, Ermenistan Milli Marsi'nda "Topraklarimiz isgal altinda, bu topraklari azat etmek icin olun, oldurun" denmekteyken, baskaca bir neden aramaya zaten gerek yok sanirim. Daglik Karabag Bolgesi'nde bulunan Hocali'ya, eski Sovyet ittifaki Silahli Kuvvetleri'ne ait 366. Alay 'in destegi ile Ermeni Silahli Kuvvetleri tarafindan duzenlenen saldirilar sonucu 613 Azerbaycan Turk'unun hayatini kaybettigi resmi olarak aciklandi. Ancak kayip sayisinin bu rakamlarin cok cok ustunde olduğu bilinmektedir. 56 hamile kadin karni yarilmis durumda bulunmustur. Bu alcak saldırıda 487 kisi agır yaralanirken, 1275 kisi ise rehin alinmıs, geri kalan nufus da bin bir zorlukla canini kurtarmıs ancak bu olayin tahribatindan ruhlari ve hafizalari asla bir daha kurtulamamıstır. Sahitlerin anlattiklarini dinleyenler once kulaklarina inanamadi. Fakat katliam sonrasi Hocali'ya girdiklerinde ise, gorgu taniklarinin abartmadigini kisa surede anladilar. Hocali'da katliam bolgesini gezen Fransiz gazeteci Jean-Yves Junet'nin gordukleri karsisinda soyledikleri, katliamin boyutunu da anlatiyordu: "Pek cok savas hikayesi dinledim. Fasistlerin zulmunu isittim, ama Hocali'daki gibi bir vahsete umarim kimse tanik olmaz" Peki 26 Subat 1992 gunu yasanan bu katliamin emrini kim vermisti; Ermenistan Devlet Baskanı sifatini tasıyan Robert Kocaryan denilen kirli katilden baskasi degildi. Yaptigi teror faaliyetlerinin orani nispetinde terfi eden Tasnaksutyun orgutu liderlerinden Robert Kocaryan, 20 Mart1996'da Ermenistan Basbakanı oldu. Karabag'da baris istediği icin asiri milliyetcilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Levon Ter Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998 yilinda ondan bosalan Devlet Baskanligi koltuguna, 'Hocali Katliamı' bassorumlusu olan azili terorist Robert Kocaryan oturdu. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 05 Mart 2007 - 02:43 Bir milletin bu derecede soysuzlaşması, aslını inkar noktasına
gelmesi, >hayra alamet bir şey olmasa gerek.1900 lerin başını tekrar mı yaşıyoruz >dersiniz? O günlerde de kimi köşe yazarlarının bazıları Amerikan, bazıları >İngiliz, bazıları da Fransız boyunduruğunu kabul edersek, bu Milletin >adam(!) olacağını, uygar olacağını yazıyorlardı(ARTİN KEMAL gibi). Bu görüş >ve idealleri içinde güdümlü toplantı ve mitingler yapıyorlardı. Şimdi ise >'' Türklerin pis kanı damarlarından akıtılıp, yerine ermeni kanını >damarlarına doldurulmadıkça Türkler medeni olamazlar, Türkler gelişimini >tamamlamamış yaratıklar" diyen bir zavallının katlinden sonra; bu Milletin >kimi soysuzlaşmış maymunları ''Hepimiz Hırandız,hepimiz ermeniyiz '' diye >sokağa dökülebiliyorlar. Bu zavallılardan hiçbiri 42 tane güzide Türk >diplomatı ERMENİLERCE, binlerce Türk genci pkk ca şehit edildiğinde >''Hepimiz Türk diplomatıyız.Mehmetciğiz, Hepimiz TÜRKÜZ'' deme cesaret ve >erdemini gösterebildiler mi? Bir fikri savunanın silahla susturulmasının >yanında olmadım. O nu yine fikirle hemde tarihin ışığında gerçek fikirle >susturmayı yeğledim. Ama, hani nerde ATATÜRKÇÜ geçinenler? Adam Türk'ün >damarlarında pis kan dolaşıyor derken, Yüce Önder bu günleri görmüşcesine >''...muhtaç olduğun kudret damarlarıdaki asil kanda mevcuttur'' diyor. >"hepimiz ermeniyiz" diye bağıranların çoğu , lafa geldiğinde ''ben su >katılmamış Atatürkçüyüm'' diyebiliyor. EDEP YAHUU. Hani Ataterkçü idiniz, >hani Atatürk'ümüzün fikir ve söylemlerini tartışmasız gerçek rehber >edinirdiniz? Yazıklar olsun size. Allah ıslah ve irşat etsin sizi. Ben, ne >hırandım ne de ermeniyim. Ben öldürülen, hem de arkasından kalleşce >ermeniler tarafından vurulan Cemal Paşa'yım, 42 Türk diplomatıyım ve ben >pkk tarafından şehit edilen binlerce MEHMETCİĞİM ve dahi ben Türk oğlu TÜRK >üm. Tarihten ibret alamadık, zira tarih tekerrür ediyor. Yine Damat Ferit >hükümetleri olacak. Yine Artin Kemaller olacak ve ve ve de yine MUSTAFA >KEMAL LER OLACAK. Yine Türk ü vatanında palikarya durumuna düşürmek isteyen >müstevli emperyalistler, yine İzmirden denize dökülecekler. Bize düşen bu >günlerde UYANIK olmaktır. Ben bir TÜRK üm, binlerce yıl, ilmimle, fennimle, >kültürümle bu dünyaya YÖN verdim. Yine bu dünyaya çeki düzen vermeye >talibim ve hazırım. NE MUTLU TÜRK ÜM DİYENE. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 05 Mart 2007 - 02:59 BU BİR OSMANLI SAVAŞ FERMANIDIR
Yıl 1912, İngilizler Hindistan'ı işgal eder, Hindistan Kralı Osmanlı'dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan'a gönderir. 350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan'a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar. Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır, diğerleri de savaşta şehit olurlar. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz gemisi Avustralya'ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar. Bir sure sonra, adı Karadeniz diyarından Mentesoğlu Abdullah olan, baba mesleği dondurmacılığa, Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar. 1918'de Avustralya Çanakkale'ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar. Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya'da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler. Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar: Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri, Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız. Bu bir " Osmanlı Savaş Fermanı "dır. Ekselanslarının bilgilerine duyurulur. Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet, Karadeniz diyarından Mentesoğlu Abdullah İki Osmanlı askeri, Sidney' in 250 km uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar. Ne olduğunu bir turlu çözemeyen Avustralya devletının sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve bölgeye 250 kadar asker gönderirler ve iki Osmanlı askeri araştırılmaya başlanır. Birkaç günlük araştırmadan sonra sıcak çatışma olur Ve iki Osmanlı askeri bu karlı dağlarda şehit edilir. İki askerin şu an mezarı Sidney'e 250 km uzakta Karlıdaglar'da ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasak. Avustralyalılar iki Osmanlı askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize Hindistan asıllı diyorlar. Oysa Hindistan'da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok. Bu bilgi Hindistan büyükelçiliğinin açıklamasından çıkarılmıştır. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 05 Mart 2007 - 03:01 Nobel'li!..
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk bir kitabında şöyle bir cümle yazmış: "İmam ikindi namazı saatinde caminin balkonuna çıkarak ikindi ezanını okudu." Profesör İlber Ortaylı bu tek cümleyi analiz ediyor: “ Bir kere namazın saati olmaz, vakti olur. Saat ayrı, vakit ayrı bir kavramdır. Camilerde balkon yoktur, minarenin şerefesi vardır. Ezanı da imam okumaz, müezzin okur, o da şerefeye çıkmaz, içeriden okur. Bu örnekle de sabittir ki kişiler kendi içinden çıktıkları toplumu bilmeden bir şeyler yapmaya çalıştıklarında doğru şeyler yapmazlar, yapamazlar.” Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 15 Mart 2007 - 10:38 ÇANAKKALE SAVAŞLARI
(Bütün Türklerin bilmesi gereken bir destan) ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşına da, Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden saikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm. Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? 'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyetler eder istiâb. 'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber. Mehmet Akif Ersoy Bir zamanlar biz de millet... Hem nasıl milletmişiz... Gelmişiz dünyaya... Milliyet nedir? Öğretmişiz... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 15 Mart 2007 - 10:43 En Mütekamil ikmal Teşkilatı
Kore Savaşı sırasında bir Amerikan bataryasının isabet alıp parçalanmasından sonra, dört dakika gibi kısa bir süre içinde Amerikalıların bataryayı tekrar kurup ateşe başladıklarını ve bu çok süratli ikmal karşısında Türk binbaşısının hayretler içinde kaldığını gören Amerikalı generalin: "Biz bu sistemi kurmadan önce bütün dünya ikmal teşkilatlarını etüd ettik. En mütekamil olanının Osmanlıların ki olduğunu görerek onu kabul ettik. Bu, sizden gelme bir usulün günümüze tatbikinden başka birşey değildir." dediğini, . . Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 15 Mart 2007 - 10:45 Osmanlı Topçuluğu
Kanuni Sultan Süleyman devrinde yıllarca İstanbul'da kalan ve yazmış olduğu eserini en büyük Hıristiyan hükümdarı II Filib'e takdim eden İspanyol yazar Cristobol de Villalon'un, dönemin Osmanlı topçuluğu hakkında: "Dünyada hiçbir devletin,Türk topçusu ile mukayese edilebilecek topçusu yoktur. İstanbul'da eski model olduğu için kullanılmayıp süs diye surlara konan topları inceledim Bunlar bile İspanya ordusundaki toplardan çok daha kaliteli idi. Tophane sırtlarında çaptan düşmüş diye yığılan 40 kadar topu hayretle seyrettim. Bunları alıp topçu kuvveti oluşturmak istemeyecek hiçbir Avrupa devleti bilmiyorum dediğini Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 15 Mart 2007 - 10:45 Gözyaşı Medeniyeti
İslam'ın ilk dönem zahidlerinin en belirgin niteliklerini Allah korkusunun tesiri ile çok ağlamaları, çok mahzun olmaları ve dünyaya hiç değer vermemeleri olduğunu. Bunlardan Veysel Karani'nin Allah'tan korktuğu ve utandığı için başını hiç semaya kaldırmayıp, daima çenesi göğsün de bitişik gezdiğini... "Ümmetin Rahibi" diye tanınan Amir bin Abdullah ın çok ağlayıp geceleri ayakları şişecek kadar ibadet ettiğini.. "Dünyayı üç talakla boşadım, ricat yok" diyen ve ruhbanlar gibi ibadet ettiği için "Gulam" adını alan Utbe bin Eban'ın çok ağlayan bir zahid olduğunu... Zühdüne sevgi ve aşk hakim olan Rabiatü'l Adeviyye nin secde de başını koyduğu yeri çamur edecek kadar gözyaşlarını ceyhun ettiğini... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 15 Mart 2007 - 10:46 Dünyanın ilk Toplu Sözleşmesi
Dünyada ilk toplu sözleşmenin Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirildiğini. Kütahya Vahid Paşa kütüphanesinde bulunan şeriye Mahkemesi sicilinin 57'ci sayfasında kayıtlı belgeye göre, yeryüzündeki bu ilk sözleşme Kadı Ahmed Efendinin tasdiki ile 24 işyeri ile işçileri arasında imzalandığını . Bu sözleşmeye göre, "Kalfaların, yardımcıların, ustaların ve vasıfsız işçilerin yevmiyeleri"nin tesbit edilip, her gün belli sayıdaki fincan imali karşılığı alacakları ücretlerin tesbit edildiğini...(47)Biliyor muydunuz? Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 15 Mart 2007 - 10:47 Medine Muhafızı
Osmanlı'nın edeple taçlaşmış iman anlayışının gereği olan Hazreti Peygamberi'nin(sav) şehrini bir valinin adının altına sokamayacağı saygı ve edebi ile, oraya göndereceği idareciyi `Vali " yerine "Medine Muhafızı " diye isimlendirme hassasiyetini gösterdiğini . . . Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 15 Mart 2007 - 10:48 İlahi İkaz
Birinci Dünya Savaşı sırasında Dördüncü Ordu karargahında Mekke ve Medine yi kurtarmak için Hicaz Seferi Kuvveti hazırlanması meselesi görüşülürken,Harbiye Nazırı Enver Paşa nın bu iş için Mustafa Kemali atadığını ve bunun üzerine Mustafa Kemal in: Değil Hicaza asker sevketmek,hatta oradaki askerleri de geri almak ve kuvvetleri verimsiz yönlere dağıtmamak gerek diyerek görüşünü belirttiğini ve sonunda M. Kemal in bu görüşünün kabul edilerek Medinenin boşaltılmasına karar verildiğini... Tam bu sırada ışıkların aniden sönerek ortalığın zifiri bir karanlığa bürünmesi üzerine bunu İlahi bir İkaz kabul eden Cemal Paşa nın birden ürperip sarsıldığını ve daha sonra Hicazın boşaltılmasından vazgeçilerek Fahreddin Paşa nın Medine ye gönderildiğini.... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 15 Mart 2007 - 10:50 Senfoni Zulmü
1930lu yılların birinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının,Anadoluyu tenviretmek için çıktığı turnenin Sivas durağında,bir konser verdikten sonra gazetecinin birinin konseri izleyen bir vatandaşa: Konseri nasıl buldunuz? diye sorması üzerine zavallı adamcağızın, sağına soluna ürkekçe bir göz attıktan sonra gazetecinin kulağına: Valla beyefendi,Sivas,Sivas olalı,Timurdan beri böyle zulüm görmedi! diye cevap verdiğini....( Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 15 Mart 2007 - 10:51 Türkiyede Türk Müziği Yasağı
Tek parti iktidarı döneminde,devletin açmış olduğu müzik okullarının bir tanesinde,öğrencilerden bazılarının ders arasında kendi öz müziği olan Türk müziği çalmaya teşebbüs ettikleri için yabancı uzman Herr Zuckmayer tarafından okuldan atıldıklarını Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 17 Mart 2007 - 09:50 Büyük devlet...
Yıllardan, 76... Aylardan, şubat... Türkiye'nin Beyrut Büyükelçiliği Başkatibi Oktar Cirit, Hamra Caddesi'nde bir kafede çayını içiyor, gazetesini okuyordu... Ermeni terörist, sinsice yaklaştı. Art arda bastı tetiğe... Şarjörünü boşalttı diplomatımızın iman tahtasına... Bir şehit daha vermişti Türkiye. Yakalandı mı bu tetikçi? Yakalanmadı. Aynı Lübnan'da... THY büromuz bombalandı mı? Bombalandı. Turizm büromuz bombalandı mı? Bombalandı. Büyükelçiliğimiz tarandı mı? Tarandı. Büyükelçiliğimize füze fırlatıldı mı? Fırlatıldı. Türk Büyükelçiliği'nin Askeri Ataşesi ile İdari Ataşesi'nin otomobilleri havaya uçuruldu mu? Uçuruldu. PKK'nın olduğu gibi, Asala'nın da yuvası mıydı bu Lübnan? Yuvasıydı. Türkiye'nin Paris Başkonsolosluğu'nu silahlarla işgal edip, 56 Türk'ü rehin alan, Konsolos Kaya İnal'ı ağır şekilde yaralayan, güvenlik görevlimiz Cemal Özen'i şehit eden 4 terörist, Lübnanlı mıydı? Lübnanlı'ydı. İstanbul'da Topkapı Sarayı'nı otomobilin bagajına yerleştirdikleri bombayla havaya uçurmayı planlarken, erken patlaması sonucu ölen 2 terörist, Lübnanlı mıydı? Lübnanlı'ydı. Asala, ilk radyo yayınını nerede başlattı? Beyrut'ta. Beyrut'taki bu radyodan yayınlanan Asala bildirisinde, Türkiye'ye sefer yapan bütün uluslararası hava yollarının "hedef alınacağı" açıklandı mı? Açıklandı. Bu Lübnan, Lübnan kaynaklı bu vahşete rağmen, sözde Ermeni soykırımını tanıdı mı? Tanıdı. Bizi "bebek katili" ilan etti mi? Etti. Bu Lübnan'da Ermeni nüfus var mı? Var. Ermeni Partisi var mı? Var. Ermeni Bakan var mı? Var. Peki, bu Lübnan'ı "korumaya" gidecek olan BM Gücü'nde Ermenistan var mı? Yok. Kim var en önde? Biz. Bitmedi... Bu Lübnan, soykırımı tanıyıp, bizi ne zaman bebek katili ilan etti? 2000'de. Lübnan Parlamentosu'nun bizi bebek katili ilan eden kararından 3 ay sonra yapılan seçimde, kim başbakan seçildi? Hariri. Değiştirdi mi bu kararı? Değiştirmedi. Yani, bir anlamda, o da onayladı mı, bizim bebek katili olduğumuzu? Onayladı. Biz ne yaptık bunun karşılığında? Türk Telekom'u ona verdik. E aferin. E peki sonra ne oldu gectigimiz Subat ayinda onlarin halkini korumak icin gonderdigimiz Mehmetcigimize ragmen bu lubnan rumlar la ortak petrol arama girisimlerine basladimi Akdenizde?? basladi ??bizim uyarilarimiza ragmen!!peki rumlarin askeri varmi lubnanda?? yok!! eee o zaman halen Mehmetcigin ne isi var orada?? bilenlere sormali!!! Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 17 Mart 2007 - 10:01 SANCAĞIN GÖLGESİNDE BOZKIR’LI ŞEHİTLER
Kafkasya, Filistin, Hicaz, Yemen, Suriye, , Kanal Harekâtı, Irak, Makedonya, Romanya, Kafkasya, Doğu Cephesi, Gâliçya ve Çanakkale Cephelerinde dedelerimin izlerini aradım. Babamın Dedesi: Deli İbrahim’in Gâliçya Cephesinde savaşmış bir gazi olduğunu öğrendim. Bunun yanında birçok çarpıcı bilgilerle karşılaştım. Çanakkale’de bir hilal uğruna batan güneşleri gördüm. Memleketlerine baktığımda; En çok şehit veren iller 2779 şehitle Balıkesir ve 2488 şehitle Konya olduğunu anladım. Yerleşim yerlerine ilçe düzeyinde baktığımda Bozkır İlçesi ön plana çıkmıştır. Bozkır’ın resmi kayıtlarda sadece Çanakkale’de bilinen şehit sayısı 316 şehit olup, çevresinde Bozkırdan ayrılarak yeni kurulan İlçelerden Ahırlı’da 20 şehit, Yalıhüyük’te 1 şehit Akören’de 14 şehit Güneysınır’da 5 şehit ve Hadim’de 32 neferini şehit vermiştir. Bu şehitlerin 18 – 22 yaş arasında olduğu görülmektedir. Yiğitlerimizin birçok cephe savaştığını düşünürsek Bozkır’ımızın verdiği şehit sayısı binleri aşabileceğini düşünüyorum. Bu yazıyı yazmamın asıl maksadı bu vatanın ve milletin hangi zorluklardan geçerek buralara geldiğini anlatmak; genç nesle ecdadını tanıtmak ve kökleriyle buluşmasını sağlamaktır. Bizler toplum olarak çabuk unutursak popüler meseleleri takip ettiğimiz kadar bizi biz yapan değerlerin arkasından gidemezsek millet olma şuuruna tam olarak varamayız. Bizlere şimdiye kadar Çanakkale’ de feda ettiğimiz bu şehitleri tam teşekküllü hiç hatırlatan olmadı. Bunları hatırlatan hiç bir şey yapmadık: yollara, caddelere, çeşmelere, dağlara, okullara vb. yerlere bunların isimlerini koyduk mu? Konya ve Bozkır’da nerde isimleri var? Soruyorum! Tamamı şehit olan 57. Piyade Alayı’nın İmamı Konyalı Hasan Fehmi’nin ismini size hatırlatan oldu mu? Hangi caddeye, hangi mahalleye, hangi okula vb. nerelere adını koyduk? Bazıları diyebilir! - Canım aradan onca sene geçmiş nasıl hatırlayalım! - Birkaç yıl önce kaybettiğimiz şehitleri de unutmadık mı? Soruyorum! Şehit Öğretmen Hüseyin YAVUZ’u tanıyanınız, hatırlayanınız var mı? Şimdi hayatının baharında solan gonca gül Şehit Öğretmen Hüseyin YAVUZ’u anlatayım sizlere: 1967 doğumlu Bozkır İlçesi Pabuççular köyünden Diyarbakır’ın Hazro İlçesi Dadaşlar Köyü İlkokulunda öğretmen olarak göreve başlamış henüz 15 günlük öğretmen iken PKK teröristleri tarafından 22.10.1993 tarihinde şehit edilmiştir. Şimdi Musalla Mezarlığında yatıyor. Tanıyanınız var mı? Soruyorum! Bu şehidimizin ismini memleketimizin neresinde yaşatıyoruz? İsmini Bozkır’da bir Lise’ye versek kötü mü olur? Örnegin: Okulun adı Bozkır Anadolu Lisesi Olacağına Bozkır Şehit Öğretmen Hüseyin Yavuz Anadolu Lisesi olsa okullun eğitim kalitesi mi düşer? Oysa o insanlar ülkelerini bedelsiz sevdiler ve yollarından dönmeyi hiç düşünmediler. Şimdi soruyorum geçmişi görmemezlikten gelerek nereye kadar gidebiliriz yukarıda saydığım fakat yapamadığımız şeylere aziz şehitlerimizin ihtiyacı yoktur. Şehitlerimize gereken önemi veremediğimiz ortada. Zaman geç sayılmaz bundan sonra şehitlerin isimlerini yaşatırsak Bayrağımız gururla dalgalanır Anadolu semalarında. Tüm adsız kahraman: Şehitlerimizi rahmetle anıyor sözlerime ATSIZ’ın mısralarıyla son veriyorum: Kahramanlık ne yalnızca bir yükseliş demektir. Nede yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir. Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir. Kahramanlık saldırıp bir daha dönmemektir. Şimdi şehitlerimizin bir kısmının isimlerini açıklıyorum: KÖYÜ LAKAP VE SULALESİ BABASINI VE KENDİSİNİN ADI Çağlayan Ali Çavuş Oğullarından Hasan Oğlu ALİ Çağlayan Hacı Hasan Oğullarından Baki Oğlu HASAN Çağlayan …. Ahmet Hoca Oğlu KERİM Çağlayan …. Halil Oğlu HÜSEYİN Çağlayan …. Mehmet Oğlu OSMAN Çağlayan …. Bekir Oğlu KERİM Bozkır Semerci Oğullarından Mustafa Oğlu ABDURRAHMAN Bozkır İmam Oğullarından Mehmet Oğlu ABDURRAHMAN Bozkır İkiz Oğullarından Mehmet Oğlu AHMET Bozkır Gül Mehmet Oğullarından Mehmet Oğlu AHMET Bozantı Oğullarından Mustafa Oğlu ALİ Karagöz Oğullarından Mehmet Oğlu ALİ Hacı Mehmet Oğullarından Ahmet Oğlu ALİ Belören Köre Ali Oğullarından Mehmet Oğlu ALİ Dınkçı Ali Oğullarından Ali Oğlu ALİ Durdul Oğullarından Hüseyin Oğlu ALİ Alaattin Oğullarından Hüseyin Oğlu ALİ Panter Oğullarından Hasan Oğlu ALİ Kadir Oğullarından Mustafa Oğlu ALİ Üçpınar Hacı İbiş Oğullarından Hüseyin Oğlu DURMUŞ Durmuş Oğullarından Ali Oğlu DURMUŞ Kızıl Halil Oğullarından Ahmet Oğlu HALİL Pınarcık Bekir Oğullarından Abdullah Oğlu HALİL İBRAHİM Dereköy Güzleş Oğullarından Halil Oğlu HASAN Kadı Oğullarından Mehmet Oğlu HASAN İsa Oğullarından Ahmet Oğlu HÜSEYİN İmam Ali Oğlu İBRAHİM İsa Oğullarından Mahmut Oğlu İBRAHİM İsa Efendi Ahmet Oğlu İBRAHİM İbiş Oğullarından Mehmet Oğlu İDRİS Bayram Oğullarından Hacı Mehmet Oğlu İSMAİL Mustafa Bey Oğullarından Mustafa Oğlu MEHMET Veli Oğullarından Ramazan Oğlu MEHMET Süllü Oğullarından Hüseyin Oğlu MEHMET Abdi Oğullarından Şaban Oğlu MEHMET Musalarlı Oğullarından Süleyman Oğlu MUSTAFA Belören Enseli Oğullarından Ali Oğlu MUSTAFA Hacılar Mevlüt Oğullarından Osman Oğlu MUSTAFA Deli Mustafa Mehmet Oğlu MUSTAFA Molla Musa Oğullarından Musa Oğlu TAHİR Muharrem Oğullarından Mustafa Oğlu YUSUF Dedemli Kara Hafız Oğullarından Osman Oğlu EYÜP Yalıhüyük ………… Mehmet Oğlu İSMAİL Ahırlı Cafer Oğullarından Mehmet Oğlu MUSTAFA Ahırlı Dereci Oğullarından Mehmet Oğlu MUSTAFA Ahırlı Murat Oğullarından Ömer Oğlu SÜLEYMAN Daha ismini ve köyünü sayamadığım 342 şehidimiz listede mevcuttur. 57. PİYADE ALAYI SANCAĞI Muammer TUNAHAN Beden Eğitimi Öğretmeni muammertunahan@hotmail.com Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 17 Mart 2007 - 10:15 BU SALTANAT DEĞİL, ÂHİRET İŞİDİR
Yavuz Sultan Selim, Edirne'ye gidiyordu. Devlet erkânı, padişahı uğurluyorlardı. Belli bir yere kadar padişahı yolcu ettikten sonra geri dönerken, devrin Şeyhü'l İslâmı Zenbilli, elleri arkalarına bağlanmış 400 kişiye rastladı. Bunlar, padişahın ipek ticaretini yasaklayan fermanını çiğneyen tüccarlar idi. Ve padişah hepsinin birden idamını emretmişti. Bunu duyar duymaz Zenbilli, atını çevirip sürdü. Padişahın arkasından ona yetişti. Her ikisi de at üstündeydiler. Önce Zenbilli söze başladı: - Padişahım, gördüm ki bazı adamları bağlamışlar. Eğer muradınız onları öldürtmek ise Allah indinde bu muamele asla helâl değildir. Onların, öldürülmelerini gerektiren bir suçları yoktur. Sultan, Zenbilli'nin devlet işine müdahalesine kızarak: - Mevlânâ, dünyanın düzenini ve devletin otoritesini korumak için insan öldürmek helâl değil mi? dedi. Zenbilli cevap verdi: - Helâldir ama, dünyanın düzeni bozulup otorite sarsıldığı ve büyük fitneler çıktığı zaman helâldir. Halbuki bu iş, öyle değildir. Ortada düzeni altüst edecek, fitne çıkaracak bir durum yoktur. Yavuz, cevap olarak kendi emrine aykırı davranmanın büyük fitne ve devlet düzenini ihlâl edici bir suç olduğunu söylediyse de Zenbilli, onun bu görüşüne iştirak etmedi. Meseleyi abartıp, büyüttüğünü padişaha izaha çalıştı. Bu sözler, Yavuz'u yatıştıracak yerde, daha da sinirlendirmişti. Zenbilli'ye: - Ben sana dedim ya, saltanat işlerine karışmak, senin görevin değildir. diyerek sertçe çıkıştı. Zenbilli de asabileşmişti. Sultana son olarak şu ikazı yapmaktan geri kalmadı: - Sultanım, bu saltanat değil, âhiret işidir. Yüzlerce kişinin haksız yere kanının dökülmesi söz konusudur. Buna karışmak benim görevimdir. Susup yahut yaptığını tasvip edip, senin günah ve mesuliyetine ortak olamam ben... Eğer mahkûmları affederseniz, kurtulursunuz. Aksi halde, büyük bir zulüm işlemiş ve cezayı hak etmiş olursunuz... Bunları söyledikten sonra Zenbilli, selâm bile vermeden padişahın huzurundan ayrıldı. Yavuz Sultan Selim, bir müddet olduğu yerde hiç hareket etmeden durup kaldı, derin düşüncelere daldı. Devlet adamları atları üstünde hayret ve dehşet içinde bekleşiyorlardı. Nihayet Yavuz, iç âleminde meselenin inceden inceye muhasebesini yaparak, öfkesini yenmeyi başardı. Suçluların hepsini affederek serbest bıraktırdı. Sonra da Zenbilli'ye bir mektup göndererek, ondan özür diledi. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 17 Mart 2007 - 10:16 İNŞALLAH TEKRAR DÖNER, BİZE YENİDEN HAKİM OLURSUNUZ
Sene Miladi 636. Bizanslılar, İslâm orduları karşısında yenilgi üstüne yenilgi almaktalar. İmparator hiddetten köpürmekte, öfkeden sinir krizleri geçirmekte. Koskoca Bizans İmparatorluğunu sarsıp perişan edenler, gerçekten daha düne kadar bedevi bir hayat yaşayan bu çöl adamları mıydı? Olacak iş miydi bu? Yanındakilere sık sık soruyordu: - Neden bunların karşısında duramıyorsunuz? İslâm ordularının ilerlemesine neden mâni olamıyorsunuz? Her seferinde aldığı cevap aynı idi: - Müslümanların mâneviyatı bizden çok kuvvetli, haşmetli İmparatorumuz! Geceleri bir âbid iken, gündüzleri ise yılmaz ve yıkılmaz birer kahraman kesiliyorlar. Fethettikleri beldelerde hiç kimseye zulmetmiyorlar. Birbirlerine kardeş muamelesi yapıyorlar... Gerçekten alınan beldeler, yalnız kılıç zoru ve bilek kuvveti ile zaptedilmemişti. İslâm'ın adalet ve hakkaniyet anlayışını görenler veya duyanlar, fazla zorluk çıkarmadan İslâm ordularına teslim oluyorlardı. Müslümanların girdikleri ülkelerde gösterdikleri âdilâne davranış, halkı son derece memnun etmiş ve İslâm idaresine içten ve gönülden bağlamıştı. Bizans İmparatoru için artık talihini bir kere daha denemekten başka çare kalmamıştı. Büyük bir askerî harekâta girişmek üzere, Antakya civarına çok sayıda asker yığmaya başladı. Bizans, bütün kuvvetini ortaya koyuyordu. Durum oldukça kritikti. O sırada İslâm ordusu, daha yeni fethettiği Humus bölgesinde bulunmaktaydı. Ordu kumandanı Ebu Ubeyde, vaziyetten haberdar olur olmaz, derhal subaylarını ve kumandanlarını toplayarak bir danışma meclisi teşkil etti. Müzakereler esnasında bazıları, kadın ve çocukları şehirde bırakarak düşmanı dışarıda karşılamayı önerdiler. Diğer bir kısmı ise, bu fikre taraftar olmadılar. Baş kumandan Ebu Ubeyde: - "Öyle ise ahaliyi şehirden çıkaralım," diye yeni bir fikir ileri sürdü. Fakat kumandanların bir kısmı, bu fikre karşı çıkarak şöyle dediler: - Hayır, bunu yapmaya hakkımız yok. Biz ahaliye, barış ve âsâyiş içinde yaşatmak şartıyla koruma garantisi verdik. Bu taahhüdümüzü ihlâl edemeyiz. Nihayet oy birliğiyle, Şam'a dönülmeye karar verildi. Ebu Ubeyde, ordunun Hazinedarını çağırarak, Humus'taki halktan cizye(vergi) olarak alınan paraların iade edilmesini emretti. Emrin sebebini de şöyle açıkladı: - Bizler vergiyi onlardan, kendilerini düşmanlarına karşı savunmak için almıştık. Mademki himaye edemeyeceğiz; paralarını iade ederek kendilerini himaye edemeyecek durumda olduğumuzu bildirmemiz lâzımdır. Toplanmış olan yüzbinlerce altın, derhal gayr-i Müslim ahaliye dağıtıldı. Halk, Müslümanların bu hareketinden son derece duygulanmış ve "inşâallah tekrar döner, bize yeniden hâkim olursunuz" diye candan ve gönülden dileklerde bulunmuşlardı. İslâm ordusu bu hareketî yalnız Humus'ta değil, önce fethedip sonra çekilmek zorunda kaldığı bütün beldelerde tatbik etmiştir. Dünya tarihinde hâkimiyeti altına aldığı şehirlerden himaye şartıyla topladığı vergileri, şehri koruma imkânı kalmadığı zaman, ahaliye geri ödeyen bir başka adalet anlayışı gösterebilir mi? Dünyada hangi millet başka bir devletin hâkimiyeti altına girmeyi can-ı gönülden arzu eder! İşte ancak İslâm'ın adaletli yönetimidir ki birçok milletleri kendi rızalarıyla hâkimiyeti altına almış ve asırlar boyunca onlara bağımsızlık isteğini aratmamıştır. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 17 Mart 2007 - 10:20 KUDÜS'ÜN FETHİ
Tarih, Milâdi 637 ... Kudüs şehri Amr bin Âs kumandasındaki İslâm ordusunun kuşatması altında bulunmaktadır. Teslim olmaktan başka hiçbir çare kalmadığını gören düşman, barışa razı olmakta; fakat anlaşmaya bizzat Halife'nin imza koymasını şart koşmaktadır. Amr, durumu derhal halife Hz. Ömer'e bildirdi. Hazret-i Ömer, haberi alır almaz hızla Kudüs'e doğru yola koyuldu. Kudüs, Müslümanlar için değerli ve kutsal bir beldeydi. Müslümanların bir ara kıblesi olan Mescid-i Aksâ buradaydı. Resûlüllah Efendimiz, Mi'rac gecesi buradan semalara yükselmişti. Kâbe'den sonra en eski ibadet evi idi Mescid-i Aksâ... Bu yüzden Hazret-i Ömer, bu beldenin kan dökülmeden alınmasını ve bir an evvel Müslümanların eline geçmesini şiddetle istiyordu. Bütün meşakkatleri göze alarak Kudüs'e doğru yola koyulmasının sebebi de buydu. Halife, Kudüs şehrinin yakınlarında bulunan Cabiye adlı mevkide parlak bir askerî törenle karşılandı. Orduda bulunan kumandan ve subayların hepsi de yeni, sırmalı elbiselerini giymişler, kılıçlarını takınmışlar, haşmetli bir manzara içinde halifeyi istikbâl etmişlerdi. Subayların bu debdebeli hali, Hazret-i Ömer'i bazı endişelere sevketmişti. Dünyanın aldatıcı güzelliği ve zehirli bir bal hükmünde olan şan ve şöhreti, onların kalblerini mi kaplamıştı yoksa? İslâm ordularının devamlı zaferden zafere koşması; Müslümanlarda, bilhassa yönetici kadroda, İslâm'ı yaşama hususunda bir lâkaydlığa mı sebep olmuştu? Müslümanlar kendilerini lüks ve israfa mı kaptırmışlardı? Eğer durum öyle idiyse, bu fetihlerin sonu yakın demekti... Hazret-i Ömer'in bu endişelerini ferasetleriyle hisseden subaylar, ona, bu sırmalı elbiseler altında hâlâ kılıçlarını taşıdıklarını, ruhlarının her türlü maddî menfaatin üstünde Allah'ın adını yüceltme aşkıyla yandığını, millî ve dini değerlerini asla terk etmediklerini bildirdiler. Halife bu açıklamadan memun kaldı. Endişelerine yer olmadığını anlayarak Allah'a şükür ve subaylarına: - "Öyle ise elbise değiştirmekten bir şey çıkmaz. Yeter ki bu debdebe ve süse kalbinizle meyletmeyiniz." dedi. Hazret-i Ömer Cabiye'de birkaç gün kalmış ve Kudüs anlaşmasını burada imzalamıştır. İmzadan sonra Kudüs şehrinin idaresini devr almak üzere şehre doğru hareket etti. Medine'den beri süren uzun yolculuk sebebiyle bindiği atın nalları iyice aşınmıştı. Bu yüzden at, serbestçe yürüyemiyordu. Hazret-i Ömer, hayvana fazla eziyet vermemek için attan inip yayan yürümeye başladı. Yanındakiler müdahale ettiler. Halifeye binmesi için derhal süslü ve güzel bir at getirdiler. Hazret-i Ömer ona biner binmez, at birden şahlanıp kişnemeye başlamıştı. Huysuzlanıyordu. Atın bu hali, Hazret-i Ömer'in canını sıkmıştı. - Dur, biçâre mahlûk! Bu kibir ve gururu kimden öğrendin, diye söylenerek attan indi ve Kudüs'e varıncaya kadar da bütün ısrarlara rağmen, başka hiçbir ata binmedi. Kudüs halkı, idarecileri, ruhanî reisleri; şehrin giriş yerine toplanmışlar, cihana hükmeden İslâm devletinin şanlı ve haşmetli başkanını bekliyorlardı. Hazret-i Ömer'in Kudüs'e yaya olarak toz toprak içinde girmesi ve üzerinde görkem ve debdebeden hiçbir alâmet olmaması, onları âdeta şok etmişti. Debdebeli ve ihtişamlı bir devlet reisi görmeyi beklerken, karşılarına kılığı, kıyafeti, yaşayışı ve her şeyiyle tam bir halk adamı çıkmıştı. İslâm ordularının bu derece başarı kazanma sebebi, gayet açık olarak ortadaydı. İdarecileriyle halkı böylesine kaynaşıp bütünleşen bir devletin, dünyanın başına geçmemesi, bütün insanlığı kendine hayran bırakmaması hiç mümkün müydü? Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 17 Mart 2007 - 10:23 Hz. ÖMER, NEDEN KİLİSEDE NAMAZ KILMADI?
İslâm'ın âdil Halifesi, gayrı Müslimlere geniş bir din hürriyeti tanıdığı Kudüs'ü teslim şartnamesinde şöyle diyordu: - "Bismillâhirrahmânirrahim. Allah'ın kulu ve mü'minlerin emîri bulunan Ömer tarafından bura halkına verilen dokunulmazlık belgesidir: Mü'minlerin emîri, hasta olsun, sıhhatte bulunsun, bütün insanlara mal ve can güvenliği konusunda ve mâbed ve haçları ve dinlerine ait diğer bütün işlerde, emniyet içinde olacaklarına dair garanti verir. Halkın kiliseleri tahrip edilmeyeceği gibi, mesken ve camiye de çevrilmeyecek; ne sahip oldukları haklar azaltılacak, ne mal ve mülklerine el uzatılacak, ne mezhepleriyle ilgili hususlarda bir zorlama yapılacak ve ne de içlerinden biri herhangi bir şekilde zarar görecektir." Bu belgenin imzalanmasından sonra Hazret-i Ömer, sağ tarafında Patrik Sofranius bulunduğu halde Kudüs'e girmiştir. Hazret-i Ömer, Kudüs'te iken, Müslümanların imzaladıkları dokunulmazlık antlaşmasına ne derece bağlı kaldıklarını gösteren enteresan bir hâdise cereyan etmiştir. Halife Hazret-i Ömer'le Patrik, Kıyamet Kilisesini ziyaret etmekte bulundukları bir sırada, namaz vakti gelir. Patrik, namazı hemen oracıkta, kilisenin içinde kılması için Hazret-i Ömer'e ricada bulunur. Fakat Hazret-i Ömer, bu ricayı kabul etmeyerek, namazı kilisenin içinde kılmaz. Dışarı çıkarak avluda kılar. Patrik, Hazret-i Ömer'den bu şekilde hareket etmesinin, yani, namazı içerde kılmayıp, dışarıda kılmasının sebebini sorar. Hazret-i Ömer'in verdiği cevap son derece düşündürücüdür: - Eğer ısrarlarınıza uyarak namazı kilisenin içinde kılsaydım, belki ilerde Müslümanlar, "Ömer burada namaz kılmıştı" diyerek kiliseyi camiye çevirmeye kalkabilirlerdi. Böyle bir durumda ise, size verdiğimiz, "mâbedlerinize dokunmamak" söz ve ahdimize aykırı düşer. Kur'an bize, verdiğimiz söz ve yaptığımız andlaşmaları yerine getirmeyi emrediyor. Bu sebeple ben, içeride namaz kılıp da ilerde andlaşma şartlarını bozmaya sebebiyet verecek bir durum ortaya çıkarmak istemedim. Patrik, Hazret-i Ömer'in bu cevabı karşısında derin düşüncelere dalar... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 17 Mart 2007 - 10:24 MALAZGİRT SAVAŞI NASIL KAZANILDI?
Malazgirt Savaşı, İslâm âleminin kaderiyle yakından alâkalı bir savaştı. Ya kazanılıp Bizans'ın kolu kanadı kırılacak, İslâm ülkeleri üzerinde beslediği kötü niyetler önlenecek ve Anadolu'nun İslâm fetihlerine açılması tam olarak gerçekleşecekti. Yahut da bunun tersi olacaktı. İslâm âlemi de bu önemli neticenin farkındaydı. Bizans ordusu, Alparslan'ın ordusundan asker sayısı ve harp malzemesi yönünden çok üstün vaziyetteydi. bu durumdan Alparslan endişe duyuyordu. Fakat teselli bulduğu nokta şuydu ki, gerek askerleri, gerek kumandanları aynı ülkü ve gaye etrafında birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmişlerdi. Hepsinin de bağlandığı ilke şuydu: "Allah yolunda şehid veya gazi olmak" , "İ'lâ-yı Kelimetullah için düşmanla savaşmak." Üstelik arkalarında bütün İslâm âleminin maddî ve mânevi desteği de vardı. Halife, bizzat bütün İslâm ülkelerine, camilerde okunmak üzere şu hutbe ve dua metnini yollamıştı. "Allahım! İslâm sancağını yükselt ve İslâma yardım et. Şirkin başını ezmek ve kökünü kazımak suretiyle onu mahvet! Sana itâat yolunda canlarını feda edip, kanlarını sana kulluk için esirgemeyen mücahidleri, kuvvetlendirerek yurtlarını emniyet ve zaferle doldur. Yardım ve inâyetini İslâm ordularından eksik etme... Müminlerin Emîrinin açık bir delîli olan Şehinşâhü'l-A'zam'ın (Alparslan'ın) senden dileğine yardımını esirgeme ki O, bu sayede Senin hükmünü yürür, şânını yayılır kılsın ve zamanın güçlükleri karşısında kolayca yerinde tutunabilsin. Senin dinini şerefli ve yüce tutabilmek için onu, lütuf desteğinden mahrum etme. Rabbim, O, nasıl Senin dâvetine uyup dininin korunmasında gevşeklik göstermeden emirlerine boyun eğmiş ve düşmanlarına bizzat karşı koyarak İslâm'a hizmet için geceyi gündüze katmışsa, Sen de ona zafer kısmet eyle. Dileklerinde ona yardımcı ol. Kaza ve kaderini onun lehine tecellî ettir. Onu öyle bir koruyucu zırh ile kuşat ki, düşmanların her türlü kinlerini def etsin ve lütfunla bu koruyucu, onu en sağlam ellerle muhafaza etsin. Yapmak istediği herşeyi ona kolay kıl. Tâ ki onun kutsal cihadı, zaferden ışık alsın. Ey Müslümanlar, doğru bir niyet, dürüst bir azim ve Allah'tan korkan temiz kalblerle ve ihlâs bahçesinden kısmet alan inançlarla, onun için Rabbinize yalvarıp yakarınız! Çünkü noksanlardan uzak olan yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey Muhammed, onlara 'duanız olmasa Rabbim size niçin değer versin de ..." (Fürkan sûresi, âyet:77) Onun güçlü ve kuvvetli olarak düşmanlarını yenmesi, sancağını yükseltip zaferlerin en son derecesine erişmesi ve gayesine nail olması hususunda Allah'a dua ve niyazda bulununuz. Allah'ım, onun bütün güçlüklerini kolaylaştır ve şirki, onun önünde ona boyun eğdir!" Bu hutbe, bütün İslâm dünyasında okunmuş ve aynı anda yüzbinlerce el, Selçuklu Sultanının zaferine dua için semaya kalkmıştır. Ne ulvî ve haşmetli manzara... O gün İslâm kardeşliği duygusu bütün benlikleri kaplamış, bütün gönüller aynı ruh ve îmanla çarpmıştır. Anadolu'nun kapısını İslâmiyete açacak olan bu savaşın mübarek kahramanları arasında, Türklerin haricinde, birçok Müslüman devletlerin askerleri de vardı. Pek çok Müslüman Kürt beyleri ve Arap emirleri, bu büyük cihad için Alparslan'ın emrine girmişlerdi. Bütün insanları ırk, renk, dil gibi farklılık unsurlarını bir tarafa bıraktırarak ulvî bir ideal ve evrensel bir gaye etrafında toplayan İslâmiyet, Malazgirt ovasında da Türk'ü, Kürd'ü, Arab'ı aynı ülkü etrafında omuz omuza kenetlemişti. İdeal: Allah'ın rızasını kazanmak, Allah'ın ismini cihana yaymak ve yüceltmekti... Daha önce, Alparslan'ın imamı Buhâralı Mehmed bin Abdil-Melik, Sultan'a şu teklifte bulunmuştu: - Ey Sultan! Sen, Allah'ın zafer va'deylediği İslâmiyet uğrunda cihad yapıyorsun. Bütün Müslümanların, minberlerde dua ettiği Cuma günü savaşa giriş. Ben Allah'ın, zaferi senin adına yazdığına inanıyorum. Alparslan da bu teklifi gayet yerinde bulmuş ve savaşı binlerce Müslümanın ellerinin yardım ve zafer dualarıyla semaya doğru uzandığı, Cuma namazı sonrasına bırakmıştı. Cuma namazı kılındıktan sonra Alparslan, beyazlar giyindi, atından inerek secdeye kapandı, Allah'a şu şekilde niyazda bulundu: "Ya Rabbi, Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ey Rabbim, niyetim halistir. Bana yardım et. Sözlerimde hilâf varsa, beni kahret. Eğer kalbimdeki düşüncelerimi bu dilimle söylediğim sözlerime uygun bulursan, düşmanlara karşı giriştiğim bu mücadelede benden yardımını esirgeme, her zorluğu bana kolay yap.." Bu niyazdan sonra başını secdeden kaldırarak beylerine ve askerlerine hitaben şu muhteşem konuşmasını yaptı: "Burada Allah'tan başka bir sultan yoktur. Emir ve kader tamamiyle O'nun elindedir. Bu sebeple, benimle birlikte savaşmakta ya da savaşmamakta serbestsiniz." Bu yürekten kopup gelen îman ve ihlâs dolu sözler, askerleri ve kumandanları coşturmaya yetmişti. Hep bir ağızdan "Asla emrinden ayrılmayacağız, Sultanım!" diye karşılık verdiler. Artık ortalık ana-baba gününe dönmüştü. Sevinç içinde ağlaşanlar, birbirlerinden helâllik dileyenler, Allah'a bütün samimiyetleriyle yalvarıp yakaranlar... Bu arada son hazırlıklarını da tamamlayan Sultan, atına bindi ve askerlerine son söz olarak şu hitabı yaptı: "Ey askerlerim, eğer şehid olursam, bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Melikşah'ı yerime tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak, önümüzde çok hayırlı günler olacaktır." İşte Malazgirt meydan savaşı bu îman, bu ruh ve bu mânevî potansiyelle kazanılmış, Müslüman Türklere Anadolu'yu vatan yapacak olan fetihlerin anahtarı hükmündeki bu muhteşem zafer, böyle parlak bir îman ve kahramanlıkla destanlaştırılmıştır. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 18 Mart 2007 - 12:10 GAZİ KOVAN
Mart 1921 İnönü Ovası insanın iflahını kesen buz gibi bozkır ayazında Ethem Çavuş'un sırtı üşüyor, avuçları ise kızgın mermi kovanlarına çıplak elle dokunduğu için alev alev yanıyordu. Top atışı on sekiz saattir durmaksızın sürüyordu. Ethem Çavuş, 75 mm'lik topu durmaksızın dolduruyor, her seferinde besmele çekip keşif kolundan bildirilen menzillere kıyamet yağdırıyordu. Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksadı. Merminin üzerine bir çaput sarılıydı. Çaputu sökerken avucuna kalem büyüklüğünde demir bir çubuk düştü. Çaputun ve çubuğun anlamını çözmeye çalışırken sarı metalden mermi kovanına kazınarak yazılmış yazıya gözü ilişti. Okumaya vakti yoktu. Mermiyi topa sürüp ateşledi. Demir çubuğu cebine, boş kovanını ise bu sefer sandığa değil yere attı. Birkaç dakika sonra soğumuş olan kovanı kaybolmaması için yerden alıp mintanının yakasından içeri attı. Akşam ezanı vaktinde çarpışma durulmuş, mevzileri ileri, düşman hatlarına doğru ilerletme emri gelmişti. Batarya komutanı, Ethem Çavuşa istirahat verdi. İlk iş olarak boş kovanı çıkarıp üzerindeki yazıyı okudu. Kovanın üzerinde "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4.Alay 2.Tabur 8.Batarya 26 Rebiyülahir 1339*İnönü" yazıyordu. Birinci İnönü savaşının en kızgın günlerinden birinde düşülmüş not ve mermiyle gelen demir çubuk, İmalat-ı Harbiye atölyelerinde çalışanların bir mesaj istediğini gösteriyordu. Boşalan kovanlar Ankara'daki atölyelere yollanır, oradan tekrar doldurulup cepheye dönerdi. Üç saat sonra gecenin iyice çökmesiyle savaş tamamen durulmuş, birlikler yeni mevzilerine yerleşmişti. Ethem Çavuş, cebindeki demir çubuğu çıkarıp bir köşeye oturdu. Ucu sivriltilmiş çubuk, bakır ustalarının "kalem" dedikleri, metal üzerine desen oymaya yarayan keskin bir aletti. Eline yumruk büyüklüğünde bir taş alarak hafif tıklamalarla kendi mesajını kovana kazıdı. "Aksekili Ethem Çavuş 8.Alay 3. Tabur 1.Batarya 20 Recep 1339** İnönü" Beş gün sonra Ankara Atölye'nin bir köşesinde cepheden gelen sandıkları açan kalfa, tezgâhlardan birinde harıl harıl çalışmakta olan ustaya seslendi: Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin heyecanı vardı. "Kâmil Usta! Müjdemi İsterim! Senin yavru cepheden dönmüş!". Hepsi sandıkların olduğu kısma koşturarak kovanın üstündeki yazıyı okumak için toplandılar. Tabii ki bu şeref Kâmil Ustaya aitti. Yüksek sesle Ethem Çavuşun notunu okudu. Atölyede bir bayram havası esmişti. Tüm çalışanlar, Kâmil Ustayı yeni baba olmuş biriymiş gibi kutluyor, hayır duaları ediyorlardı. Ustalar, İş tezgâhlarından birinin başında toplandılar. Kâmil Usta kovanın ağzının eğilen yerlerini düzeltip özenle kapsülünü yeniledi. İçine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına oturttu. Mermi hazır olunca, Ethem Çavuşun kovanın içinde geri yolladığı çelik kalemi yeni bir çaputla merminin üzerine sardı. Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni doldurulan bir sandığa yatırdı. Çalışanlar hep bir ağızdan "Allah kavuştursun" diyip işlerinin başına döndüler. Kâmil Usta, halen açık duran sandığa yatırdığı mermiye hüzünle bakıp "Selametle git aslanım. Allah muvaffak etsin. Çok bekletme bizi" dedi. Kovan, Birinci İnönü savaşı sıralarında üzerindeki ilk notla Kâmil Ustanın eline geçtiğinde bu fikir doğmuştu. Karahisarlı Seyfi Çavuşun başlattığı bu geleneğin süreceğinden emin değildi; ama denemeye değerdi. Nitekim Aksekili Ethem Çavuş umutlarını boşa çıkarmamıştı. Cephede patlayan her merminin kovanı buradaki ustaların elinden geçtiğine göre bir aksilik olmazsa yeniden görüşeceklerdi. Eylül 1922 - Ankara Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz kere daha atölyeye uğradı. Üzerindeki mesajların sayısı da sekize ulaşmıştı. Mesaj yazanların sekizi de başka alay ve taburlardan farklı kişilerdi. Kovan her defasında atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatıyor, istiklâl savaşının her zorlu durağından Ankara'ya barut, kan ve zafer kokusu taşıyordu. Türk ordusunun İzmir'e girdiği gün Ankara'da bayram havası eserken kovan yeniden gelmiş, ama bu sefer tüm atölyeyi yasa boğmuştu. Kovanın içinde, çelik kalemin yanı sıra bir mektup ile bir tane de bakır künye vardı. Kovanın üzerine kazınmış dokuzuncu notta; "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8.Batarya 12 Muharrem 1341*** Banaz" yazılıydı. Atölyedekiler mektubu açıp okumaya koyuldular; "Bismillahirrahmanirrahim. Selamün aleyküm gayretperver ustalar. Allah'a şükürler olsun ki mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk ordusu beş gündür durup dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel İzmir'e, kalplerimizdeki imânımız kadar yakınız artık. İki gün evvel Banaz'daki muharebede bataryamın çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın kurşunuyla şahadete ermiştir. Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden önce mintanının içinde bu kovanı buldum. Malumunuzdur ki vefat eden neferin künyesi ailesine yollanır. Lâkin beş gün önce Karahisar'ı ele geçirdiğimizde,Seyfi Çavuş'un ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk evladı kederini yüreğine gömüp anacığını, babacığını defnedemeden düşmanın peşine düştü. Üç gün sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu.Kovandaki yazılardan anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de sizler olmuşsunuz. Bu sebeple Seyfi Çavuşun künyesini sizlere yolluyorum.Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden, Fatihalarınızı aziz şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun. Yüzbaşı Muhsin Talât 4.Alay 2. Tabur 8. Batarya 14 Muharrem 1341 Salihli " Mektup bittiğinde tüm personel ağlıyordu. Atölyeye bir ölüm sessizliği çökmüştü. Hiç tanımadıkları halde iki satır yazıyla kardeş oldukları Seyfi Çavuşun ardından Fatiha okuyup amin dediler. Kamil Usta yutkunarak tezgâhının başına oturdu. Kovanı yeniledi ama bu sefer, minik iki perçinle Seyfi Çavuşun künyesini kovanın dibine çaktı. Yine her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırdı. Oysa o mermi bir daha düşman mevzilerine gönderilmeyecekti. Ocak 1923-Ankara Savaşın bitmesinin ardından Ankara'daki mühimmat depolarında sayım ve temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor, mermiler sayılıp yeniden sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir cephaneliğe gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vâsıf, Kâmil ustanın hazırlayıp kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının belki de yıllarca- sandıkların İçinde kalmasına gönlü elvermedi. Ciddi bir suç işliyor olmayı göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna kadar mermiyi bir anı olarak saklamaktı. 29 Ekim 1923 - Ankara Teğmen Hamdi Vâsıf Ankara kalesine çıkan dik sokakları koşarak tırmanıyordu. Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı. Yarım saat önce 20:30 sıralarında meclisten, cumhuriyetin ilan edildiği duyurulmuştu. 101 pare top atışıyla cumhuriyet kutlanıyordu ve Seyfi Çavuş'un mermisi bu şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki de sekseninci atışta topçuların yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat'ın yanına giderek sert bir asker selamı verdi. "Hamdi Vâsıf Edirne! Bir maruzatım var komutanım" Yüzbaşı sorar gözlerle genç subaya bakıyordu. "Evet teğmenim? Sizi dinliyorum" Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı. "Yüzbirinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım. Müsaadenizle bu şerefi ondan esirgemeyelim" Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamamıştı. Sevinç gözyaşlarını tutamadı. O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti. Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp surun üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam ediyordu. 82, 83, ...97, 98, 99... On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş "Yüzüncüyü attık komutanım" diyince, Muhsin Talat, kovanı topun yatağına kendi elleriyle sürerek ateş emrini verdi. Subayların kılıçlarını çekerek selamladığı o son top sesi Ankara'nın her duvarından yankılanıp dört yıllık istiklâl savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki. Rütbe ve mevkilerine bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak birbirlerini kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vâsıf sarıldılar. Kovan ayaklarının dibindeydi. Yüzbaşı eğilip saygıyla kovanı yerden aldı. Avuçlarının yanmasına aldırmadı bile… Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 18 Mart 2007 - 12:15 OSMANLI ZEKASI..
Yavuz Sultan Selim zamanında, İran şahı kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor Sultan Selim'e. Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor.Fakat bir de pis bir koku yayılıyor. Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor. Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyooooor.. Yani Osmanlıya acayip bir hakaret!!!!! Cihan padişahı emir veriyor, "herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermeliyiz" Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor. Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor. İçine o zamanın Osmanlı İstanbul'unda imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir pusula ve bir satır yazı. Gönderiyor... Şah sandığı açıyor. Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum. Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce, sonra oradakilere ikram ediyor. Kutunun içindeki pusulayı Şah okuyor: "Herkes yediğinden ikram eder"!!!!! Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 18 Mart 2007 - 12:17 YAVUZ SULTAN SELİM
Macar elçisi devlet meselelerini görüşmek üzere Yavuz Sultan Selim'in huzuruna girerken büyük padişah kılıcının yarısını kınından çıkarır. Elçi huzurdan çıkana kadar bu durum devam eder. Ne zaman elçi huzurdan çıkar Yavuz da kılıcını kınına sokar. Daha sonra elçi ülkesine döndüğü zaman büyük bir merak ile hemen sorarlar :" Padişah nasıl biriydi, nasıl birine benziyordu biraz bahsetsene ...." Elçi şu cevabı verir :" Kılıcının parıltısı o kadar fazlaydı ki yüzünü bir türlü göremedim. Daha sonra bu haber kıymetli hünkar Yavuz Sultan Selim'in kulağına varır. Bunu duyan padişah memnun bir ifade ile şu tarihi sözleri sarfeder :" İşte görüyorsunuz. Eğer bu kılıç kınına girmezse onların boynu eğik olur. Ne zaman ki kılıç kınına girer işte o zaman bizim boynumuz bükülür, onların başı dikilir" Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 18 Mart 2007 - 12:19 Eski Türklerde Askerler savasirken arkadan gelecek herhangi bir saldiriyi
kontrol edebilmek için sirtlarini bir agaca, kaya veya tasa vererek ok atarlarmis. Atalarimiz genelde bozkir hayat yasadiklari için bu sirt dayanan nesne genelde bir tas veya kaya olurmus, yillar sonra bu sirt dayanan tasin ismi ARKA-TAS dan ARKADAS seklinde dilimize yerlesmis ve bugün bile güvenebilecegimiz bizi arkadan vurmayacak olan samimiyetine güvendigimiz kisilere verdigimiz isimdir. Ask ve arkadaslik bir gün yolda karsilasirlar. Ask,kendinden emin bir sekilde sorar; ben senden daha samimi ve daha cana yakinim sen niye varsin ki bu dünyada? Arkadaslik cevap verir: "Sen gittikten sonra biraktigin gözyaslarini silmek için...." Hiç bir zaman arkadasiz kalmaman dilegiyle. Bütün sevdiklerinize ithafen Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 18 Mart 2007 - 12:23 * Edirne'deki Süleymaniye cami yapımında Mimar Sinan'ın caminin
ortasında oturmuş nargile içerken gören işçiler homurdanarak : - ulan biz burda çalışıyoruz adam orda oturmuş keyif yapıyo! derken Sinan olaya girer.. - sesin caminin her yerine eşit olarak dağılıyor mu diye hesaplıyorum !! Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 18 Mart 2007 - 12:23 Show TV'deki ateş hattı programında reha muhtar prens Charles'ın
Müslüman olduğu yönündeki söylentileri eleştirmektedir. konuyu diyanet işleri başkanıyla tartışmaktadır: -efenim prens Charles'ın Müslüman olduğunu söylüyorlar. peki ama öyle bir adamdan Müslüman olur mu? -olur tabi neden olmasın? -ama efenim nasıl olur? -reha bey siz Müslüman mısınız? -tabi Müslümanım efendim. -siz namaz kılıyor musunuz? -hayır. -oruç tutuyor musunuz? -hayır. -içki içiyor musunuz? -evet. -e sizden nasıl Müslüman oluyorsa, ondan da en az sizin kadar Müslüman olur. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 18 Mart 2007 - 12:25 Hz.İbrahim kral nemrut tarafından ateşe atılmak üzeredir.Büyük ateş yakılır.Derken bir karınca kendi büyüklüğünce suyu taşıyarak ateşe doğru koşmaya başlar telaşlı telaşlı.Onun bu halini gören arkadaşları sebebini sorarlar ona telaşesinin.Oda onlara durumu izah eder İbrahim A.S mın atşe atılmak üzere olduğunu suyu ateşi söndürmek için taşıdığını söyler.Herkes gülmeye başlar bu kadarcık suyla dağ gibi ateşi nasıl söndürebileceği konusunda dalga gecer onunla.Karıncada onlara ''en azından hangi tarafta olduğumu göstermiş olurum''.der!!!
Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 18 Mart 2007 - 12:29 KAHVE
Kahve bilindigi gibi Yemenli cobanlarca (Afrikali cobanlarda derler) bundan yillar once farkina varilip insanlar tarafindan kullanilmaya baslamistir.Biz Turkler de o bolgelere hukum surdugumuz icin kahveyi kendimizce gelistirip damak tadimiza uygun hale getirmisiz.Peki bati nasil tanisti kahveyle ?? 2. viyana kusatmasindan sonra ordularimiz cekilmeye baslamisti (askerlerimiz kahveyi uyanik kalmak ve enerjik olmak icin icerlerdi) yanlarinda cuvallar icinde olan kahveyi gereksiz yuk olacagi icin orada birakirlar.Askerimizden sonra bolgeye gelen avusturyalilar bu cuvaldaki kahveleri at deve yemi sanarlar sonra olayin farkinda olan koyluler Turklerin bunu kaynatip ictigini soylerler ve bati kahveyle tanismis olur.Belkide batida soylenen Turkish coffee kelimesi bu sebeptendir. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 23 Mart 2007 - 00:49 Doğu Türkistan'ı bütünüyle yutmaya hazırlanan Çin, "Türkistan" ve "Uygur" kelimelerine bile tahammül edemiyor
Esaretteki Son Türk Yurdu 1878'de tümüyle işgal ettikleri Doğu Türkistan'a, "gasp edilen yeni ülke" anlamına gelen "Şin-cian" adını veren Çinliler, o günden bugüne inanılmaz vahşet ve katliam örnekleri sergilediler. Binlerce yıllık tarihî Türk yurdu olduğu, kadim Çin kaynaklarınca bile mevsuk (belgeli) olan bu topraklarda, dünyanın görmezden geldiği, dramatik bir varlık mücadelesi yaşanıyor. Asya kıtasının ortasındaki bir Türk yurdu, "Doğu Türkistan", acı olaylarla dünyanın gündemine gelmeye devam ediyor. Adriyatik'ten Çin seddine Türk dünyası şeklinde ifade edilen çok geniş coğrafyanın en güzel kesimlerinden biri de Doğu Türkistan'dır. Türkler'in bozkır hayatından yerleşik hayata geçişlerinde önemli bir beşik vazifesi gören bu bölgede, Türk kültür ürünlerinin en muhteşemlerinin ortaya konulduğunu görmekteyiz. Çinliler, 1878'de işgal ettikleri güzel Türk yurduna, zorla ele geçirilen yeni ülke manasına gelen "Hsinchiang" (Türkçe okunuşu Şin-cian) adını verdiler. Bu şekilde binlerce yıllık bir Türk yurdunu sahiplenişlerini de, yeni ad koymak suretiyle dünyaya göstermeye çalışıyorlardı. Ama, dünya kamuoyu, söz konusu ülkenin Türklere ait olduğunu, her yönüyle tamamen biliyordu. Bu yüzden doğu veya Şarkî Türkistan; Batı literatüründe bile "Eastern Turkestan" şekliyle kullanılmaya devam etti. Geçen asrın sonu ve bu asrın başında çok sayıda batılı ilim adamı ve diğer görevli kişiler, Doğu Türkistan topraklarını ziyaret ettiler (bunlardan en meşhurları A. Stein, P. Pilliot, S. Hedin, A.V. Le Coq' dur). Onlar sayesinde modern dünya, bu güzel ülkeyi tanıma fırsatı buluyordu. Fakat yine onlar sayesinde, gerek arkeolojik, gerek yazma eserler gibi tarihî zenginlikler, Berlin, Londra, Paris gibi büyük Avrupa şehirlerinin müzelerine kaçırılıyordu. Gaflet ya da kasıt!.. Ancak, hiç değilse doğu Türkistan ismi kullanılıyor, burasının tarihî Türk yurdu olduğu inkâr edilmiyordu. Ne var ki; 1949'da komünistlerin iş başına gelmesiyle Doğu Türkistan tamamen ezildi. Katliamlar, eskisinden çok daha kötü bir şekilde devam etti ve halen de ediyor. Doğu Türkistan dramının bir başka üzücü yanı daha bulunmaktadır. O da, Doğu Türkistan tabiri yerine, yabancı ve yerli basında Çinlilerin verdiği Hsinchiang (değişik transkripsiyonları Xin-kiang, Sin-kiang) isminin kullanılır hale gelmesidir. Özellikle son 20-30 yıldan beri, dünyanın önde gelen basın ajansları, Xin-kiang adıyla haberler yayınlamaktadır. Bundan daha da üzücü olanı, ülkemizdeki yazılı ve görüntülü medyanın büyük bir kısmının da bu ismi kullanmasıdır. Yabancı ajansların etkisi altında kalabilirler, ama hiç mi tarihî gerçekleri araştırmazlar? Böyle yapmakla emperyalist Çin'in ekmeğine yağ sürmektedirler. Böylece doğu Türkistan adı unutulacak, yerine Hsin-chiang ifadesi yerleşecek ve dünya kamuoyuna; orada meydana gelen hadiseler, katliamlar ve diğer zulümler, Çin'in iç işi şeklinde takdim edilecektir. Orada yaşayan insanların Türk, Doğu Türkistan'ın da bir Türk yurdu oluşu, dünya basın ajanslarını fazla ilgilendirmeyebilir. Batı âlemi şimdi, Doğu Türkistan'da yeni bulunan petrol, doğal gaz ve diğer madenlerle daha çok ilgilenecektir. Fakat, Türkiye'de bazı yayın organlarının inatla "Sincan" ya da "Sin-kiang" kelimelerini kullanmaları, insanın içini sızlatmaktadır. Çin kaynakları ne diyor? Bir tarihçi olarak, Doğu Türkistan'ın en eski devirlerinden itibaren bir Türk yurdu olduğunu göstermek istiyoruz. Doğu Türkistan'da, dört-altı bin yıl öncesine ait, mumyalanmış insan cesetlerinin bulunduğu konusunda son zamanlarda haberler gelmektedir. Japonların ve Çinlilerin yaptığı antropolojik incelemelere göre, ortaya çıkan cesetlerin şekli, Türk tipine uyuyor. Tarihte, Doğu Türkistan'a çok ender de olsa Çin hâkimiyeti ulaşmıştır. Çevirdikleri entrikalar ve kandırdıkları bazı Türk boylarının yardımıyla geçici hâkimiyetler kurmuşlardır. Ancak, bunların hepsi semboliktir. Çinlilerin asırlar önce kendi tuttukları resmî kayıtlarda, Doğu Türkistan'ın Türk ülkesi oluşuna işaret edilmiştir. Yani, bugün oraya Şin-ciang adını vererek, Uygurları, Kazakları, Kırgızları vesair Türk gruplarını yok sayan Çin, iki bin yıldan fazla bir zaman öncesinde buraların, Türk boylarının hâkimiyetine girmiş olduğundan söz etmektedir. Zaten bugünün Çin haritasında ortalara düşen Tun-huang, o devirlerde Çin'in batısındaki en son sınır idi. Büyük Hun İmparatorluğu'nun hükümdarı Mo-tun, M.Ö. 201 yılından sonra, bütün Doğu Türkistan şehirlerini ele geçirip kendisine bağlamıştı. Bu durum birkaç yüzyıl devam etti. Türkistan şehirlerine Türk hükümdarları hâkim olunca, buralarda oturan veya gelip geçen Sogdlu tüccarlara gayet iyi davranılmaya başlanmıştı. Çinliler, henüz bu devirlerde Tun-huang şehrinden batısını tanımadıkları için burasını, adı geçen kavmin tüccarlarına sormak suretiyle öğreniyorlardı. Hun İmparatorluğu'ndan sonra, Afganistan'ın kuzeyi ile Batı Türkistan'ı içine alacak şekilde bir devlet kuran Akhunlar (350-558), Doğu Türkistan'ı da topraklarına katmışlardı. Yine, Doğu Türkistan, 552 yılında bağımsızlığını kazanan Göktürkler'in (542-745), Karadeniz'e kadar uzanan hâkimiyet sahasının tam ortasında yer alıyordu. Hattâ, Batı Göktürk Devleti'nin merkezi, bugünkü Karaşar'ın kuzeyinde idi. Doğu Türkistan'da hâkimiyet kurmuş olan Türk devletlerinin zayıflamaya başlamasıyla Kaşgar, Yarkend, Hoten, Turfan, Kuca, Karaşar gibi şehir devletçikleri, bağımsızlıklarını ilan için Çin'e hediyeler göndermeye başlamışlardı. Çinliler de kendilerine hediye gönderilmesini, söz konusu devletçiklerin kendilerine bağlanmak istedikleri şeklinde telâkkî etmişlerdi. İslâm'la şekillenen medeniyet Göktürk Devletinin zayıfladığı dönemlerde Karluk Türkleri, Tanrı Dağlarının kuzeyinden Doğu Türkistan'a sızmaya başladılar. Yine bu bölgeye 744 yılından itibaren de, hızla genişleyen Uygurlar hâkim oldular. Hattâ, burayı ele geçirmek üzere gelen Tibetlileri de geri püskürttüler. Bu devletin, 840'ta Kırgızlar tarafından ortadan kaldırılması üzerine Uygurlar ikiye ayrıldı. Bir kısmı Çin'in Kansu bölgesine giderken, önemli bir kütlesi de, önce Beşbalık'a, ardından da Kaşgar, Hoten ve diğer Doğu Türkistan şehirlerine yerleştiler. Aynı zamanlarda İslâmiyet bu ülkede hızla yayılmaya başladı. 940 yılında Karahanlı Devleti'nin İslâmiyeti resmî din olarak kabul etmesiyle, bütün ülke tamamen İslâma girecektir. İslâm medeniyetine bir de yerleşik hayata geçiş eklenince, Doğu Türkistan'da kültürel eserler meydana getirilmeye başlandı. Yazılı sanat ve edebiyat ürünleri, duvar resimleri ve binalara ilaveten, İslâmiyet'le birlikte, cami, külliye, medrese ve benzeri eserler inşa edildi. Türbeler vesair binalar da bunlara eklendi. Hattâ, Kur'an-ı Kerim Türkçe'ye tercüme edildi. Dîvân-ü Lügâti't-Türk ve Kutadgu Bilig gibi Türk dilinin en önemli klasikleri burada yazıldı. Kısacası, Uygur ve Karahanlı dönemlerinde, Türklüğün ve İslâmiyet'in en güzel damgaları, Doğu Türkistan'a vurulmuş oldu. Moğol hâkimiyeti XII. asrın sonu ve XIII. asrın başlarında kuzeyden gelen, Moğol asıllı Karahıtaylar, bölgeyi ele geçirdiler. Müslüman halka gayet iyi davrandılarsa da, onların adına hareket eden Nayman asıllı Nestûrî Hıristiyan Küçlük, özellikle Kaşgar'da büyük katliamlar yaptı. İslâmî kıyafetle gezmeyi yasakladığı gibi, müezzinleri minarelerden attırdı. Kulaklarını kestirdi. Onun yaptığı zulüm ve katliâmdan dolayı, Doğu Türkistan halkı, Cengiz Han'ın ordularını bir kurtarıcı gibi karşılamıştır. Cengiz Han'ın ölümünden sonra oğlu Çağatay'ın hissesine düşen Doğu Türkistan, uzun süre, bu adla anılan devletin idaresinde kaldı. Çağatay'ın soyundan gelenler kendi aralarında, Timuroğulları da kendi aralarında, Doğu Türkistan'a hâkimiyet için mücadele edip durdular. Halk, söz konusu mücadele ve çekişmelerden bıktı ise de, fazla büyük bir felakete sürüklenmedi. En sonunda, Saidiye adı verilen hanedan, bir süre bu bölgeye hâkim olduktan sonra, XVII. asrın başında, Hocalar Devri denilen yeni bir kargaşa dönemi başladı. Din adamlarının kendi aralarında anlaşamamaları yüzünden halk da bölündü. Ne yazık ki, yaklaşan Çin tehlikesinin farkına varamadılar. Çin tasallutu başlıyor XVII. asrın ortasında, yerli Ming hanedanını devirerek iş başına gelen Mançu asıllı Ch'ing hanedanı, Moğolistan ve Cungarya'nın işgalini tamamladıktan sonra, Doğu Türkistan'a yöneldi. 1754'te Kaşgar istila edildi. 1759 yılında Mançular, Doğu Türkistan'ı tamamen ele geçirmişlerdi. Çin esaretine karşı uzun süren mücadele, düşmanın kuvveti yüzünden başarıya ulaşamıyordu. 1826'da büyük bir ayaklanma oldu. Cihangir önderliğindeki bu hareketle Kaşgar ve birkaç şehir kurtarıldı ise de, ayaklanmanın lideri yakalanarak demir bir kafes içinde Çin'in başkenti Pekin'e götürülmüş, orada teşhir edildikten sonra öldürülmüştür. Buna rağmen Doğu Türkistan'daki bağımsızlık mücadelesi hiç durmamış, aksine daha da artmıştır. 1865'te Yakup Han, Batı Türkistan'da Ruslara karşı başarıyla mücadele ettikten sonra Kaşgar'a geçerek Yarkend'le birlikte bölgenin hâkimi olmuş ve bu bölgenin bağımsızlığını ilan etmiştir. Akabinde derhal, Osmanlı Devleti ve İngiltere ile temasa geçerek İstanbul'a ve Londra'ya elçiler göndermiştir. İstanbul'a gelen elçi Seyyid Yakub Hoca Töre, çok iyi karşılanmıştı. Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz Han'a bağlılığını bildiren Yakub Han, onun adına hutbe okutup para bastırmıştır. Fakat, çok uzun süren hazırlıklardan sonra yeniden harekete geçen Çin, Doğu Türkistan üzerine büyük bir saldırı düzenlemiş, bu sırada Yakub Han da vefat etmişti. Halefleri, birbirleri ile mücadele ederken, Çinliler zaten Doğu Türkistan'ı işgal etmişlerdi. 16 Mayıs 1878'de bunu resmen bütün dünyaya ilan ettiler. Yukarıda da söylediğimiz gibi Doğu Türkistan'a, 18 Kasım 1884'te Çin İmparatorunun emriyle Şin-ciang adını verdiler. 1911'deki demokratik devrimden sonra da, Doğu Türkistan'daki baskıcı Çin idaresi devam etti. 1931'de Kumul'da bir isyan patlak verdi. Bunu, 1933 yılındaki Hoten ve Turfan ayaklanmaları izledi. 12 Kasım 1933'te Şarkî Türkistan Türk İslâm Cumhuriyeti adıyla, Sabit Damolla başkanlığında Kaşgar'da yeni bir devlet kuruldu. Fakat Ruslar, sınırlarında, bağımsız bir Türk devleti istemiyorlardı. Hemen harekete geçtiler. Çinlilere askerî yardımda bulundukları gibi, yeni devletin önde gelen liderlerinden Hoca Niyaz Hacı'nın ihanet etmesini sağladılar. Neticede bağımsız devlet ortadan kaldırıldı. 1944'te yeniden bu sefer Kulca'da, 12 Kasım'da, bir devlet daha kuruldu. Bu devletin adı Şarkî Türkistan Cumhuriyeti idi. Bunun da başkanı Ali Han Töre oldu. 1949'daki komünist işgaline kadar, mücadele bütün hızıyla sürdü. Binlerce, yüzbinlerce kahraman, Doğu Türkistan'ın bağımsızlığı için can verdi. Çin, başaramayacak 1949'dan sonra Çin'e hâkim olan komünist yönetim, bir çığ gibi Doğu Türkistan'ın üzerine çöktü. Yakalanan çok sayıda lider katledildi, kaçabilenler Himalayalar'ı aşıp Hindistan'a, oradan da Türkiye'ye ulaştılar. 1955 yılının Eylül ayında, Şincan Uygur Otonom Bölgesi adını alan Doğu Türkistan'ın bir Türk yurdu olduğu gerçeğini perdelemek için zamanla Uygur ismi kaldırılıp, sadece Çince ismi kullanılmaya başlandı. Bir zamanlar adını dahi duymadıkları; ancak Sogdlu tüccarlardan sorup öğrendikleri Doğu Türkistan'ın, kadim Çin toprağı olduğunu iddia eden kıdemli emperyalist Çin, neticede halen bu ülkeyi işgali altında tutuyor. İşgali tamamlamak ve Doğu Türkistan'daki Türk varlığını tamamen yok etmek için buraya sürekli Çinli nüfus yerleştiren; baskı, zulüm ve katliâma devam eden Çin yönetimi, emeline ulaşamayacak. Çünkü, her şeye rağmen, Doğu Türkistan'da hürriyet ve istiklâl ateşi sönmedi. Mücadele şuurlanarak ve artarak devam ediyor. Doç. Dr. Ahmet Taşağıl/Tarih ve Medeniyet, Sayı 37 Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 23 Mart 2007 - 00:50 Gönül ister ki, Afrika'nın kuzeyinden Endülüs'e çıkayım
ve sonra Balkanlar üzerinden tekrar İstanbul'a döneyim!" Yavuz Sultan Selim (Mısır'ın fethinden sonra İstanbul'a dönerken) Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 23 Mart 2007 - 00:50 Eski Türkler (Yenileriyle karşılaştırmak acı verebilir)
Ne İdik, Ne Olduk Faziletliydik: Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik. Dürüsttük: Bir zamanlar, Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: "Türklerle alışveriş et, yanılmazsın." İtibarlıydık: Bir zamanlar, Hollanda Ticaret Odası'nın toplantılarında oylar eşit çıkınca, Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu. Temizdik: Yere bile tükürmezdik. Hatta, Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor: "Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür." Çevreciydik: Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için, saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez. Harama el sürmezdik: Fransız müellif Motray, 1700'lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar, arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir." Medeni idik: İngiliz sefiri Sir James Porter ise, 1740'ların Türkiye'si için şunları söylüyor: "Gerek İstanbul'da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır." Dosdoğruyduk: Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor: "Haksızlık, murabahacılık [aşırı kâr koyma, tefecilik], inhisarcılık [tekelcilik] ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan, çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır." Hırsızlık nedir bilmezdik: Fransız müellif Dr. Brayer, 1830'ların İstanbul'unu getiriyor önümüze: "Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul'da her sene azami beş-altı hırsızlık vakası görülür." Ubicini, Dr. Brayer'i şöyle doğruluyor: "Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu'nda ise hırsızlık ve cinayet vakaları olmadan gün geçmez." Naziktik: Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880'lerin "biz"ini anlatıyor bize: "İstanbul Türk halkı Avrupa'nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi, nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz." Cihana örnektik: Türkiye Seyahatnâmesi'yle meşhur Du Loir'un 1650'lerdeki hükmü şöyle: "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir." Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu. Hayata karşı saygılıydık: Bu konuda dilerseniz Elisee Recus'u dinleyelim, bize 1880'lerdeki halimizi anlatsın: "Türklerdeki iyilik duygusu, hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise, bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir." (Küçük Asya, c. 9) Hayırseverdik: Comte de Marsigli'yi tekrar dinleyelim: "Yazın İstanbul'dan Sofya'ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin, yolculara, bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum." Aynı müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor: "Fakat şunu da ifade etmeliyim ki, bu dindarâne hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve hatta bitkilere bile teşmil ederler." Bu tespiti, İslâm ve Türk düşmanı Avukat Guer misallendiriyor: "Türk şefkati, hayvanlara bile şamildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor: "Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar, sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar... Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür..." "Kaçık"lığın kaynağını da veriyor adam: "Birçokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk'e, bir gün, yaptığı işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi: 'Allah'ın rızasını tahsile [kazanmaya] yarar.'" Ne dersiniz? Galiba, geçmişimizden uzaklaşmak, bize çok pahalıya patladı. İşte sorulmaya değer ve cevaplanması elzem olan soru: "Bizde, o zaman var olup da bugün olmayan nedir? Nasıl kaybettik? Nasıl buluruz?" Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 23 Mart 2007 - 00:55 Osmanlı hoşgörüsüne çarpıcı bir örnek
Rum Patriği'ne Muhteşem Cenaze Merasimi Vefat eden Patrik Diyonisyos Efendi'nin cenazesinin kaldırılacağı gün, İstanbul'da gerçekten heyecanla beklenen kayık yarışları yapılacaktı. Ama, Yunan Büyükelçiliği'nin ricası üzerine, Sultan II. Abdülhamid, yarışları tehir ettirecek, böylece cenaze alayının sönük geçmesi tehlikesi ortadan kalkacaktı. Osmanlı Devleti'nin gayrimüslim tebaaya göstermiş olduğu hoşgörü, çok bilinen bir husustur ve tarih sahifelerinde bunun sayısız örnekleri vardır. Üstelik, yaşayanların yanısıra, gayrimüslimlerin ölüleri de aynı hoşgörüden pay almışlardır. Osmanlı'ın insan hak ve hürriyetlerine gösterdiği bu saygıdan en iyi şekilde faydalanan unsurların başında Rumlar gelir. Bir de günümüze bakalım. Türkiye ile Yunanistan arasında mevcut pek çok problemden birisi de, azınlıklar meselesidir. Daha doğrusu Türkiye'deki Rumlar için herhangi bir sıkıntı yoksa da, Batı Trakya'daki Türk azınlık, sahip oldukları haklardan tamamen mahrum bırakılmış bulunmaktadır. Bu çerçevede, trafik kazası süsü verilmiş bir cinayetle, Batı Trakya Türkleri lideri Sadık Ahmet öldürülmekte, halkın oyu ile seçilmiş müftü cezaevine atılmakta, Türkler'in okuma, seçilme, seyahat etme vs. gibi ene tabiî hakları ellerinden alınmakta, insanlara bulundukları yerlerde hapis hayatı çektirilmekte, velhasıl Batı Trakya Türk azınlığına, yaşama hakkı tanınmamaktadır. Bu tarz hareketleri her zaman sürdüren Yunanlılar'ın, aşağıda gelişimini aktaracağımız olaydan ibret almalarını diliyoruz. 1891 yılındayız. İstanbul'daki Rum Patriği Diyonisyos Efendi, bir müddetten beri yakalanmış olduğu hastalıktan kurtulamayarak vefat etmiştir. Cenazesi, 27 Ağustos 1891 Perşembe günü kaldırılacaktır. Fakat, aynı gün Moda'da, daha önceden programlanmış kayık yarışları yapılacaktır. Bu yarışlar, sıradan bir spor müsabakası olmayıp, bizzat elli altın gibi önemli bir meblağ ile katkıda bulunan Sultan II. Abdülhamid'in himayesinde gerçekleşmektedir. Ayrıca, tertip komitesi de, Bahriye Nâzırı Hasan Paşa ile İngiliz Büyükelçisinin başkanlıkları altında, üst seviye devlet adamları ve diğer elçilerden oluşmaktadır. Bu demektir ki, yarış günü, İstanbul'daki devlet daireleri ve sefarethaneler, Moda'ya gidilmek üzere boşalacak, halk da akın akın kayık yarışlarında yerini alacak, kısaca İstanbul'un kalbi o gün Moda'da atacaktır. İşte bu durum, Rumları hayli endişeye sevketmiştir. Çünkü, herkes kayık yarışlarında olacağından, cenaze merasimi çok sönük geçecektir. Bu endişe sebebiyle, Yunan Büyükelçiliği, 25 Ağustos 1891 tarihinde, Hariciye Nezareti'ne bir yazı ile baş vurmuştur. Yazıda özetle şöyle denilmektedir: "Sizin aracılığınızla yoluna girebilecek bir olayı arz etmeme müsaade buyurun. Rum Patriği'nin cenaze alayı, Perşembe günü yapılacaktır. İmdi, aynı gün Moda'da kayık yarışları da yapılacaktır. Söz konusu yarış aynı zamanda padişahın himayesinde gerçekleşmektedir. Bu hususu, padişah hazretlerinin nazar-ı dikkatine sunup, kayık yarışlarının birkaç gün tehiri için, zât-ı şâhânelerinin iradesi sağlanabilirse, Ortodoks tebaa minnettar kalacaktır. Cenaze alayının tehiri kabil olamayacağı aşikâr olup, halbuki kayık yarışı iki üç gün tehir edilebilirse, pek çok kişi cenaze bulunabileceğinden, alay çok şâşaalı olacaktır. Erteleme olmadığı takdirde ise, Perşembe günü herkes Moda'da bulunacaktır. Bu mülâhazalarımı çok özel bir surette arz ediyorum. İcabının yapılması, sizin reyinize bağlıdır. Yalnız, şunu belirteyim ki, tarafınızdan böyle bir teşebbüs yapılır ve zât-ı şâhâne de Moda kayık yarışlarının tehirini irade ederse, gerek Osmanlı, gerek ecnebî tebaası olan Ortodokslar, ziyadesiyle müteşekkir ve minnettar olacaklardır." Bütün Ortodokslar'ın hislerini yansıtan Yunan sefirinin bu isteği, Sultan II. Abdülhamid'e sunulmuş, padişah, konu ile ilgili iradesinde, lâzım gelenlerin yapılmasını emretmiştir. Bu çerçevede, cenaze, başta padişah yaverlerinden biri olmak üzere, üst seviye devlet görevlileri ve sefirlerin katılımı ile resmî bir törenle kaldırılacaktır. Dolayısıyla, kayık yarışları da bir başka güne bırakılmış olmaktadır. Ertesi günü yayınlanan Tercüman-ı Hakikat gazetesine bir göz attığımızda, cenaze merasiminin, Ortodoksları son derece memnun edecek tarzda şâşaalı geçtiği anlaşılmaktadır. Habere göre, 27 Ağustos 1891 Perşembe günü, İstanbul'da adeta resmî bir tatil günü yaşanmış, devlet daireleri, sefarethaneler, kançılaryalar, bankalar ve ticarethaneler hemen hemen boşalmıştır. Kayık yarışlarına gitmeye hazırlanan zevat, yarışların tehir edildiğini öğrenince, cenazeye katılmışlardır. Bu suretle, Rum Patriği, pek çok muteber kişinin katıldığı merasimle defnedilmiştir. Durumun, Ortodoks tebaayı son derece minnettar bıraktığı anlaşılmaktadır. Nitekim, Ortodoks cemaati mensupları adına metropolitler ve meclis-i muhtelit âzaları tarafından Adliye ve Mezahib Nezaretine gönderilen 29 Ağustos 1891 tarihli yazıda, Sultan II. Abdülhamid'in, cenaze vesilesi ile gösterdiği yakınlıktan duyulan şükran ve ubudiyet hisleri dile getirilmektedir. Hadise, günümüzden tam 105 yıl önce cereyan etmiştir. Geçen bir asır içinde ise, insanlardaki hoşgörü kavramının daha da geliştiği muhakkaktır. Hele XXI. yüzyılın eşiğinde, bu kavramın artık, dünya üzerindeki her toplumda yer etmiş olması gerekmektedir. Ancak, ne yazık ki, yüz yıl önce bizim, Ortodokslara gösterdiğimiz hoşgörünün binde birinin dahî bugün Yunanlılar tarafından, Batı Trakya Türklerine gösterilmediği ve bundan sonra da göstermeye niyetlerinin olmadığı, bir vakıâdır. Bakalım, Yunanistan tarihten ibret almayı ne zaman öğrenecek?.. Vahdettin Engin/Tarih ve Medeniyet, Sayı Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 23 Mart 2007 - 00:56 Bizans’ı Hortlatmak Ham Hayaldir
Son dört senedir hızlı bir artış gösteren Bizans’ı hortlatma gayretleri boş uğraşılardır. Bu ihanet çalışmalarını tek tek sayabilmem mümkün değildir. Bunların görünen kısmından daha çoğu, yani aysbergin su altı kesimi gibi, kapalı kapılar ardında geçenlerdir. Boğaziçi Üniversitesi’nde, ilmi araştırmalar adına Bizantoloji Kürsüsü kuruldu. Kürsünün bazı öğretim üyeleri, Amerika’da Syracuse Üniversitesi’nde bol burslarla okutuldu. Şu anda bu kürsü, Bizans kültürünü ortaya çıkarmak için canla başla çalışıyor. Olabilir zira kılıfı hazır: İlmi araştırma! Ardından, senelerdir cılız şekilde devam eden Bizans Sempozyumları düzenlenmeye başladı. 19-21 Ağustos 2001 tarihinde, Fransa’nın başkenti Paris’te, Milletlerarası Bizans Paneli düzenlendi. Türkiye’den üç bilim adamının davet edildiği bu panele, Hıristiyan âleminden 2000’e yakın bilim adamı davetliydi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bile, panelde bir müşahid bulunduramadı. 2002 Mart ayının ortasında, AKPM yani Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin 27 üyesi, meclis başkanlığına müştereken imzaladıkları bir karar tasarısı sundular. Bu zırva tasarı özetle, “Hıristiyanların mukaddes şehri olan Konstantinopl ve onda bulunan Ayasofya sahibine iade edilmelidir.” Bu zırva tevil kabul etmez. Ancak, söyleyenler milletvekili olursa, tahlil edilebilmelidir. 1-Son günlerde girebilmek uğruna yapmadığımız makyaj kalmayan Avrupa Birliğinin en önemli meselesi Hıristiyanlıktır. Yani Haçlılıktır. Demek ki “Haçlı Kulübü” diyenler yalan söylememiş. Halbuki İstanbul alınmadan önce, Bizans halkı Ortodoks idi. Papa ve bağlıları ise Katolik. Yani İtalya, Fransa, ispanya, Lehistan ve Macaristan Katolik devletlerden idi. Şimdi AKPM’ye dilekçe veren Macar parlamenterleri de, Katolik bir devletin vekilleridir. Davasını güttükleri Bizans ise Ortodoks idi. Fatih Sultan Mehmed Han, Türk kuvvetleriyle İstanbul’u muhasaraya başladığında, Bizans İmparatoru Dragazes, Din adına Vatikan’daki Papa’dan yardım dilendi. Papa’nın buna cevabı ise, bir nota halinde Kardinal İzodor ile İstanbul’a gönderildi: Cevap, “Sapık bir yol olan Ortodoksluktan dönüp de cennetlik olan Katolikliğe girerseniz size yardım ederim. Yoksa yardım beklemeyin.” Bunun üzerine Bizans halkı zorla Ayasofya’ya doldurularak Katolikliğe geçme ayinine iştirak ettirildiler. 2-Amerika’daki “ikiz kuleler” saldırılarının ardından, “Haçlı savaşı” sözünü ağzından kaçıran Başkan Bush, hortlamakta olan Haçlılığı açığa vurmuştu. İşte Macar vekillerin dilekçeleri de ikinci delildir. Papalık dinler arası diyalog çırpınışları ile bütün insanlığı Katolikliğe kaydırmak istiyor. 3- Hortlatmak istedikleri Bizans’ın son günlerini bunlar hiç tarihlerde okumuyorlar mı? İmparator olan babalarının gözünü oydurup hapseden imparatorları hiç duymadılar mı? Vatanları için savaşacak asker bulamayıp, Venedik’ten kiralık komutan ve asker getirildiğini işitmediler mi? Beş yüz altmış senedir bu türküyü söylemekten bıkmadılar mı? Ayasofya’ya, İstanbul’un işgali günlerinde, Bizans bayrağı çekmeye çalışan Yunan kuvvetleri, sonunda kaçacak delik aramışlardı. Papazların küçük çocukları tecavüzden yargılanmalarının ayyuka çıktığı bu günlerde, doğrusu Haçlılığı gündeme getirmeleri, Hırsız polis oyunundan öteye geçmez. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 23 Mart 2007 - 08:45 Merhaba Osmanlı
Devlet-i Aliyye-yi Osmaniyye. Osmanlı Devleti. Bu devletin, kendine lâyık gördüğü muhteşem bir unvan vardır: “Devlet-i ebed müddet”. Ebediyete, sonsuza kadar devam edecek devlet. Veya dünya durdukça duracak. Unvan da devlet kadar muhteşem. "Devlet-i ebed müddet" ufkunu yitirmememiz lazım. Onu kaybettiğimizde bilin ki felâket çağımız başlamıştır. Terkibe dikkat ediniz, “devlet-i ebed müddet” deniyor, "devlet-i ebed müddet-i Osmaniyye” denmiyor. Ebediyen, sonsuza dek, dünya durdukça ayakta kalacak olan “devlettir”. Osmanlının bir hususiyeti de Türk’te devlet idrakini şuurlaştırmasıdır. Bu şuurun olanca parlaklığıyla kavranmasından sonradır ki gerektiğinde “ya devlet başa, ya kuzgun leşe” denmiş, “nizam-ı âlem içün”, yerkürenin dirlik ve düzeni için, evlat vermek dahil, katlanılmadık fedakârlık kalmamıştır. Her şey, “din ü devlet, mülk ü millet” uğruna. Bir dönem Selçuklu Sultanlığı idik. Bir zaman Osmanlı Padişahlığı. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti. Nüfus aynı, bayrak aynı, esas müesseseler aynı, yurt aynı, dil aynı, din aynı... Kalan teferruat. Öyleyse devlet-i ebed müddetten murat edilen “devlet” devam etmekte. Bunu dolaylı şekilde ispatlamak da mümkün. Eğer rejim değişikliğiyle devlet hayatı bitseydi, bugün Ermeni gailesi gibi bir derdimiz olmazdı. “Hadise 1915’te cereyan etmiştir. Cumhuriyet rejimine geçiş ise 8 yıl sonra. 1915’te olanlardan bize ne?” diyebiliyor muyuz, desek bile dünya kaale alır mı? O halde Osmanlı dönemi, Beylik, erken Osmanlı, yükseliş devri, duraklama, gerileme vakti ve Tanzimat gibi safhalarıyla birlikte bizim için artık bir mekteptir. Aile hayatı, mahalle hayatı, içtimai hayat, hukuk hayatı, devlet hayatı, eğitim gibi onlarca belki yüzlerce mevzu için ders alınması icap eder. Ki Osmanlı ufkunu, vizyonunu kaybetmeyelim. Osmanlı, imparatorluk, süper güç, cihan devleti yüksekliğinden bakıyordu. Devlet reisi, Şâh-ı cihândı. Yabancı devlet krallarına “Sen ki Fransa vilayetinin kralı” diye yazılıyor, bir koca devlet ancak bir il olarak kabul ediliyor, şairleri devrin memleketlerini dünya merkezi İstanbul’un bir taşına feda ediyor, “bir sengine yekpâre acem mülkü fedadır” diyor; Hıristiyan âleminin medar-ı iftiharı Ayasofya, arka arkaya yükselen Şehzadebaşı, Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet camileriyle tekrar be tekrar geçiliyordu. Devlet reisinin "halifeyi ruy-i zemin" (yer yüzünün halifesi), "sultanü'l-berreyn" (karaların sultanı) ve "hakanü'l-bahreyn" (denizlerin hakanı) gibi unvanları vardı. Devlet-i ebed müddet fikrinin dirilişini yaşamak zorundayız. Bu bizi ayakta tutacak, kendimize güven duygusunu aşılayacak mayadır. Osmanlı için battı, çöktü, bitti gibi ifadeler kullanamayız. İstanbul, Dersaâdet, Darü'l-Hilâfe, Âsitâne, Türklerin elinde kaldığı sürece bu sözün değeri olamaz. Osmanlı, Selçuklu'dan devraldıklarını zenginleştirerek, Türkiye Cumhuriyeti'ne inkılap etti. Aynı bayrağın nöbetçileri değişti. Zaten Avrupalı, Osmanlı'ya “Türkiye” diyordu. Onların söylediği resmileştirildi. Eğer bu dirilişi yaşar, bu ufku tekrar yakalarsak, bugün önümüzde sıra dağlar gibi yükselen, 12 Ada, Kıbrıs, Kürt kışkırtması, Ermeni ihtilafı ve benzerlerinin küçük meseleler olduğu görülecektir. Osmanlı, yok olmadı, bitmedi, tükenmedi. Devlet değişim yaşadı. Diğer unsurlar aynen sürmekte. O halde bu coğrafyayı teşkil eden herkes, Türk, Kürt, Laz, Ermeni, Rum... hepimiz Osmanlıyız. Merhaba Osmanlı... Anlat bize ne biliyorsan, ne gördüysen, zaferlerini ve pişmanlıklarını anlat. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 23 Mart 2007 - 09:38 ULU TANRI !.
GÜZEL TANRI !. GÖK TANRI !. Sen Türk'ü Türk yurtlarını koru !.. Düşman şerrinden sakla ! TÜRK'ü yiğitlikte daim et ! TÜRK'ü erlik davasıyla yaşat ! TÜRK'ü gerçekçi yap ! TÜRK'ün gönlüne herşeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK'lük sevgisini koy ! TÜRK'ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar ! Törelerini canları gibi saklat ! TÜRK'e zevk ve rahat verme ! Bilakis zahmete alıştır ! Zahmetle yürekleri, bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin ! TÜRK'ü faal, cevval edersin. TÜRK'e değişmez bir seciye ver ! Zamanla seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün ! ULU TANRI !. Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal, TÜRKÇÜLÜK ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl olduğundan; TÜRK'e bunları ver ! TÜRK'ten hırsız, namuzsuz türerse hemen kahret ! TÜRK'e benlik, hem de yüksek bir benlik ver ! TÜRK nefsine itimat sahibi olsun ! TÜRK'ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat ! Hissiyatına kapılıp, öfke ile ayaklanmasın ! Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk kanlı olsun ! TÜRK'ü her milletten cesur yarat ! Öç almayı TÜRK asla unutmasın ! ULU TANRI !. Namuzsuz bir tek TÜRK yaratacağına, dünyayı yık daha iyi ! Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et ! TÜRK herşeyi mukayese etsin ! Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu ! Sabırlı, derde dayanıklı olsun ! İradesi çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma ! TÜRK'leri maymun iştahlı yapma ! TÜRK daima ihtiyatla adım atsın ! Kimsenin tatlı diline inanmasın ! Kimseye emniyet olmasın ! Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan, TANRI, sen TÜRK'ü çalışkan et ! TÜRK'ün ömrü çalışma ile geçsin ! Ona daima çalışma aşkı ver ! Hele elbirliği ile çalışmayı alet etsin ! Tembel TÜRK'ü hemen öldür ! TÜRK'e her milletinkinden üstün zeka ver! Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca TÜRK'ün önünde durulmaz! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal, buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan TÜRK'leri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl! TANRI, TÜRK'leri sen kendi elinle birleştir ve herşeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et! TÜRK'ü töresine sadık kıl, Tanrı! TÜRK budunu: Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın! ULU TANRI !. Türk milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et ! Bir şey söylemek vazife yapmak değildir. Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere sok ! GÜZEL TANRI !. Sana hepsinden çok yalvardığım şudur : TÜRK'ü dalkavukluktan kurtar ! Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru ! TÜRK'e kötü para hırsı verme ! Dalkavukları yok et ! AMAN TANRI !. TÜRK aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel koru! TÜRK toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin! Sen TÜRK'e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver! TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın! Acunu ( Dünyayı ) Yaratan Yüce Tanrı !. TÜRK'e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey, göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı. TANRI, TÜRK'e sağlam, sürekli irade ver! Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti TÜRK yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetinTÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK'e öğret! TANRI !. TÜRKÇE konuşulan, TÜRK'e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK'ün hükmü altında bırak ! YÜCE ALLAH TÜRK'Ü KORUSUN !.. OGUZKAAN in duasi!! Konu Başlığı: tarıhten!!! Gönderen: Pessimist üzerinde 23 Mart 2007 - 12:17 Güzel bilgiler tşk ler
Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 23 Mart 2007 - 18:52 Şeyh EDEBALİ'den Osman Gazi'ye Nasihat
Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz. Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...” Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 23 Mart 2007 - 18:59 BİR DESTAN
Nerelerden, ne şartlarda bu günlere gelindiğini unutanları gördükçe, bu aziz kahramanların ruhlarından olsun utanmamak elde mi? Balıkesir`de son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindi'nin Mallıca köyünden 104 yaşında Azman Dede idi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu, dev görünümüyle insan azmanı sayılmış, herkes ona azman demeye başlamış, soyadı kanunu çıkınca da Azman soyadını almıştı. Esas ismi adeta unutulmuştu. Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Onun sesine alışkın olduğundan anladı. Sorduklarımı cevapladı. Söz Çanakkale'ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı: - Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum. Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söyleyerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı sordu; -"Yavrum siz kimsiniz?" İçlerinden biri; - "Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz. Vatan için ölmeye geldik!.." diye cevap verdi. Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. "Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!.." diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık. Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar. Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor bir gün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı; -"Azman yandık!.." diye siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!.. "Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı... Al sancağı teslim etti, Allah'a ısmarladı... Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana... Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana..." Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz!.. Gözleri çakmak çakmak... Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış, dişler kenetlenmiş bekliyorlardı. O an geldi. Birden yüzbaşı; "Hücum!.." diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. İşte o an.Tam o an bir makineli yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor!.. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!.. Azman dede ağlıyordu... Ben ağlıyordum... Kahvede kim varsa ağlıyordu... Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi; - “Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı." dedi. Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 28 Mart 2007 - 19:44 Çağdaşlaşma Yolunda
1930'lu yılların Türkiyesi'nin Urla gibi bir Ege şehrinde dahi açlıktan insanların öldüğünü... Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu bu dönemde, çağdaşlaşma yolunda(!) 75 000 lira gibi büyük paranlar ödeyerek heykel yaptırdığımızı biliyormuydunuz?? Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 28 Mart 2007 - 19:45 Talan Edilen Mirasımız
Şanlı Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazinin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç’teki türbesini ulu hakan Abdülhamid Han'ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile, döşettiğini . . . Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasp edilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını... Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 28 Mart 2007 - 19:47 Cennette Yer
Osmanlı Devleti'nin zirvelerde şahlandığı, akıncılarının Avrupa içlerinde at oynattığı bir dönemde. kilisede bir papazın vaaz verirken"Dünya hakimiyetinin Türklere fakat Cennet'in de kendilerine ait olduğunu... " söylemesi üzerine. bu taksime aklı yatmayan cemaatten bazılarının büyük bir ümitsizlik içinde: "Dünyada bizi yurtlarımızdan çıkaran Türkler hiç Cennet'te yer bırakırlar mı?" dediklerini...( Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 28 Mart 2007 - 19:48 Şefzade'nin Dolmabahçe Sefası
İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde, oğlu Ömer İnönü nün gerek talebelik gerekse daha sonraki yıllarda koskoca Dolmabahçe Sarayını ikametgah olarak kullanıp, yattığı bir oda için bütün sarayın kaloriferlerini yaktırdığın ve ayrıca bu şefzadenin sarayda kadınlı kızlı gece alemleri düzenlediğini... Bütün bu olanların dönemin Millet Meclisinde ciddi tartışmalara yol açtığını ve o gün mecliste bulunan baba İnönü nün kulaklığı takılı olduğu halde müzakereleri işitmemezlikten geldiğini Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 28 Mart 2007 - 19:49 Osmanlı Arması
Merhum Necip Fazıl Kısakürek in 1954 lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuasının bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, "padişahlık propagandası yapmak " gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığını ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiğini Necip Fazıl'ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde: İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?" diye haykırdığını Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 28 Mart 2007 - 19:51 Türk Köşesi
Devlet i Aliye yi Osmaniye'nin üç kıtada at oynatıp buyruk yürüttüğü ihtişamlı dönemlerinde, Avrupa'da Türk hayat tarzı ve modasının çok tesirli hale geldiğini Evlerinde Türk köşesi bulundurmayan sosyete mensuplarının ayıplandığını biliyormuydunuz??? Konu Başlığı: tarıhten!!! Gönderen: efe üzerinde 28 Mart 2007 - 23:05 bu devirde Hz. Ömer gibi adaletli insanlar kaldımı hep bir birlerin açıklarını ortay çıkardıyorlar hiç kimse devleti düşünmüyor ki böyle giderse birbirimizi yiğip kurtulacağız hiç atalarımıza saygı kalmadı buraktıkları miraslara ihanet ediyoruz gerçekten çok kötü bir dönem
Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 30 Mart 2007 - 20:34 Efecigim soyle bir universitelere liselere hatta ilkokullara bir bak!!!ilkokuldakilerin ustlerindeki tshirt lerde yabanci sarkicilarin resimleri dolu liseler keza olyle !!Universitelerde che denen adam sanki bizim vatan kahramanimizmis gibi ogrencilerin parkelerinde t shirtlerinde sapkalainda resimleri dolu!!Ozumuzu yavas yavas kaybediyoruz :(
Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 30 Mart 2007 - 20:38 Amerikan Yardımı (!)
Truman doktrini çerçevesinde Amerika Birleşik Devletleri'nden aldığımız 69 milyon dolar askeri yardım ile elde edilen askeri techizatın bakımı için ABD'ye her yıl 400 milyon dolarlık bakım ve ithalat parası harcaması yaparak ne kadar karlı bir anlaşma (!) Konu Başlığı: Cevap: tarıhten!!! Gönderen: karalar üzerinde 30 Mart 2007 - 20:41 Hayal Müessesesi
Teb'asını "Emanetullah" olarak gören Osmanlı Devleti'nde, akıl hastalarına bimarhanelerde son derece şefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp musiki ile tedavi edildiğini. Aynı dönemde Avrupa'da ise, akıl hastalarının ruhuna şeytan girmiş denilerek diri diri yakıldığını. . .. |