bozkir.net Bozkir Forum Arsivi 20 Nisan 2024 - 04:13 *
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz
Duyurular:
Mesaj yazmaya başlamadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.
 
 
Sayfa: [1]   Aşağı git
Gönderen Konu: mevlânâ’yı anlamak  (Okunma Sayısı 6309 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« : 07 Aralık 2007 - 00:44 »

MEVLÂNÂ’YI ANLAMAK



2007 YILI, UNESCO tarafından (doğumunun 800. yılı olması sebebiyle) Dünya Mevlânâ Yılı olarak ilan edilmişti. Bütün dünyada o gönül dostu yeniden hatırlandı. Herkes onun bir yönünü uluslararası konferanslarda dile getirdi; kendisine övgüler yağdırıldı.
Bir büyük İslâm mürşidinin her din ve inançtan kişi tarafından anılması elbette çok güzel ve çok sevindirici. Bu güzel atmosferi sadece Hazreti Mevlânâ’ya hayran olmaktan, onun şahsî kemaline nazar etmekten kurtarıp, o mükemmel insanı meyve veren İslâm’a ve Kur’an’a nazarları çevirebilirsek, bu yıl yapılan ve bundan sonra da yapılacak olan Mevlânâ kutlamaları İslâm’ın tebliği için en güzel bir zemin olur. Aksi halde, bir dahinin, bir feylesofun, bir fikir adamının anılmasından ileri gitmez ve fazla bir fayda da sağlamaz.

Mevlânâ denilince hemen herkesin aklına öncelikle hoşgörü ve insan sevgisi gelir. Bunlar aslında sadece Mevlânâ’ya has üstünlükler değil, bütün hidayet öncülerinin ortak özellikleridir. fiu var ki, Hazreti Mevlânâ, bu mânâları eserlerinde çok güzel işlemiş, örneklerle zihinlerde ve kalplerde nakşetmeyi başarmış ve onun bu samimi ve içten gayreti güzel meyveler vermiş ve onu bütün dünyanın hâlâ coşkuyla andığı bir gönül dostu yapmıştır.



HER büyük insan gibi Hazreti Mevlânâ’yı da yanlış anlayanlar çıkabiliyor. Bunların da iki gruba ayrıldığını görüyoruz. Büyük ekseriyet, o büyük mürşidi bütün yanlış inançlara toleransla bakan eşsiz bir hümanist olarak görür ve onu böylece tanıtmaya çabalarlar. Böyle bir anlayış Mevlânâ’ya iftira olur. O büyük insan, yanlış düşüncelere, bâtıl inançlara değil, bunların sahiplerine karşı tolerans göstermiş, kendilerine gerçeği anlatmak üzere onları dergâhına davet etmiştir. O düşünce fakirlerine ve maneviyat hastalarına şefkat kucağını açmış, yanlış yoldan dönmeleri için büyük bir gayretin içine girmiştir.

Onun, “Gel!” çağrısını bu açıdan değerlendirmek gerekiyor.

Hazreti Mevlânâ, nice insanların güle oynaya ateşe doğru koşuştuğunu görünce içi yanar ve onlara “Gel!” diye seslenir. Yanmaya can atan o gafillerin kim olduklarına, neci olduklarına bakmaz. Çünkü hepsi insandır. O zavallıların kurtarılmalarından Rabbünnas (insanların terbiye edicisi) olan Allah’ın da razı olacağı şüphesizdir. Nitekim Allah, nice azgın kavimlerin kurtuluşu için peygamberler göndermiş, onlara doğru yolu göstermek için kitaplar indirmiştir. Bütün Hak elçileri ve bütün İlahî fermanlar insanları doğruya, güzele, hidayete, kurtuluşa çağırmışlardır. Mevlânâ’nın “Gel!” çağrısı da o büyük velinin kendi asrındaki insanları kurtuluşa davet etmesinin simgesi olmuştur. Bu insanlar dinsiz de olabilirler, Mecusî de olabilirler, bir başka sapık yolun yolcusu da olabilirler. “Gel!” çağrısı bunların tümünedir.




HAZRETİ MEVLÂNÂ, Allah kelamında ahsen-i takvim üzere yaratıldığı haber verilen insanların, böyle ters yollara girmelerinden ve o üstün mahiyetlerini zayi etmelerinden büyük bir rahatsızlık duymuş ve kendilerine bir şeyler anlatmak üzere onları yanına çağırmıştır; “Gel!” diye.

Eğer Hazreti Mevlânâ, onu yanlış takdim edenlerin zannı gibi, her düşünceyi ve her inancı hoş görseydi böyle bir çağrıyı yapması anlamsız olurdu. “Gel!” diyeceğine “Herkes kendi yoluna devam etsin” derdi; isterse bu yolların sonu o dehşetli cehennem azabına çıksın.

Mevlânâ’nın şefkati buna izin vermemiş, o felaket yolcularını yanına çağırmıştır.

Onun bu çağrısının iyi anlaşılması için öncelikle şu sorunun cevabını bulmak gerekiyor:

Hazreti Mevlânâ “Gel!” diye seslendiği o kişileri neye davet etmektedir?

Bu konuda keyfînce hayaller üretmeye, indî görüşler sergilemeye gerek yoktur. Bu sorunun cevabı, onun eserlerinde işlediği temalardır. Onun temel eseri olan Mesnevî ve özel sohbetlerinin toplandığı Fihi Ma Fih dikkatle incelendiğinde, her ikisinde de İslâm ahlâkının en güzel şekilde takdim edildiği görülür. O halde Mevlânâ, insanları İslâm’a ve onun ahlâk modeline çağırmaktadır.

Yazdıkları ortada iken onun bu çağrısına farklı yorumlar getirmek, hele o büyük veliyi olduğundan farklı bir şahsiyet olarak takdim etmek kendisine yapılacak en büyük haksızlıktır.



MEVLÂNÂ’YI yanlış anlayan ikinci grup ise, onun verdiği bazı temsilleri kendilerince ahlâka zıt görüp o büyük insanı, güya İslâm adına, insafsızcasına tenkide kalkışırlar. Bu gibi kimseleri Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Dinde mutaassıp muhakeme-i akliyede noksan,” şeklinde tarif eder.

Önce şunu ifade etmek isterim: Çirkin şeyleri açıklamak için çirkin örnekler vermek hikmete uygun bir ifade tarzıdır. Mesela, Mevlânâ, “şerri yaratmanın şer olmadığını” anlatmak için bir temsil getirir. Bu temsilde çirkin bir adamdan söz eder. fierri, çirkinlikle açıklama yoluna gider ve özetle şöyle der:

“Çirkin bir adamın resmini aslına en uygun şekilde çizen bir ressam takdir edilir; o çirkin resim için ona övgüler yağdırılır. Resimdeki adam çirkindir, ama o resim çok mükemmel bir sanat eseridir.”

Bu konuda Mevlânâ’nın hemen aklıma gelen iki temsilini de nakletmek isterim:

Kendi yanlış görüşlerine ters düşen ve yine kendi bozuk ahlâk anlayışlarıyla uyuşmayan kişileri tenkit edenlere şöyle bir örnek verir:

“Adamın biri gül bahçesine girer girmez bayılır. Çevresindekiler ne yaparlarsa uyandıramazlar. Durum kardeşine haber verilir. Kardeşi eline bir parça kurumuş sığır gübresi alarak kardeşinin yanına gelir. Elini onun burnuna yaklaştırdığında hemen gözleri açılır.

Olayı hayretle seyredenlere şu açıklamada bulunur:

Kardeşimin bütün günü ahırda, hayvan pislikleri içinde geçiyor. Kendisi gül bahçesine girince bu yeni koku ona dokundu ve bayıldı.”

Sefih ortamlarda yaşayanların nezih toplumlara karşı çıkmalarını Hazreti Mevlânâ bu örnekle çok güzel bir şekilde ifade etmiş oluyor.

Onun en hoşuma giden diğer bir temsili de şu: İlk bakışta birinci örnekteki gübre gibi çirkin görünüyor, ama ondan nice ibret ve hikmet gülleri çıkabiliyor.

“Adama sordular, ‘Ananı niçin öldürdün?’ diye.

‘Onu yabancı bir erkekle birlikteyken yakaladım.’ dedi.

Tekrar sordular: ‘Ananı öldüreceğine o adamı öldürseydin ya!?’

“O zaman,” dedi, “her gün bir adam öldürmem gerekecekti.”



MEVLÂNÂ, “nefsin her kötülüğün anası olduğunu” bu örnekle enfes bir şekilde ortaya koyuyor ve nefsini öldürmeyenlerin çok kötülüklerle baş başa kalacaklarını harika bir şekilde ders veriyor.

Bu önemli dersten faydalanma yerine, meseleyi kendi aklınca ahlâk boyutuyla ele alıp o büyük veli hakkında haddi aşan şeyler söylemek kişiye hiçbir şey kazandırmaz, ama çok şey kaybettirir. Konunun su-i zan ve gıybet boyutu bir yana, onun o güzel derslerinden istifade edememek başlı başına bir zarardır.

fiunu da önemle ifade edeyim ki, bu tarz örnekler Hazreti Mevlânâ’nın eserlerinde çok az görülür. O, çoğu örneklerinde hayvanları konuşturur, onlar arasındaki maceralarla insanlara dolaylı bir şekilde ders verir.

fiu bir gerçek ki, insanoğlu doğrudan nasihati pek kabul etmiyor. Gurur ve enaniyeti buna kolay kolay izin vermiyor. Bunun yerine, bir eserden nakil yapmak, karşılaştığı bir olayı anlatmak muhatabın daha rahat dinlemesini sağlayabiliyor.

İnsanın bu psikolojisini çok iyi bilen Hazret-i Mevlânâ, hayvanlar âleminden verdiği ibretli örneklerle “dolaylı anlatımı” mükemmel bir şekilde kullanıyor ve insanlık âlemine ışık tutuyor.


Prof. Dr. Alaaddin Başar


 
 
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
elfida
Forum Yöneticisi
*****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 935



« Yanıtla #1 : 07 Aralık 2007 - 08:38 »

Eserleri hâla bize ışık tutuyor.Mevlana'yı Rahmetle Duayla Rahmetle anıyoruz..
Kayıtlı
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #2 : 07 Aralık 2007 - 16:57 »

Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim....

Mevlana
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
isauranova
Yeni Başlayan
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 8


« Yanıtla #3 : 01 Şubat 2008 - 21:07 »

Felsefesi ve eserleri
Felsefesi
Mevlana, İslam dinini, şiir, sanat, raks, müzik yoluyla en ince yorumlayankişidir. Bu yorum, İslam ve İslam dışı bütün insanlık tarafından benimsenmiş, esin kaynağı olmuştur. İngiliz doğubilimcisi A.J. Arberry, Mevlana'yı "dünyanın en büyük ozanı" olarak nitelerken, Goethe onun etkisinde kalmış, Rembrandt tablosunu yapmış, Muhammed İkbal felsefesini onun düşünceleri üstüne kurmuş, İngiliz doğubilimcisi Nicholson 30 yıl çalışarak Mesnevi yi İngilizceye çevirmiş ve yapıtın Batı dünyasından tanınmasını sağlamıştır. Mevlana yüzyıllardır etkisini, canlılığını yitirmeyen bir büyük ozan ve düşünce adamı niteliğini korumaktadır. Kişi, inanç ve düşünce özgürlüğüne olağanüstü bir değer vermesi, bütün insanları (suçlu-suçsuz, mecusi-putperest, kara-sarı, efendi-köle) saygıya ve sevgiye çağırması onun en büyük özelliğidir.

Mevlana tam bir vahdet-i vücud (varlık birliği) savunucusudur. Ona göre, her varlık Hak'kın bir ayrı tecellisidir ve yaradılmışlara uygulanan her eylem aslında Yaratan'a uygulanıyor demektir. Onun için, soyut bir Allah(C.C.) sevgisi yerine, somut bir sevgi, yani Hak'kı halkta ve halkı Hak'ta sevmek gerekir.

Mevlana biçimci değildi, her türlü kısıtlamanın karşısındaydı. Edep, vefa, sabır, eğitim gibi ahlak kavramlarının gerçek anlamını aramayı ve insanlara bunu öğretmeyi iş edinmişti. Ona göre, asıl konu "insan"dı. Din, felsefe, ahlak, insanı daha mutlu etme yolunda gelişen araçlardı. Bu araçlara takılıp kalmak, gelişmeyi ve gelişme hızını kesecek yanlış davranışlardı. Doğru olan, gerçeğe giden yolu bulmaktı ve bu yol, "aşk" tan geçerdi: Sonsuz bir sevgi. Bu sevgi hoşgörü ve vefa kavramlarıyla desteklenecek, beslenecekti.

Mevlana için, sözünü ettiği bu aşk anlatılmaz, yaşanır; yaşayarak öğrenilirdi. Bu nedenle, bir gün kendisine "aşk nedir efendim" diye soran bir öğrencisine "Ben ol da bil" yanıtını verdi.

Mevlana'nın ilkelerinden ve İslam inancına getirdiği yorumdan Mevlevi tarikatı doğdu ama Mevlana bir tarikat kurucusu değildir. Mevlevilik onun ölümünden sonra oğlu Sultan Veled ile halifesi Hüsamettin Çelebi'nin birlikte hazırladıkları bir örgütlenmeye göre kurulmuştur.

Eserleri
Mesnevi
Divan-ı Kebir (Büyük Divan)
Mektubat (Mektuplar)
Fihi ma fihi



Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım

Mevlâna Celâleddin Rumî
Kayıtlı

..Herkese birdir bakışı ölümün
Gelecek ölüm - gözleri gözlerin olacak
bir alışkıyı bırakırcasına
ölü bir yüzün belirdiğini görürcesine aynada
kenetli bir dudağı dinlercesine
sessizce ineceğiz o dipsiz burgaca..
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #4 : 08 Şubat 2008 - 00:35 »

  Mevlana’nın en sevdiği yemek neydi?
     
Dr. Halıcı, Mevlana'nın en sevdiği yemekler hakkında bilgi veriyor.
Ünü dünyaya yayılsa da Türkiye`de yeterince tanınmayan Konyalı gurme Nevin Halıcı, Türkçe’ye yeni kazandırılan Mevlevi Mutfağı isimli kitabında “Hamdım, piştim, yandım. Bütün ömrüm bu üç sözcükten ibarettir” diyen Mevlana’nın felsefesini açıklarken kullandığı yemek terimlerini kitabında bir araya getirmiş.

2005 yılında İngiltere’de Sufi Cuisine adıyla basılan kitapta Halıcı Mevlana’nın tanrıya ulaşmadaki en önemli sözcüklerini yemekle verdiğine dikkat çekiyor. Tutmaç çorbasından bahsettiği ve Mevlana’nın en sevdiği tatlının bademli helva olduğu bilgisini de veriyor. "Helvayı o kadar çok seviyorum ki, keşke daha çok helva yiyebilmek için altı parmağım olsaydı," dediğini naklediyor...

Memleket
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
oktaydemirtas
Yeni Başlayan
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 223



Site
« Yanıtla #5 : 29 Haziran 2008 - 14:14 »

  ŞU ALTINLARI ÇAMURA ATIN

 Günlerden bir gün devrin Selçuklu sultanlarından biri kabul etmesini arzu ederek Hazreti Mevlânâ’ya birkaç kese altın göndermişti. Hazreti Mevlânâ’nın talebelerinden biri altınları alıp Hazreti Mevlânâ’ya arz edince, Mevlânâ talebesine döndü ve, “Beni gerçekten seviyorsanız bu altınları dışarıdaki çamurun içine atınız!” buyurdu. Talebesi, Hazreti Mevlânâ’nın bu isteğini emir telakki edip, hiçbir sual dahi sormadan yerine getirdi. Bu olaya şahit olan bazı kimseler, çamurun içine atılan altınları toplamak için hiç vakit kaybetmeden çamurun içine dalmışlardı. Fakat kısa süre sonra üstleri, başları, yüzleri çamurdan görünmez hâle geldi. Mevlânâ, talebelerine, onların bu vaziyetlerini göstererek; “Bu altınlar, şu gördüğünüz dünya ehlinin üstünü başını batırdığı gibi, âhiret ehli olanların da kalbini kirletir. Çeşitli günahlara sevk edip ibadetlerden alıkoyar. Bunun için dikkat edilmesi gereken nokta; hırs ve tama yapmadan kanaat üzere bulunmaktır. Dünyada, âhiret saadeti için çalışılmalı, kazanılmalıdır. Çünkü İslâm, insanlara faydalı olmayı emreder. Dünyadaki saadetlerden biri de helâl kazanmak ve bu kazancını hayır ve hasenat yaparak âhirete göndermektir. Asıl sermaye ise ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlâk sahibi olmaktır.” buyurdu.


   ÇOBANIN İBADETİ
Hz. Musa bir gün yolda bir çoban gördü.Çoban,şöyle söylenip duruyordu:
-Ey kerem sahibi Allah!Neredesin ki sana kul olayım.Elbiseni yıkayayım.Sana süt ikram edeyim.Elini öpeyim.
 O çoban,ibadetin ve Allah’a yalvarmanın böyle olacağını sanmaktaydı.Hz. Musa,çobana:
-Sen kimle konuşuyorsun?Diye sordu.
 Çoban da :
-Bizi Yaradan’la,yeri göğü Yaradan’la dedi.
 Musa:
-Bunlar nasıl söz?Sen bu sözlerinle Allah’a karşı saygısızlık ediyorsun diye çobana çıkıştı.
 Çoban hata yaptığının anlayarak çok üzüldü.Ne yapacağını bilemez şekilde başını alıp çöle çekildi.
 Bu arada Musa(a.s.)’a Allah’tan şöyle bir uyarı geldi:
 -Ey Musa!Sözlerinle kulumuzu bizden ayırdın.Sen insanları bize yaklaştırmaya mı geldin yoksa uzaklaştırmaya mı?Biz,söze değil gönüle bakarız.Kalp,saygılıysa bu bize yeter.Söz doğru olmasa bile…
 Musa bu uyarıyı alınca hemen çobanın peşinden çöle koştu.Nihayet onu buldu,dedi ki:
-Nasıl biliyorsan öyle ibadet et Allah’a.Benim sözlerimi boşver.
 Çoban,mutlu bir şekilde yoluna devam etti.
« Son Düzenleme: 04 Temmuz 2008 - 10:21 Gönderen: oktaydemirtas » Kayıtlı

Ağladım her yerde hep ah eyledim,Gördüğüm her kul için dostum dedim.Herkesin zannında dost oldum ama,Kimse talip olmadı esrarıma.
oktaydemirtas
Yeni Başlayan
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 223



Site
« Yanıtla #6 : 10 Temmuz 2008 - 19:02 »

            Yoldaki Dikenler
 Adamın biri herkesin gelip geçtiği işlek yolun üzerine diken ekmişti.Bu yolu kullananlar,bu durumdan sıkıntı çekmeye başladılar.Gelip geçerken ayakları kanıyor,elbiseleri paramparça oluyordu.Diken eken adama defalarca:
 -Bu dikenleri buradan sök,dediler.
 Adam,bu istekleri dikkate almadı.
 -Bugün sökerim,yarın sökerim diyerek insanları oyaladı.Durumdan şikayetçi olanlar,sonunda adamı valiye şikayet ettiler.
 Vali,adama dikenleri hemen sökmesini emretti.Adam valiye de ‘’bugün,yarın sökerim’’ diyerek oyaladı.Dikenler ise her gün biraz daha kökleşmekteydi.Vali adama en sonunda:
 -Acele hareket et,dedi.Bilmiyorsun ki gün geçtikçe dikenler daha da kökleşiyorlar.Sense her gün biraz daha yaşlanıyor ve gücünü yitiriyorsun.
 Adam bu uyarı üzerine,bir süre sonra dikenleri sökmek istedi ama başaramadı.Vali haklı çıkmıştı.Dikenler sökülemeyecek kadar kökleşmişti.Vali bilgili biriydi:
 -İşte kötü huylar da böyledir.Zamanında terke edilmezse dikenler gibi kökleşirler ama onları içinizden söküp atamazsınız,dedi.
 
Kayıtlı

Ağladım her yerde hep ah eyledim,Gördüğüm her kul için dostum dedim.Herkesin zannında dost oldum ama,Kimse talip olmadı esrarıma.
osmanyilmaz
Forum Yöneticisi
*****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3443



« Yanıtla #7 : 10 Temmuz 2008 - 22:08 »

sağoalsınız
Kayıtlı

hakkımda bilgisi olmayanın fikride olmasın
www.sorkunkasabasi.com www.osmanyilmaz.tr.cx
Sayfa: [1]   Yukarı git
 
Gitmek istediğiniz yer: