bozkir.net Bozkir Forum Arsivi 29 Mart 2024 - 01:21 *
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz
Duyurular:
Mesaj yazmaya başlamadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.
 
 
Sayfa: [1]   Aşağı git
Gönderen Konu: Türk'ün dünya nizamı  (Okunma Sayısı 6734 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« : 16 Ekim 2008 - 20:16 »

  TÜRK'ÜN DÜNYA N?ZAMI
 
 
Türkler bir ?rk ve millet olmak haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.
 Karekteri pek asil ve yücedir..
Asaletleri alınlarında ve amellerinde yazılıdır..
Onların yurdu Efendiler diyarıdır kahramanlar şehitler ülkesidir.
 ( Fans?sız şair Lamartine)

 Türk Mileti'nin tarih boyunca kurduşu devletlerin sayısının 180'i buduşu kabul edilir Hatta pek çok tarihçi araştırmalar derinleştirildikce bu sayının dahada  artabileceğini belirtmektedir Bu devletlerin 16 tanesi ise dünya tarihinde etkili rol oynamış çok güçlü devletlerdir Prof. Dr. Kemal tahir'in 1966 yılında  sölediği gibi

Türk milleti nin Bütün tarih boyunca Bayraksız ve devletsiz kalmaması rastgele ve boşuna değildir Onun çekirdeğindeki dinamizm ona devlet kurma yatk?nlığı getirmiştir Devlet kurmak başka bir şeydir devleti yönetmek başka bir şey dir Türk milleti Tarih boyunca devleti hem kurmada hem yönetmede ustalık göstermiştir.

Ünlü Ermeni tarihci urfalı Mathiu Büyük Seçuklu İmparatorlu?un'nun güçlü  hakanlarından Melik?ah'ın siyaset anlayışından şu şekilde bahseder:

Melik ?ah saltanat? Allah'ın lutfuna mahzar oldu Hakimiyeti uzak ülkelere kadar yayıldı ve Ermenilere huzur verdi Kalbi Hıristiyanlara karış ?evkatle dolu idi Geçti?i ülkelerin halklarına karış baba gibi davrandı bir çok şehir ve vilayet kendi arzuları ile onun idaresine girdi bütün Rum ve Ermeni beldeleri onun kanunlarını tanıd?.

Alıntı

 Türk milleti hakkında Bildiklerimizi ve duyduklarızı payala?alım herkeze sevgi ve selamlar
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #1 : 02 Kasım 2008 - 23:04 »



[color=red]Türkler'in karışsında oturmayan komutan[/color]

Kızılay Başkanı Küçükali, Türkiye için 'İki devlet bir millet' anıt? diken Pakistan'da bir komutanla arasında geçen çarp?c? diyaloşu anlattı: 'Türk olduğumu öğrenince esas duruşa geçti. 'Biz bir Türk ile konu?urken karışsında oturmayız' dedi.”


AYNUR YILMAZ/ANKARA -ıST?HBARAT SERV?S? / İstanbul
Dünyanın en büyük 5 yardım kuruluşundan biri olanTürk Kızılayı'nın Başkanı Tekin Küçükali, yeni bir deprem felaketi ile sars?lan Pakistan ile Türkiye arasında tarihi kardeşlik duyguları olduğunu vurguladı. Küçükali, Pakistan'da Türkiye'ye ve Kızılay'a gösterilen yoğun ilgiyi Yeni ?afak'a anlattı. Pakistanlı kadınların İstiklal savaşında Türk milletine yardım etmek için gösterdiği özveriyi hatırlatan Küçükali, şunları söyledi: "Pakistanlı kadınlar Türkiye İstiklal savaşını kazansın diye kollarındaki bilezikleri, kulaklarındaki küpeleri verdiler. Ama istilacılar bunları fark edince bask? yaptı. kadınlar bu sefer halı, kilim dokuyarak ve dokuduklarını satarak yardım ettiler. Böyle bir sevda var Pakistan'da, bizim bu sevdayı k?rmamamız lazım.'
HASTANEYE AKIN EttıLER

Depremin şiddetli yağandığı Muzaffar Abad'da Ba?bakan Erdoğan'ın talimatıyla bir hastane kurduklarını belirten Küçükali, "Binlerce insan bizim hastanenin önünde. Bizim biti?i?imizde Hollandalıların, Amerikalıların hastaneleri var, ama kimse yok. Ama bizim hastanenin önü Mahşer günü. Öyle çok seviyorlar bizi" dedi.

HEMEN ESAS DURU?A GEÇT?

Küçükali Pakistanlı bir komutanla arasında geçen çarp?c? diyaloşu da duygulanarak anlattı: "Biz Amerikalılardan bir hastayı taşıma için helikopter istedik. Onlar da gönderdiler. Y?lma olunca durumu anlatmak için komutana gittim. Komutan "Siz Türk müsünüz?" diye sorunca 'Evet' dedim. Komutan ayağa kalkt? ve esas duruşa geçti. ?çeriye daha rütbeli bir komutan geldi sandım. şaşkın bir şekilde 'Neden ayağa kalktınız komutanım' dedim. Komutan şöyle cevap verdi: 'Siz Türkler ile biz Pakistanlılar arasında başlar vardır. Ama bizim için bir Türk'le konu?urken oturmak çok ayıptır'"

?K? DEVLET B?R mıLLET

Pakistan depreminin ardından bölgeye çadırlar getirdiklerini belirten Kızılay Başkanı, 'Ancak insanlar ü?üyünce de 2 bin tane eksi 22 derece soğuklu?a dayanıklı evler yaptırdık. O bölgenin komutanı da oraya üç tane bayrak dire?i dikmi?. 3 metre boyunda 1 metre eninde büyük bir mermerin üzerine de bir anıt yaptırmış. Anıtın üzerinde "Biz iki devletiz ama bir milletiz" Göndere çektiği bayraklardan biri kendi ülkesinin bayrağı, biri Türk bayrağı diğeri de Kızılay bayrağı" diye konuştu.


Tek ineklerini bağışladılar

Türk Kızılayı Başkanı Küçükali, Afyon'da yaşadığı bir hatırasını da Yeni ?afak'a anlattı: "70 ya?larında bir nine ile bir dede bir inek getirip bağışlamak istedi. Biraz tereddüt edip ine?i aldık. Yaptığımız araştırmada yaşlı nine ve dedenin tek geçim kaynaşının bu inek olduğunu öğrendik. Durumu iyi bir arkadaşım da onlara bir inek, bir kamyonet saman ve kumanya alarak yardımda bulundu. Bir gün sonra da dedeyi ziyaret ettim. Dede bana 'Allah öyle büyük Allah ki vereni mahcup etmez. Ben ine?i verdim, o bana daha besili bir inek verdi. Üstelik bir de kamyonetle, saman gönderdi. Vereceksin evladım' dedi"


Erva'nın bağışladığı bilezik Pervez'i a?lattı

Tekin Küçükali, yardım kampanyasında kendisini en çok etkileyen olayın Fatih'te oturan 7 yaşındaki Erva'nın, babasının doğumgününde hediye ettiği bilezi?i, Pakistan'daki kardeşlerine bağışlaması olduğunu belirtti. Bu hareket karışsında çok duygulandı?ını belirten Küçükali, şunları söyledi: 'Ben bu olayı Pakistan Devlet Başkanı Pervez Mü?erref'e anlattım. Çocuk gibi aşladı ve 'Yarabbi bu millet ne büyük bir millet. Başkanım bu bilezik öyle büyük bir bilezik ki bu ülkeye sığmaz' dedi.”


Pakistan'ın yardımına ?HH koştu

Türkiye'deki bazı yardım kuruluşları sel afetinin yağandığı Yemen ile depremin vurduşu Pakistan için acil yardım çalışması başlattı. ?HH İnsani Yardım Vakfı, Yemen'deki afetzedelere acil yardımda bulundu. Bölgeye giden giden ?HH ekipleri, Seiyon şehrinde ilk etapta 100 aileye battaniye ve çadır, 140 aileye de gıda kumanyası dağıttı. Pakistan'da depremin meydana geldiği Belucistan eyaletine de yardım için ko?an IHH ekipleri, depremzedelere gıda kumanyas?, et konservesi ile battaniye ve giysi dağıttı ?HH Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Oruç, yağanan deprem sonunda Pakistan'da çoğu kerpiç olan evlerin yerle bir olduğunu söyledi. Resmi rakamlara göre bölgede 3 bin 500 evin tamamen yıkıldı?ını söyleyen Oruç, 'Hala hiç haber alınamayan bölgeler var. Ölü sayısında gerçek rakamların, resmi rakamların çok üstünde olduğu ifade ediliyor' dedi.

02.11.2008


Yeni ?afak
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
hakiki
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 937



« Yanıtla #2 : 03 Kasım 2008 - 16:41 »

Bu yazıyı okuyupta ağlamamak eldemi  böyle insanlar olduğu sürece islam alemi cefa çeksede yıkılmaz
emeğine sağlık kardeş
Kayıtlı

Nice  insanlar gördüm, üstünde elbise yok.
Nice elbiseler  gördüm, içinde insan yok.

                             Mevlana
leskog_harme
Yeni Başlayan
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 306



« Yanıtla #3 : 03 Kasım 2008 - 18:31 »

Çok gurur verici bir paylaşım. Çok teşekkürler...  
Kayıtlı

İmzanız kural dışı !!
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #4 : 03 Kasım 2008 - 23:26 »

Osmanlıya iki kıta üzerinde hükmetmek yetmez Zira Allah ın azmi iki kıtaya sığmayacak kadar büyük bir davadır selçukluların varisi biz olduğumuz gibi Roma nın da varisi biziz.

Orhan Gazi'nin O?lu Murat Bey e nasihati

Piri Paşanın Yavuz sultan Selim için sarf ettiği sözler

Kendilerini padi?ah bilmezlerdi Hak Teala'nın zavallı veyoksul kullarının ve yeryüzündeki tüm kullarının güvenliğini korumaya gönderdiği değersiz biriyim buyururlardı.
 


Gönül ister ki Afrikanın kuzeyinden Endülüs e çıkayım ve sonra Balkanlar Üzerinden tekrar İstanbul'a döneyim .

Yavuz Sultan Selim mıs?r'ın fethinden sonra İstanbul'a dönerken söyler bu sözleri


         
               TÜRKLERiN iSLAMiYETE HiZMETLERi

751'de Arapların Çinliler üzerindeki Talas galibiyetinden sonra İslamiyet Türkler arasında yayılmaya başladı. Fakat Türklerin kitle halinde ancak 10. yy ilk yarısında Karahanlılar Devleti’nde kendi istekleri ile Müslüman oldukları görülür. Türklerin ulaştşkları tek tanrı düşüncesi, savaşç?; yoksulları doyurma, kurban törenleri, bilim sevgisi gibi gelenekleri İslamiyet’in Tanrı anlayış?, cihat, zekat, sadaka, kurban, bilim anlayış? ve uygulamalarıyla büyük benzerlikler gösterdiği için onların bu yeni dini benimsemeleri zor olmadı.
Türkler, İslam’? benliklerine sindirdikten sonra, gerçek müslümanın en mükemmel insan olduğuna yürekten inandılar. Geçmişi tedavi etmek ve kendilerini gerçeğe ulaştıran bu dine karış borçlarını ifa etmek azmiyle hayatlarını tamamıyla bu dine adad?lar. İslam’a hizmet etmek artık onların milli ideali oldu.
Türkler İslam’a siyasi olarak ilk defa Abbasiler zamanında hizmet etmişlerdir. Abbasi Halifelerinden Memun ve Mutasım, Türklerin İslam ülkelerine gelmelerine çalıştılar. ?çte mezhep kavgaları, d??ta Bizans ile u?ra?an Abbasiler bu iki önemli sorunu Türk askeri gücüyle a?maya çalıştılar. Mutasım Türk askerleri için Ba?dat yakınlarında Samerra şehrini kurdular (836). Bizans sınırı boyunca kurulan Avasım şehirlerine (Diyarbakır, Malatya, Manas, Antakya, Adana, Tarsus) Türk askeri birlikleri yerleştirildi. Türkler Bizans’a karış İslam dünyasının savunuculuğunu üstlenmiş oldular.
Türkler XI. yüzyıl sonlarında başlayan ve XIII. yüzyıl sonlarına kadar devam eden Haçlı seferleri sırasında, İslam dünyasını korudular ve savundular. Bu olayı şu örnekle açıklayabiliriz:
100.000 kişilik ilk Haçlı ordusu Edirne yakınlarındaki S?rpsındığı’nda geceleme kararı vermiş ve ertesi gün kazanacağı zaferin Şenliğine bir gün önceden başlamıştı. Sınırı korumakla görevli olan Hacı ?lbey, 10.000 kişilik süvarisiyle düşmana gece baskını yapmaya karar verdi ve baskından önce yaptığı konuşmada askerlerine şöyle hitap etti: “arkadaşlar! Biz buralara kadar Allah’ın ismini yüceltmek ve İslam’? yaymak için geldik.”
Baskın yapıldı. Haçlılar büyük bir bozguna u?ratıldı. Hacı ?lbey’in şu sözleri Müslüman Türk’ün en büyük milli idealini formülleştirmektedir. Allah’ın dinine hizmet etmek böylece O’nun rızasını kazanmak ve bu u?urda şehit olmak Türk’ün en çok imrendi?i ve istediği bir gaye olmuştur. Zaten İslam’ın gayesi olan kainat fanusunu ezan sesleriyle ç?nlatmak arzusu, atalarımızın kanını tutu?turmuştur. “fi sebilillah cihad” ideali onları ya?ız atların s?rtında as?rlarca serhat boylarında koşturmuştur.
Müslüman Türk’ün bu özlemini bilmeyen yoktur. Fransız seyyah? M.de Thevenot bunu şöyle dile getirir: “Din gayretleri son derece yüksek olduğu için bütün Türkler, İslamiyet’i baştan başa kainata yaymak isterler.”
Türkler İslamiyet’i sadece d?? düşmanlara karış değil iç karışıklıklarda da savunmu?lardır. şu olayla bu konu açıkl??a kavuşturulabilir:
Miladi XI. asrın ortalarında İslam alemi bir yandan iç buhranlar, diğer yandan d?? saldırılarla zor durumda kalmıştı. Abbasi Halifesi Kaim- Biemrillah, Büveyhoğulları’nın küstah ve terbiyesiz davranışları karışsında eziliyordu. Bu hal İslamiyet’e samimi bir şekilde başlanmış olan Selçuklu Türkleri’ni üzüyordu. Halife içinde bulunduğu müşkil durumdan kendini kurtarması için Tu?rul Bey’i Ba?dat’a davet etti.
Beş vakit namazını cemaatle k?lan, yanında cami in?a ettirmedikçe kendisi için saray yaptırmayacağını söyleyen ve halifenin davetini aldıktan sonra da, memleketi koruma hususunda halifenin bir kölesi olduğunu söyleyecek kadar samimi bir dindar olan Tu?rul Bey halifeye verdiği cevapta şöyle diyordu:
“Peygamber’e hizmetle şeref kazanmak için gelmek istiyorum. Mekke’ye gidip orada dua ve ibadette bulunmak emelindeyim. Hacıların geçti?i bütün yolların emin olmasını diliyorum. E?kıya ve asilerle Allah’ın izniyle harp edece?im.”
1055 tarihinde 60.000 kişilik ordusuyla Ba?dat’a girip ?ii Büveyhoğulları’nın hakimiyetine son veren Tu?rul Bey, halifenin huzuruna girdiği zaman, bu makama beslediği derin hürmet sebebiyle derhal yere kapanıp toprağı öpmüştü.
Türkler’in İslamiyet’i korumaları en kötü durumlarında bile devam etmiştir. Son zamanlarını yaşayan Osmanlılar bile İslam’? muhafaza etmekten çekinmemişlerdir ki şu olay bunu apaçık ortaya koymaktadır: “Dini u?runda can vermeyi en büyük ideal sayan Müslüman Türk devleti can çekişirken bile bu idealine gölge düşürmemişti.”


Paris’te Volter’in yazdığı bir piyes temsil edilecekti. “Muhammet yahut Taassup” adlı bu piyesle meşhur Zeyd-Zeynep meselesi dile getirilerek Hz. Peygamber küçük düşürülmek isteniyordu. Bunu duyan Padi?ah II.Abdülhamid, elçilik vasıtasıyla temsilin durdurulmasını, aksi halde bunu siyasi bir mesele yapacağını Fransa hükümetine bildirdi. Frans?zlar temsili durdurdular; lakin tiyatro ?ngiltere’ye geçti ve aynı temsilin Londra’da da verilmesi kararla?tır?ldı. Bu haberi biraz geç alan Osmanlı padi?ah? aynı teklifi İngiliz hükümetine de yaptı. Lakin İngiliz hükümeti zamanın geçmiş olduğunu ve biletlerinin dağıtıldı?ını, esasen böyle bir hareketin vatandaşların hürriyetine tecavüz olacağını bildirerek teklifi reddetti.
Osmanlı hükümet temsilcisi Fransa’da da hürriyetin hakim olduğunu, buna rağmen temsilin kaldırıldı?ını söyleyince İngilizler “Orası Fransa’dır, burası ?ngiltere, Fransa’da hürriyetin hududu işte o kadardır.” dediler. Bu cevaba pek öfkelenen Sultan Abdülhamid İngilizlere şu ültimatomu verdi:
“İngilizler Peygamberimiz’i tezyif ediyorlar dite alem-i İslam’a beyanname ne?redece?im! Cihad-ı ekber ilan edece?im!”
Bu tehdit karışsında İngiliz hürriyeti iflas etti, temsil derhal durduruldu.



 Türkler İslamiyet’i yıllarca korumu?lardır. Fakat hizmetler sadece korumak ve yaymakla sınırlı değildir. İslami eğitim yaymak için medreseler açmışlardır. Medreselerin önemli olması ve yayılmasının sebebi ?unlardır:
èSünni-Hanefi olan Müslümanların, çevrelerindeki ?ii ve Fatımilerin ağırı mezhep propagandalarına karış koyma ihtiyacı. Medreseler böylece, Hanefi, ?afii, Maliki, Hanbeli adlarındaki dört Sünni mezhebin koruyuculuşu ve yayıcılığı görevini üstlenmiştir.
İslamiyet’i yeni benimsemi? Oğuz topluluklarının yeni inançlarının pekiştirilme, eskilerinin silinme gereğinin duyulmas?.
èDin adamı yetiştirme ihtiyacı.
èYeni ele geçirilen ülkelerin manen de fethini sağlamak için gerekli insanları yetiştirme düşüncesi,
èDevlet adamlarının eğitim ve bilimseverliği.
Türkler eğitimin yanısıra bilim konusunda da İslamiyet’e büyük hizmetler vermiştir. Müslüman olduktan sonra Türkler arasında birçok bilim adamları yetişmiştir. Biruni, Farabi, ?bni-Sina bunların birkaçıdır.
?bni-Sina daha gençlik yıllarında dönemin felsefe, t?p, tabiiyat, teoloji, matematik alanında tüm bilgilerini öğrenmiş ve kendisine Aristo ve Farabi’den sonra gelen üçüncü öğretmen anlamında “muallim-i salis” denmiştir.
?bni-Sina Kanun ve şifa adındaki eseriyle bu bilimi o dönem için doruk noktasına çıkarmış ve bu kitaplardan yüzyıllarca yararlanılmıştır. O, kitaplarını, öğrencilerin kolayca okuyup ezberlemelerine yardım eden kısa notlar halinde kaleme almış; böylece t?p öğrenimini en iyi biçimde yapılması yolunda harcamıştır.
Avrupalılar ?bni-Sina’yı ölümünden yüz yıl geçince eserlerinin Latince çevirileri ile tanınmış ve bunları t?p fakültelerinde beş yüz yıldan fazla bir süre ders kitabı olarak okutmu?lardır. Osmanlı hekimleri de onun kitaplarından yararlanmışlardır. Örneğin Süleymaniye Tıp Medresesi’nde Kanun okutulmuştur.
Farabi de Türklerin yetiştirdiği önemli bilim adamlarındandır. Felsefe ve görüşlerinin derinliği nedeniyle Aristo’dan sonra kendisine muallim-i sani denmiştir. Felsefe, mantşk, ahlak, psikoloji, metot, fizik, kimya, astronomi, geometri, siyaset, sosyoloji, askerlik, din, tasavvuf, dil, edebiyat ve musiki ilgilendi?i bilim dallarıdır.
Bilimde olduğu gibi sanatta da Türkler İslamiyet’te etkili olmuş, İslam sanatına katkıda bulunmu?lardır.
İslam’? yaymak amacıyla başlatılan ve gerçekleştirilen fetihler aynı zamanda İslam sanatının da gelişmesini saşladı. İslam sanat? zaman içinde Bizans, ?ran ve Türk sanatının etkisinde geli?ti. İslam sanatında en büyük gelişme mimari alanda olmuştur.
Abbasiler zamanında İslam mimarisi öncelikle ?ran sanatında etkilendi. Türklerin İslam Devleti’nin hizmetine girmesiyle, İslam sanatında bu kez Türk etkisi görülmeye başlandı. Örneğin Kahire’de Tolunoğlu Camii’nde Orta Asya Türk mimarisinin özelliklerini görmek mümkündür.
Sonuç olarak Türklerin İslam’a koruyuculuk ve yayıc?lık, bilim, eğitim ve sanat konularında ciddi hizmetleri olmuştur. Yani İslamiyet Türklere çok şey borçludur.
 
alınt?
« Son Düzenleme: 04 Kasım 2008 - 09:57 Gönderen: mehmetsayin » Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #5 : 06 Kasım 2008 - 00:03 »

                     
 

           Zimen  Defteri


Büyük dedelerimizin hatırlayabileceği
bir gelenek vardı Ramazan ayında..

Hali vakti yerinde olanlar kılık-kıyafet değiştirerek
hiç tanımadıkları mıntşkalara gidip,bakkalın manav?n
tenha zamanlarını seçerek sorarlarmış:

-- "Zimem defteriniz varmı" ı diye,
Zimen defteri, o esnaftan borcunu yani veresiye
mal alan mahalle sakinlerine ait hesap defteri:
Borçlu ile borcunun miktarı yazılı olan defter-...

Esnaf bu defteri çıkarınca, gelen şöyle dermiş
-- "lütfen baştan, sondan ve ortadan ?u
kadar sayfanın yekununu yapınız".

Esnaf bu kadar sayfanın yekununu yapar,
söyler, gelen de kesesini çıkarır, onu öder:
-- "Silin borçlarını, Allah kabul etsin" der,
çeker gidermiş.

Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu,
borcu sildiren, kimi borçtan
kurtardığını bilmezmi?..

İşte, hiçbir maddi çıkar düşüncesi gözetmeksizin
sırf Allah'ın rizasını kazanmak
ve din kardeşinin sıkıntısını gidermek amacıyla karışlıks?z,
riyas?z, gösteri?siz,
verdiğini unutarak, bu ?uurla verebilmenin de
bir mazhariyet,

Allah'ın C.C. bir lütfu olduğunu bilirler
ve buna şükrederlermiş....



Böylesi tevazu ve incelikli bir insan
ve toplum olmamız dileğiyle
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #6 : 06 Kasım 2008 - 17:17 »

Blindik bir olay ama belki bilmeyenler vardır.

Hz. Fatih Sultan Mehmet ?snatbulu fet etmeden önce edirde  kılık değiştirerek bir çarşıya girer. Esanıfın birinin dükkanına gider bişeyler ister esnaf istediklerinin yarısını verir, diğer yarısını vermez. Ben çok şükür siftah?m? yaptım karış komşum daha hiç satış yapmadı diğerlerinide ondan alın der. Hz. Fatih bütün çarşıyı gezer bütün esnaflar aynısı der.

Hz.Fatih " Benim arkamda bu millet olduktan sonra değil İstanbulu dünyayı fetederim" der.

Ama şimdi bakıyorum sadece ecdatla övünür olduk onlara layık evlatlar olalım gayretimiz hiç yok.
Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
yasemin_konya
Ziyaretçi
« Yanıtla #7 : 06 Kasım 2008 - 22:03 »

ya bende mı sorun var yoksa s?tedem? anlamy?orum ben yorum yazamıyorum forumdak? sayfalar acılmıyor İlk defa burası acıldı r?ca edıyorum ?lg?len?rsenız sevınırım
Kayıtlı
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #8 : 16 Şubat 2009 - 17:23 »



                            DÜNYAYA ÖRNEK BİR MODEL: OSMANLI NİZAMI
 
21. yüzyılda tüm dünyada iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda dengeler hızla değişmektedir. Bazı ortak değerler, yerel ve milli sınırları aşarak dünya çapında yayılmakta ve kabul görmektedir.

Bugün ülkeler, başta iktisadi olmak üzere, birçok alanda birbirleriyle ittifak yapma eğilimleri içerisindedirler. Sosyalizmin çöküşü ile birlikte sınırlar yıkılmıştır. Artık iki kutuplu bir dünya yoktur. Bir taraftan dünyada globalleşme ile ticari sınırlar kalkarken, diğer taraftan bölgesel ekonomik iş birlikleri sayesinde dünya coğrafyasında yeni "kutuplaşmalar" oluşmaktadır. Bu kutuplaşmaların altında yatan sebebin de medeniyetler arası farklar olduğu iddia edilmektedir. Doğal olarak da medeniyetleri oluşturan en önemli özelliklerin başında etnik ve dini yapılar gelmektedir. Bir diğer husus ise medeniyetlerin dünya tarihinin her döneminde var olduğu ve ilerlemenin ancak birbirleri arasındaki alışverişin artmasıyla gerçekleşebildiği gerçeğidir.

İletişimin artmasıyla dünya giderek daha da küçülmektedir. Bu da dünyadaki farklı kültürlerin ve inançların birbirleriyle, hiçbir engel ve sınır olmaksızın tanışacakları, diyalog kuracakları ve işbirliği yapacakları yeni bir dönemin habercisidir. Bu işbirliği ve barış ortamını sağlayabilmek için tarihten birtakım dersler çıkarmak gerekmektedir.

Tarih boyunca Türk-İslam medeniyeti, bu diyalog ve işbirliğinin öncüsü olmuştur. Tarihteki en yakın örnek olan Osmanlı İmparatorluğu, tek başına bunu kanıtlamaktadır.

Cihan İmparatorluğu: Osmanlı

Osmanlı toprakları, en geniş olduğu dönemde, 24 milyon km2'yi bulan yüzölçümüyle neredeyse Amerika kıtası kadar geniş bir alanı kaplamaktadır. Bu büyük coğrafya, otuzdan fazla milleti ve üç ilahi dinin merkezlerini üzerinde barındırıyordu. Balkanlar, Kafkasya veya Ortadoğu gibi, bugün her biri ayrı ayrı siyasi parçalanmışlığı ve uzlaşmazlığı ifade eden bölgeler, o dönemde tesis edilen barışın birer kalesi oldular. Daha ötesi, böylesine karışık etnik ve dini yapısına karşın, Osmanlı İmparatorluğu'nda herhangi bir "Medeniyetler Çatışması" gerçekleşmemişti. İmparatorluğun sınırları içinde kurulan barış ortamından, 600 yıllık hakimiyet döneminin 400 yılı boyunca herhangi bir çözülme olmamıştı. Gerileme dönemi adı verilen 200 yıl boyunca bile çok fazla toprak kaybetmeyen, yıkılış dönemi olan 20. yüzyılın başlarına kadar gücünü ve etkisini muhafaza eden Osmanlı, "cihan devleti" ünvanını hak etmektedir.

Kuşkusuz böylesine büyük bir devletin bu kadar uzun ömürlü olmasını yalnızca askeri güçle açıklamak mümkün değildir. Osmanlı Devleti'ni cihan devleti ünvanına layık kılan unsurların başında, temelini dayandırdığı ve gücünü aldığı manevi değerler gelmektedir. Bunun sebebi; Osmanlı İmparatorluğu'nun, "millet sistemi" adı verilen bir düzenle yönetiliyor olması ve farklı inançlara sahip insanlara, kendi inançlarına ve hatta hukuk sistemlerine uygun şekilde yaşama imkanı tanımasıydı. Osmanlı Nizamı denilen anlayış, sınırları içinde bulunan medeniyetleri ortak kültürde birleştirmek ve itici güç olan Türk-İslam ahlakıyla yönlendirmeyi ifade etmekteydi. Bu doğrultuda Türkler ister Balkanlar'da, ister Kafkaslar'da, ister Ortadoğu'da ya da Kuzey Afrika'da, kısacası gittikleri bölgelerde, hiç kimseyi dinini ve töresini değiştirmeye zorlamamışlar ve hiç kimseye dininden dolayı zulmetmemiş, kimseyi de hor görmemişlerdir. Her dinden, her mezhepten vatandaş ibadetini dilediği gibi yerine getirmiş, kendi örf ve adetlerini uygulama konusunda hiçbir baskı veya zorlamaya maruz kalmamıştır. Şüphesiz Osmanlı'nın asırlar boyunca adalet anlayışında hiçbir sapma olmamasının en önemli nedeni, bu adalet anlayışının Kuran ahlakından kaynaklanmış olmasıdır. Bu nedenle söz konusu coğrafyada yaşayan milletlerin hepsi Türk adaletine, hoşgörüsüne ve kendilerine sağlanan barış ortamına şahitlik etmişlerdir. Bu durum her dinden ve ırktan insanın Türk-İslam ahlakının yönetiminden razı olmalarıyla sonuçlanmıştır. Bunun neticesinde, dışarıdan gelen saldırılara karşı bu topraklarda yaşayanlar da, severek ve isteyerek-, yönetiminden memnun kaldıkları Osmanlı Devleti'nin yanında yer almışlardır.

Altı Asrın Süper Gücü

Bahsi geçen bütün bu özellikleriyle Osmanlı İmparatorluğu, döneminin itici gücü ve süper kuvvetiydi. Sürekli genişleyen sınırlarında, birçok kültür ve medeniyetle iç içe yaşıyordu. Hakim olduğu topraklardan yayılan anlayış kısa zamanda sınırlarının ötesine geçmiş ve bir "Osmanlı Dünyası" oluşturmuştu. Bu sayede, medeniyetler sürekli bir alışveriş içinde olabiliyorlardı. Yüzyıllarca, sınırlarını aşan bir coğrafya üzerinde ekonominin, inancın, kültürün ve hukukun lokomotifi "Osmanlı" oldu. Büyük Avrupa devletlerinin aralarındaki kritik kararlar, bahsi geçen "Osmanlı Dünyası" hesap edilerek alınıyordu. Fransa Kralının himaye edilmesi örneğinde olduğu gibi, yabancıların aralarındaki anlaşmazlıklarda dahi Osmanlı padişahı hakem kılınıyordu. Osmanlı Devleti, İslam Dünyasının lideri olduğu kadar birçok Avrupa devletinin de lideriydi. Birçok kral Osmanlı Padişahının izniyle taç giyiyordu. Osmanlı Devleti hem döneminin hakim devleti, hem de barış ve huzurun sağlayıcısıydı. Yayılmacı ve genişleyici bir politika izlemesine karşın, amaç daha fazla toprak kazanmak değil, fethedilen bölgelere Türk-İslam ahlakının getirdiği adaleti ve barışı yayabilmekti.

"Medeniyetler Çatışması" tezinin sahibi Samuel Huntington bu gerçeği; "İslam toplumu yüzyılın ilk bölümüne kadar lider bir devlete sahipti. Bu da açık bir şekilde Osmanlı İmparatorluğu'ydu" diyerek açıkça ifade etmekteydi. (Samuel Huntington'un Türkiye'de verdiği Konferans, Sermaye Piyasası Kurulu Yayınları, Ankara,1997, s. 238)

Osmanlı'nın İzinden

Siyaset tarihi göstermektedir ki, dünya siyasetinde etkin olmak isteyen her fikir, herşeyden önce "Osmanlı hinterlandı" olarak anılan bölgelere hitap edebilmelidir. Çünkü dünya siyasetinin ana hatları bu coğrafyanın etrafında şekillenmektedir. Ancak bu coğrafyada Osmanlı Devleti'nin ardından, aradan geçen bunca zamana ve denenen her türlü rejim ve uygulamaya karşın, huzur ve istikrar hala sağlanamamıştır. Gerek Balkanlar, gerekse Ortadoğu ve Kafkasya, savaşların ve çatışmaların ağır yükü altında ezilmektedir. Türkiye'nin tam merkezinde yer aldığı "Osmanlı Coğrafyası" halen hareketli ve karışık bir yapıya sahiptir. Osmanlı Devleti'nin siyasi olarak varlığının ortadan kalkmasının ardından bu bölgede oluşan boşluk henüz doldurulamamış ve gerçek anlamda bir güven ortamı sağlanamamıştır. Bu durum aynı topraklarda asırlar boyunca örnek bir "birlikte yaşama modeli" uygulayan Müslüman Türk Milleti üzerinde dikkatlerin yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Bu modelin günümüzde ve gelecekte nasıl gerçekleştirilebileceği düşünüldüğünde, akla ilk gelen yine Müslüman Türk Milleti'dir. Nitekim son yıllarda pek çok devlet adamı ve siyaset bilimci, Osmanlı Devleti'nin başarıyla yürütmüş olduğu adil yönetim sistemini incelemektedir. Bu incelemelerdeki amaç, dünya üzerinde sağlanmak istenen barış ortamının fikri temelinin, geçmişte Osmanlı'da yattığı gerçeğidir. Osmanlı modelinin Batılılar tarafından da bir model olarak görüldüğünü, London School of Economics'te Avrupa Düşüncesi Profesörü olan John Gray'de kendisiyle yapılan bir röportajda açıkça ifade etmişti. Dünyanın saygın dergilerinden New Perspectives Quarterly'nin Türkiye baskısında yayınlanan röportajda Gray "Endülüs Emevileri'nin, Osmanlıların hoşgörülü yaklaşımları günümüz dünyası için yol gösterici olabilir" diyordu. (NPQ, Cilt 3, Sayı 2, 2001, s.13)

Pek çok tarihçi ve siyaset bilimci de bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Bunlardan biri, dünyaca ünlü Ortadoğu uzmanı Columbia Üniversitesi'nden Prof. Dr. Edward Said'dir. Kudüslü Hıristiyan bir aileden gelen ve Amerikan üniversitelerinde çalışmalarını sürdüren Edward Said, İsrail'de yayınlanan Ha'aretz gazetesinin kendisiyle yaptığı bir röportajında Ortadoğu'da kalıcı bir barışın inşa edilebilmesi için "Osmanlı Millet Sistemi"ni önermiştir. Said'in yorumu şöyledir:


"Arap dünyasındaki diğer azınlıklar nasıl yaşayabiliyorsa, (Araplar arasındaki) bir Yahudi azınlığının yaşaması da mümkündür... Bu, Osmanlı İmparatorluğu altında gayet iyi işlemiştir. Onların sistemi, şu an sahip olduğumuzdan çok daha insancıl gözükmektedir." (18.8.2000, Ha'aretz Gazetesi; Ağustos 2000)


Osmanlı modeli gibi Balkanlar ve Ortadoğu'daki farklı etnik kimlik ve dinleri kucaklayan bir stratejinin geliştirilmesiyle, bölünmüşlüğü ve siyasi parçalanmışlığı ifade eden bu bölgelerde huzur ve güven ortamı tesis edilebilir. Bu stratejinin dayanak noktası ise, Türk-İslam kültüründe yatmaktadır. (Harun Yahya, Türk'ün Dünya Nizamı)

Osmanlı Adaleti

Osmanlı İmparatorluğu, Müslümanlar tarafından yönetilen bir İslam devleti olmasına karşın, tebasını zorla İslamlaştırmak gibi bir amaca sahip değildi. Aksine, Osmanlı Devleti, gayrimüslimlere de güvenlik ve huzur sağlamayı, onları adaletle ve İslam idaresinden razı olacakları şekilde yönetmeyi hedefliyordu.

Oysa aynı dönemlerde dünya üzerindeki diğer büyük devletler çok daha katı, baskıcı ve müsamahasız bir yönetim anlayışına sahiptiler. İspanya Krallığı, İber Yarımadası'nda Müslümanların ve Yahudilerin varlığına tahammül edememiş ve her iki topluma karşı büyük bir vahşet uygulamıştı. Diğer pek çok Avrupa ülkesinde Yahudilere sadece Yahudi oldukları için baskılar uygulanıyor (örneğin gettolara hapsediliyorlar), hatta kimi zaman toplu katliamlara ("pogrom"lara) hedef oluyorlardı. Hıristiyanlar birbirlerine karşı bile tahammülsüzdüler; Katolik ve Protestanlar arasındaki çatışmalar, 16. ve 17. yüzyıl boyunca Avrupa'yı kan gölüne çevirdi. 1618-48 yılları arasında yaşanan "30 Yıl Savaşları", temelde Katolik-Protestan çatışmasının bir sonucuydu. Bu savaş sonucunda Orta Avrupa adeta bir harabeye döndü, sadece Almanya'da 15 milyonluk nüfusun üçte biri yok oldu.

Bu ortamda Osmanlı'nın kurduğu idarenin son derece insancıl olması kuşkusuz önemli bir gerçektir. İmparatorluk sınırları içinde hakimiyetin meşruiyeti tek bir hususla ölçülürdü; o da adaletti.

Yukarıdaki tüm tarihi gerçekler ve Osmanlı sistemi birlikte değerlendirildiğinde, Osmanlı'daki barışın, huzurun ve adaletin kaynağı olan Müslüman Türk ahlakının, en ideal toplum modelini oluşturduğu gerçeği açıkça ortaya çıkmaktadır.

Harun Yahya
 
 
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #9 : 24 Şubat 2009 - 21:41 »



                                        ŞARLKEN ve AVRUPA

Alman İmparatoru Şarlken'in amacı tüm Avrupa'da hakimiyet sağlamaktı. Şarlken, fikirlerine karşı çıkan Fransa Kralı Fransuva'yı esir aldı. Fransa Kralının annesi Düşes Dangolen, Kanûnî'ye bir mektup yazarak yardım istedi. Bunun üzerine Kaptan-ı Derya Barboros Hayreddin Paşa Fransa'nın Akdeniz kıyısındaki şehri Nis'e giderek Şarlken'in donanmasını yendi. Hem Fransa'yı hem de Fransuva'yı kurtardı.
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
Sayfa: [1]   Yukarı git
 
Gitmek istediğiniz yer: