karalar
|
 |
« Yanıtla #30 : 05 Mart 2007 - 02:43 » |
|
Bir milletin bu derecede soysuzlaşması, aslını inkar noktasına gelmesi, >hayra alamet bir şey olmasa gerek.1900 lerin başını tekrar mı yaşıyoruz >dersiniz? O günlerde de kimi köşe yazarlarının bazıları Amerikan, bazıları >İngiliz, bazıları da Fransız boyunduruğunu kabul edersek, bu Milletin >adam(!) olacağını, uygar olacağını yazıyorlardı(ARTİN KEMAL gibi). Bu görüş >ve idealleri içinde güdümlü toplantı ve mitingler yapıyorlardı. Şimdi ise >'' Türklerin pis kanı damarlarından akıtılıp, yerine ermeni kanını >damarlarına doldurulmadıkça Türkler medeni olamazlar, Türkler gelişimini >tamamlamamış yaratıklar" diyen bir zavallının katlinden sonra; bu Milletin >kimi soysuzlaşmış maymunları ''Hepimiz Hırandız,hepimiz ermeniyiz '' diye >sokağa dökülebiliyorlar. Bu zavallılardan hiçbiri 42 tane güzide Türk >diplomatı ERMENİLERCE, binlerce Türk genci pkk ca şehit edildiğinde >''Hepimiz Türk diplomatıyız.Mehmetciğiz, Hepimiz TÜRKÜZ'' deme cesaret ve >erdemini gösterebildiler mi? Bir fikri savunanın silahla susturulmasının >yanında olmadım. O nu yine fikirle hemde tarihin ışığında gerçek fikirle >susturmayı yeğledim. Ama, hani nerde ATATÜRKÇÜ geçinenler? Adam Türk'ün >damarlarında pis kan dolaşıyor derken, Yüce Önder bu günleri görmüşcesine >''...muhtaç olduğun kudret damarlarıdaki asil kanda mevcuttur'' diyor. >"hepimiz ermeniyiz" diye bağıranların çoğu , lafa geldiğinde ''ben su >katılmamış Atatürkçüyüm'' diyebiliyor. EDEP YAHUU. Hani Ataterkçü idiniz, >hani Atatürk'ümüzün fikir ve söylemlerini tartışmasız gerçek rehber >edinirdiniz? Yazıklar olsun size. Allah ıslah ve irşat etsin sizi. Ben, ne >hırandım ne de ermeniyim. Ben öldürülen, hem de arkasından kalleşce >ermeniler tarafından vurulan Cemal Paşa'yım, 42 Türk diplomatıyım ve ben >pkk tarafından şehit edilen binlerce MEHMETCİĞİM ve dahi ben Türk oğlu TÜRK >üm. Tarihten ibret alamadık, zira tarih tekerrür ediyor. Yine Damat Ferit >hükümetleri olacak. Yine Artin Kemaller olacak ve ve ve de yine MUSTAFA >KEMAL LER OLACAK. Yine Türk ü vatanında palikarya durumuna düşürmek isteyen >müstevli emperyalistler, yine İzmirden denize dökülecekler. Bize düşen bu >günlerde UYANIK olmaktır. Ben bir TÜRK üm, binlerce yıl, ilmimle, fennimle, >kültürümle bu dünyaya YÖN verdim. Yine bu dünyaya çeki düzen vermeye >talibim ve hazırım. NE MUTLU TÜRK ÜM DİYENE.
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #31 : 05 Mart 2007 - 02:59 » |
|
BU BİR OSMANLI SAVAŞ FERMANIDIR
Yıl 1912, İngilizler Hindistan'ı işgal eder, Hindistan Kralı Osmanlı'dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan'a gönderir. 350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan'a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar.
Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır, diğerleri de savaşta şehit olurlar. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz gemisi Avustralya'ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar.
Bir sure sonra, adı Karadeniz diyarından Mentesoğlu Abdullah olan, baba mesleği dondurmacılığa, Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar.
1918'de Avustralya Çanakkale'ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar.
Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya'da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler.
Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:
Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri,
Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız.
Bu bir " Osmanlı Savaş Fermanı "dır. Ekselanslarının bilgilerine duyurulur.
Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet,
Karadeniz diyarından Mentesoğlu Abdullah
İki Osmanlı askeri, Sidney' in 250 km uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar.
Ne olduğunu bir turlu çözemeyen Avustralya devletının sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve bölgeye 250 kadar asker gönderirler ve iki Osmanlı askeri araştırılmaya başlanır. Birkaç günlük araştırmadan sonra sıcak çatışma olur
Ve iki Osmanlı askeri bu karlı dağlarda şehit edilir.
İki askerin şu an mezarı Sidney'e 250 km uzakta Karlıdaglar'da ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasak. Avustralyalılar iki Osmanlı askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize Hindistan asıllı diyorlar. Oysa Hindistan'da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok.
Bu bilgi Hindistan büyükelçiliğinin açıklamasından çıkarılmıştır.
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #32 : 05 Mart 2007 - 03:01 » |
|
Nobel'li!.. Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk bir kitabında şöyle bir cümle yazmış: "İmam ikindi namazı saatinde caminin balkonuna çıkarak ikindi ezanını okudu."
Profesör İlber Ortaylı bu tek cümleyi analiz ediyor: “ Bir kere namazın saati olmaz, vakti olur. Saat ayrı, vakit ayrı bir kavramdır. Camilerde balkon yoktur, minarenin şerefesi vardır. Ezanı da imam okumaz, müezzin okur, o da şerefeye çıkmaz, içeriden okur.
Bu örnekle de sabittir ki kişiler kendi içinden çıktıkları toplumu bilmeden bir şeyler yapmaya çalıştıklarında doğru şeyler yapmazlar, yapamazlar.”
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #33 : 15 Mart 2007 - 10:38 » |
|
ÇANAKKALE SAVAŞLARI (Bütün Türklerin bilmesi gereken bir destan) ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşına da, Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden saikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? 'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyetler eder istiâb. 'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy Bir zamanlar biz de millet... Hem nasıl milletmişiz... Gelmişiz dünyaya... Milliyet nedir? Öğretmişiz...
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #34 : 15 Mart 2007 - 10:43 » |
|
En Mütekamil ikmal Teşkilatı
Kore Savaşı sırasında bir Amerikan bataryasının isabet alıp parçalanmasından sonra, dört dakika gibi kısa bir süre içinde Amerikalıların bataryayı tekrar kurup ateşe başladıklarını ve bu çok süratli ikmal karşısında Türk binbaşısının hayretler içinde kaldığını gören Amerikalı generalin: "Biz bu sistemi kurmadan önce bütün dünya ikmal teşkilatlarını etüd ettik. En mütekamil olanının Osmanlıların ki olduğunu görerek onu kabul ettik. Bu, sizden gelme bir usulün günümüze tatbikinden başka birşey değildir." dediğini, . .
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #35 : 15 Mart 2007 - 10:45 » |
|
Osmanlı Topçuluğu
Kanuni Sultan Süleyman devrinde yıllarca İstanbul'da kalan ve yazmış olduğu eserini en büyük Hıristiyan hükümdarı II Filib'e takdim eden İspanyol yazar Cristobol de Villalon'un, dönemin Osmanlı topçuluğu hakkında: "Dünyada hiçbir devletin,Türk topçusu ile mukayese edilebilecek topçusu yoktur. İstanbul'da eski model olduğu için kullanılmayıp süs diye surlara konan topları inceledim Bunlar bile İspanya ordusundaki toplardan çok daha kaliteli idi. Tophane sırtlarında çaptan düşmüş diye yığılan 40 kadar topu hayretle seyrettim. Bunları alıp topçu kuvveti oluşturmak istemeyecek hiçbir Avrupa devleti bilmiyorum dediğini
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #36 : 15 Mart 2007 - 10:45 » |
|
Gözyaşı Medeniyeti
İslam'ın ilk dönem zahidlerinin en belirgin niteliklerini Allah korkusunun tesiri ile çok ağlamaları, çok mahzun olmaları ve dünyaya hiç değer vermemeleri olduğunu. Bunlardan Veysel Karani'nin Allah'tan korktuğu ve utandığı için başını hiç semaya kaldırmayıp, daima çenesi göğsün de bitişik gezdiğini... "Ümmetin Rahibi" diye tanınan Amir bin Abdullah ın çok ağlayıp geceleri ayakları şişecek kadar ibadet ettiğini.. "Dünyayı üç talakla boşadım, ricat yok" diyen ve ruhbanlar gibi ibadet ettiği için "Gulam" adını alan Utbe bin Eban'ın çok ağlayan bir zahid olduğunu... Zühdüne sevgi ve aşk hakim olan Rabiatü'l Adeviyye nin secde de başını koyduğu yeri çamur edecek kadar gözyaşlarını ceyhun ettiğini...
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #37 : 15 Mart 2007 - 10:46 » |
|
Dünyanın ilk Toplu Sözleşmesi
Dünyada ilk toplu sözleşmenin Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirildiğini. Kütahya Vahid Paşa kütüphanesinde bulunan şeriye Mahkemesi sicilinin 57'ci sayfasında kayıtlı belgeye göre, yeryüzündeki bu ilk sözleşme Kadı Ahmed Efendinin tasdiki ile 24 işyeri ile işçileri arasında imzalandığını . Bu sözleşmeye göre, "Kalfaların, yardımcıların, ustaların ve vasıfsız işçilerin yevmiyeleri"nin tesbit edilip, her gün belli sayıdaki fincan imali karşılığı alacakları ücretlerin tesbit edildiğini...(47)Biliyor muydunuz?
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #38 : 15 Mart 2007 - 10:47 » |
|
Medine Muhafızı
Osmanlı'nın edeple taçlaşmış iman anlayışının gereği olan Hazreti Peygamberi'nin(sav) şehrini bir valinin adının altına sokamayacağı saygı ve edebi ile, oraya göndereceği idareciyi `Vali " yerine "Medine Muhafızı " diye isimlendirme hassasiyetini gösterdiğini . . .
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #39 : 15 Mart 2007 - 10:48 » |
|
İlahi İkaz
Birinci Dünya Savaşı sırasında Dördüncü Ordu karargahında Mekke ve Medine yi kurtarmak için Hicaz Seferi Kuvveti hazırlanması meselesi görüşülürken,Harbiye Nazırı Enver Paşa nın bu iş için Mustafa Kemali atadığını ve bunun üzerine Mustafa Kemal in: Değil Hicaza asker sevketmek,hatta oradaki askerleri de geri almak ve kuvvetleri verimsiz yönlere dağıtmamak gerek diyerek görüşünü belirttiğini ve sonunda M. Kemal in bu görüşünün kabul edilerek Medinenin boşaltılmasına karar verildiğini... Tam bu sırada ışıkların aniden sönerek ortalığın zifiri bir karanlığa bürünmesi üzerine bunu İlahi bir İkaz kabul eden Cemal Paşa nın birden ürperip sarsıldığını ve daha sonra Hicazın boşaltılmasından vazgeçilerek Fahreddin Paşa nın Medine ye gönderildiğini....
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #40 : 15 Mart 2007 - 10:50 » |
|
Senfoni Zulmü
1930lu yılların birinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının,Anadoluyu tenviretmek için çıktığı turnenin Sivas durağında,bir konser verdikten sonra gazetecinin birinin konseri izleyen bir vatandaşa: Konseri nasıl buldunuz? diye sorması üzerine zavallı adamcağızın, sağına soluna ürkekçe bir göz attıktan sonra gazetecinin kulağına: Valla beyefendi,Sivas,Sivas olalı,Timurdan beri böyle zulüm görmedi! diye cevap verdiğini....(
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #41 : 15 Mart 2007 - 10:51 » |
|
Türkiyede Türk Müziği Yasağı Tek parti iktidarı döneminde,devletin açmış olduğu müzik okullarının bir tanesinde,öğrencilerden bazılarının ders arasında kendi öz müziği olan Türk müziği çalmaya teşebbüs ettikleri için yabancı uzman Herr Zuckmayer tarafından okuldan atıldıklarını
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #42 : 17 Mart 2007 - 09:50 » |
|
Büyük devlet... Yıllardan, 76... Aylardan, şubat... Türkiye'nin Beyrut Büyükelçiliği Başkatibi Oktar Cirit, Hamra Caddesi'nde bir kafede çayını içiyor, gazetesini okuyordu... Ermeni terörist, sinsice yaklaştı. Art arda bastı tetiğe... Şarjörünü boşalttı diplomatımızın iman tahtasına... Bir şehit daha vermişti Türkiye.
Yakalandı mı bu tetikçi? Yakalanmadı.
Aynı Lübnan'da... THY büromuz bombalandı mı? Bombalandı.
Turizm büromuz bombalandı mı? Bombalandı.
Büyükelçiliğimiz tarandı mı? Tarandı.
Büyükelçiliğimize füze fırlatıldı mı? Fırlatıldı.
Türk Büyükelçiliği'nin Askeri Ataşesi ile İdari Ataşesi'nin otomobilleri havaya uçuruldu mu? Uçuruldu.
PKK'nın olduğu gibi, Asala'nın da yuvası mıydı bu Lübnan? Yuvasıydı.
Türkiye'nin Paris Başkonsolosluğu'nu silahlarla işgal edip, 56 Türk'ü rehin alan, Konsolos Kaya İnal'ı ağır şekilde yaralayan, güvenlik görevlimiz Cemal Özen'i şehit eden 4 terörist, Lübnanlı mıydı? Lübnanlı'ydı.
İstanbul'da Topkapı Sarayı'nı otomobilin bagajına yerleştirdikleri bombayla havaya uçurmayı planlarken, erken patlaması sonucu ölen 2 terörist, Lübnanlı mıydı? Lübnanlı'ydı.
Asala, ilk radyo yayınını nerede başlattı? Beyrut'ta.
Beyrut'taki bu radyodan yayınlanan Asala bildirisinde, Türkiye'ye sefer yapan bütün uluslararası hava yollarının "hedef alınacağı" açıklandı mı? Açıklandı.
Bu Lübnan, Lübnan kaynaklı bu vahşete rağmen, sözde Ermeni soykırımını tanıdı mı? Tanıdı.
Bizi "bebek katili" ilan etti mi? Etti.
Bu Lübnan'da Ermeni nüfus var mı? Var.
Ermeni Partisi var mı? Var.
Ermeni Bakan var mı? Var.
Peki, bu Lübnan'ı "korumaya" gidecek olan BM Gücü'nde Ermenistan var mı? Yok.
Kim var en önde? Biz.
Bitmedi... Bu Lübnan, soykırımı tanıyıp, bizi ne zaman bebek katili ilan etti? 2000'de.
Lübnan Parlamentosu'nun bizi bebek katili ilan eden kararından 3 ay sonra yapılan seçimde, kim başbakan seçildi? Hariri.
Değiştirdi mi bu kararı? Değiştirmedi.
Yani, bir anlamda, o da onayladı mı, bizim bebek katili olduğumuzu? Onayladı.
Biz ne yaptık bunun karşılığında? Türk Telekom'u ona verdik.
E aferin.
E peki sonra ne oldu gectigimiz Subat ayinda onlarin halkini korumak icin gonderdigimiz Mehmetcigimize ragmen bu lubnan rumlar la ortak petrol arama girisimlerine basladimi Akdenizde?? basladi ??bizim uyarilarimiza ragmen!!peki rumlarin askeri varmi lubnanda?? yok!! eee o zaman halen Mehmetcigin ne isi var orada?? bilenlere sormali!!!
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #43 : 17 Mart 2007 - 10:01 » |
|
SANCAĞIN GÖLGESİNDE BOZKIR’LI ŞEHİTLER Kafkasya, Filistin, Hicaz, Yemen, Suriye, , Kanal Harekâtı, Irak, Makedonya, Romanya, Kafkasya, Doğu Cephesi, Gâliçya ve Çanakkale Cephelerinde dedelerimin izlerini aradım. Babamın Dedesi: Deli İbrahim’in Gâliçya Cephesinde savaşmış bir gazi olduğunu öğrendim. Bunun yanında birçok çarpıcı bilgilerle karşılaştım. Çanakkale’de bir hilal uğruna batan güneşleri gördüm. Memleketlerine baktığımda; En çok şehit veren iller 2779 şehitle Balıkesir ve 2488 şehitle Konya olduğunu anladım. Yerleşim yerlerine ilçe düzeyinde baktığımda Bozkır İlçesi ön plana çıkmıştır. Bozkır’ın resmi kayıtlarda sadece Çanakkale’de bilinen şehit sayısı 316 şehit olup, çevresinde Bozkırdan ayrılarak yeni kurulan İlçelerden Ahırlı’da 20 şehit, Yalıhüyük’te 1 şehit Akören’de 14 şehit Güneysınır’da 5 şehit ve Hadim’de 32 neferini şehit vermiştir. Bu şehitlerin 18 – 22 yaş arasında olduğu görülmektedir. Yiğitlerimizin birçok cephe savaştığını düşünürsek Bozkır’ımızın verdiği şehit sayısı binleri aşabileceğini düşünüyorum. Bu yazıyı yazmamın asıl maksadı bu vatanın ve milletin hangi zorluklardan geçerek buralara geldiğini anlatmak; genç nesle ecdadını tanıtmak ve kökleriyle buluşmasını sağlamaktır. Bizler toplum olarak çabuk unutursak popüler meseleleri takip ettiğimiz kadar bizi biz yapan değerlerin arkasından gidemezsek millet olma şuuruna tam olarak varamayız. Bizlere şimdiye kadar Çanakkale’ de feda ettiğimiz bu şehitleri tam teşekküllü hiç hatırlatan olmadı. Bunları hatırlatan hiç bir şey yapmadık: yollara, caddelere, çeşmelere, dağlara, okullara vb. yerlere bunların isimlerini koyduk mu? Konya ve Bozkır’da nerde isimleri var? Soruyorum! Tamamı şehit olan 57. Piyade Alayı’nın İmamı Konyalı Hasan Fehmi’nin ismini size hatırlatan oldu mu? Hangi caddeye, hangi mahalleye, hangi okula vb. nerelere adını koyduk? Bazıları diyebilir! - Canım aradan onca sene geçmiş nasıl hatırlayalım! - Birkaç yıl önce kaybettiğimiz şehitleri de unutmadık mı? Soruyorum! Şehit Öğretmen Hüseyin YAVUZ’u tanıyanınız, hatırlayanınız var mı? Şimdi hayatının baharında solan gonca gül Şehit Öğretmen Hüseyin YAVUZ’u anlatayım sizlere: 1967 doğumlu Bozkır İlçesi Pabuççular köyünden Diyarbakır’ın Hazro İlçesi Dadaşlar Köyü İlkokulunda öğretmen olarak göreve başlamış henüz 15 günlük öğretmen iken PKK teröristleri tarafından 22.10.1993 tarihinde şehit edilmiştir. Şimdi Musalla Mezarlığında yatıyor. Tanıyanınız var mı? Soruyorum! Bu şehidimizin ismini memleketimizin neresinde yaşatıyoruz? İsmini Bozkır’da bir Lise’ye versek kötü mü olur? Örnegin: Okulun adı Bozkır Anadolu Lisesi Olacağına Bozkır Şehit Öğretmen Hüseyin Yavuz Anadolu Lisesi olsa okullun eğitim kalitesi mi düşer? Oysa o insanlar ülkelerini bedelsiz sevdiler ve yollarından dönmeyi hiç düşünmediler. Şimdi soruyorum geçmişi görmemezlikten gelerek nereye kadar gidebiliriz yukarıda saydığım fakat yapamadığımız şeylere aziz şehitlerimizin ihtiyacı yoktur. Şehitlerimize gereken önemi veremediğimiz ortada. Zaman geç sayılmaz bundan sonra şehitlerin isimlerini yaşatırsak Bayrağımız gururla dalgalanır Anadolu semalarında. Tüm adsız kahraman: Şehitlerimizi rahmetle anıyor sözlerime ATSIZ’ın mısralarıyla son veriyorum: Kahramanlık ne yalnızca bir yükseliş demektir. Nede yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir. Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir. Kahramanlık saldırıp bir daha dönmemektir. Şimdi şehitlerimizin bir kısmının isimlerini açıklıyorum: KÖYÜ LAKAP VE SULALESİ BABASINI VE KENDİSİNİN ADI Çağlayan Ali Çavuş Oğullarından Hasan Oğlu ALİ Çağlayan Hacı Hasan Oğullarından Baki Oğlu HASAN Çağlayan …. Ahmet Hoca Oğlu KERİM Çağlayan …. Halil Oğlu HÜSEYİN Çağlayan …. Mehmet Oğlu OSMAN Çağlayan …. Bekir Oğlu KERİM Bozkır Semerci Oğullarından Mustafa Oğlu ABDURRAHMAN Bozkır İmam Oğullarından Mehmet Oğlu ABDURRAHMAN Bozkır İkiz Oğullarından Mehmet Oğlu AHMET Bozkır Gül Mehmet Oğullarından Mehmet Oğlu AHMET Bozantı Oğullarından Mustafa Oğlu ALİ Karagöz Oğullarından Mehmet Oğlu ALİ Hacı Mehmet Oğullarından Ahmet Oğlu ALİ Belören Köre Ali Oğullarından Mehmet Oğlu ALİ Dınkçı Ali Oğullarından Ali Oğlu ALİ Durdul Oğullarından Hüseyin Oğlu ALİ Alaattin Oğullarından Hüseyin Oğlu ALİ Panter Oğullarından Hasan Oğlu ALİ Kadir Oğullarından Mustafa Oğlu ALİ Üçpınar Hacı İbiş Oğullarından Hüseyin Oğlu DURMUŞ Durmuş Oğullarından Ali Oğlu DURMUŞ Kızıl Halil Oğullarından Ahmet Oğlu HALİL Pınarcık Bekir Oğullarından Abdullah Oğlu HALİL İBRAHİM Dereköy Güzleş Oğullarından Halil Oğlu HASAN Kadı Oğullarından Mehmet Oğlu HASAN İsa Oğullarından Ahmet Oğlu HÜSEYİN İmam Ali Oğlu İBRAHİM İsa Oğullarından Mahmut Oğlu İBRAHİM İsa Efendi Ahmet Oğlu İBRAHİM İbiş Oğullarından Mehmet Oğlu İDRİS Bayram Oğullarından Hacı Mehmet Oğlu İSMAİL Mustafa Bey Oğullarından Mustafa Oğlu MEHMET Veli Oğullarından Ramazan Oğlu MEHMET Süllü Oğullarından Hüseyin Oğlu MEHMET Abdi Oğullarından Şaban Oğlu MEHMET Musalarlı Oğullarından Süleyman Oğlu MUSTAFA Belören Enseli Oğullarından Ali Oğlu MUSTAFA Hacılar Mevlüt Oğullarından Osman Oğlu MUSTAFA Deli Mustafa Mehmet Oğlu MUSTAFA Molla Musa Oğullarından Musa Oğlu TAHİR Muharrem Oğullarından Mustafa Oğlu YUSUF Dedemli Kara Hafız Oğullarından Osman Oğlu EYÜP Yalıhüyük ………… Mehmet Oğlu İSMAİL Ahırlı Cafer Oğullarından Mehmet Oğlu MUSTAFA Ahırlı Dereci Oğullarından Mehmet Oğlu MUSTAFA Ahırlı Murat Oğullarından Ömer Oğlu SÜLEYMAN Daha ismini ve köyünü sayamadığım 342 şehidimiz listede mevcuttur. 57. PİYADE ALAYI SANCAĞI Muammer TUNAHAN Beden Eğitimi Öğretmeni muammertunahan@hotmail.com
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
karalar
|
 |
« Yanıtla #44 : 17 Mart 2007 - 10:15 » |
|
BU SALTANAT DEĞİL, ÂHİRET İŞİDİR
Yavuz Sultan Selim, Edirne'ye gidiyordu. Devlet erkânı, padişahı uğurluyorlardı. Belli bir yere kadar padişahı yolcu ettikten sonra geri dönerken, devrin Şeyhü'l İslâmı Zenbilli, elleri arkalarına bağlanmış 400 kişiye rastladı. Bunlar, padişahın ipek ticaretini yasaklayan fermanını çiğneyen tüccarlar idi. Ve padişah hepsinin birden idamını emretmişti.
Bunu duyar duymaz Zenbilli, atını çevirip sürdü. Padişahın arkasından ona yetişti. Her ikisi de at üstündeydiler. Önce Zenbilli söze başladı: - Padişahım, gördüm ki bazı adamları bağlamışlar. Eğer muradınız onları öldürtmek ise Allah indinde bu muamele asla helâl değildir. Onların, öldürülmelerini gerektiren bir suçları yoktur.
Sultan, Zenbilli'nin devlet işine müdahalesine kızarak: - Mevlânâ, dünyanın düzenini ve devletin otoritesini korumak için insan öldürmek helâl değil mi? dedi.
Zenbilli cevap verdi: - Helâldir ama, dünyanın düzeni bozulup otorite sarsıldığı ve büyük fitneler çıktığı zaman helâldir. Halbuki bu iş, öyle değildir. Ortada düzeni altüst edecek, fitne çıkaracak bir durum yoktur.
Yavuz, cevap olarak kendi emrine aykırı davranmanın büyük fitne ve devlet düzenini ihlâl edici bir suç olduğunu söylediyse de Zenbilli, onun bu görüşüne iştirak etmedi. Meseleyi abartıp, büyüttüğünü padişaha izaha çalıştı. Bu sözler, Yavuz'u yatıştıracak yerde, daha da sinirlendirmişti. Zenbilli'ye: - Ben sana dedim ya, saltanat işlerine karışmak, senin görevin değildir. diyerek sertçe çıkıştı.
Zenbilli de asabileşmişti. Sultana son olarak şu ikazı yapmaktan geri kalmadı: - Sultanım, bu saltanat değil, âhiret işidir. Yüzlerce kişinin haksız yere kanının dökülmesi söz konusudur. Buna karışmak benim görevimdir. Susup yahut yaptığını tasvip edip, senin günah ve mesuliyetine ortak olamam ben... Eğer mahkûmları affederseniz, kurtulursunuz. Aksi halde, büyük bir zulüm işlemiş ve cezayı hak etmiş olursunuz...
Bunları söyledikten sonra Zenbilli, selâm bile vermeden padişahın huzurundan ayrıldı. Yavuz Sultan Selim, bir müddet olduğu yerde hiç hareket etmeden durup kaldı, derin düşüncelere daldı.
Devlet adamları atları üstünde hayret ve dehşet içinde bekleşiyorlardı. Nihayet Yavuz, iç âleminde meselenin inceden inceye muhasebesini yaparak, öfkesini yenmeyi başardı. Suçluların hepsini affederek serbest bıraktırdı. Sonra da Zenbilli'ye bir mektup göndererek, ondan özür diledi.
|
|
|
Kayıtlı
|
|
|
|
|