bozkir.net Bozkir Forum Arsivi 30 Nisan 2025 - 13:52 *
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz
Duyurular:
Mesaj yazmaya başlamadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.
 
 
Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6   Aşağı git
Gönderen Konu: tarıhten!!!  (Okunma Sayısı 51007 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #60 : 23 Mart 2007 - 00:55 »

Osmanlı hoşgörüsüne çarpıcı bir örnek
Rum Patriği'ne Muhteşem Cenaze Merasimi

Vefat eden Patrik Diyonisyos Efendi'nin cenazesinin kaldırılacağı gün, İstanbul'da gerçekten heyecanla beklenen kayık yarışları yapılacaktı. Ama, Yunan Büyükelçiliği'nin ricası üzerine, Sultan II. Abdülhamid, yarışları tehir ettirecek, böylece cenaze alayının sönük geçmesi tehlikesi ortadan kalkacaktı.
Osmanlı Devleti'nin gayrimüslim tebaaya göstermiş olduğu hoşgörü, çok bilinen bir husustur ve tarih sahifelerinde bunun sayısız örnekleri vardır. Üstelik, yaşayanların yanısıra, gayrimüslimlerin ölüleri de aynı hoşgörüden pay almışlardır.

Osmanlı'ın insan hak ve hürriyetlerine gösterdiği bu saygıdan en iyi şekilde faydalanan unsurların başında Rumlar gelir. Bir de günümüze bakalım. Türkiye ile Yunanistan arasında mevcut pek çok problemden birisi de, azınlıklar meselesidir. Daha doğrusu Türkiye'deki Rumlar için herhangi bir sıkıntı yoksa da, Batı Trakya'daki Türk azınlık, sahip oldukları haklardan tamamen mahrum bırakılmış bulunmaktadır. Bu çerçevede, trafik kazası süsü verilmiş bir cinayetle, Batı Trakya Türkleri lideri Sadık Ahmet öldürülmekte, halkın oyu ile seçilmiş müftü cezaevine atılmakta, Türkler'in okuma, seçilme, seyahat etme vs. gibi ene tabiî hakları ellerinden alınmakta, insanlara bulundukları yerlerde hapis hayatı çektirilmekte, velhasıl Batı Trakya Türk azınlığına, yaşama hakkı tanınmamaktadır. Bu tarz hareketleri her zaman sürdüren Yunanlılar'ın, aşağıda gelişimini aktaracağımız olaydan ibret almalarını diliyoruz.

1891 yılındayız. İstanbul'daki Rum Patriği Diyonisyos Efendi, bir müddetten beri yakalanmış olduğu hastalıktan kurtulamayarak vefat etmiştir. Cenazesi, 27 Ağustos 1891 Perşembe günü kaldırılacaktır. Fakat, aynı gün Moda'da, daha önceden programlanmış kayık yarışları yapılacaktır. Bu yarışlar, sıradan bir spor müsabakası olmayıp, bizzat elli altın gibi önemli bir meblağ ile katkıda bulunan Sultan II. Abdülhamid'in himayesinde gerçekleşmektedir. Ayrıca, tertip komitesi de, Bahriye Nâzırı Hasan Paşa ile İngiliz Büyükelçisinin başkanlıkları altında, üst seviye devlet adamları ve diğer elçilerden oluşmaktadır. Bu demektir ki, yarış günü, İstanbul'daki devlet daireleri ve sefarethaneler, Moda'ya gidilmek üzere boşalacak, halk da akın akın kayık yarışlarında yerini alacak, kısaca İstanbul'un kalbi o gün Moda'da atacaktır.

İşte bu durum, Rumları hayli endişeye sevketmiştir. Çünkü, herkes kayık yarışlarında olacağından, cenaze merasimi çok sönük geçecektir.

Bu endişe sebebiyle, Yunan Büyükelçiliği, 25 Ağustos 1891 tarihinde, Hariciye Nezareti'ne bir yazı ile baş vurmuştur. Yazıda özetle şöyle denilmektedir:

"Sizin aracılığınızla yoluna girebilecek bir olayı arz etmeme müsaade buyurun. Rum Patriği'nin cenaze alayı, Perşembe günü yapılacaktır. İmdi, aynı gün Moda'da kayık yarışları da yapılacaktır. Söz konusu yarış aynı zamanda padişahın himayesinde gerçekleşmektedir. Bu hususu, padişah hazretlerinin nazar-ı dikkatine sunup, kayık yarışlarının birkaç gün tehiri için, zât-ı şâhânelerinin iradesi sağlanabilirse, Ortodoks tebaa minnettar kalacaktır. Cenaze alayının tehiri kabil olamayacağı aşikâr olup, halbuki kayık yarışı iki üç gün tehir edilebilirse, pek çok kişi cenaze bulunabileceğinden, alay çok şâşaalı olacaktır. Erteleme olmadığı takdirde ise, Perşembe günü herkes Moda'da bulunacaktır. Bu mülâhazalarımı çok özel bir surette arz ediyorum. İcabının yapılması, sizin reyinize bağlıdır. Yalnız, şunu belirteyim ki, tarafınızdan böyle bir teşebbüs yapılır ve zât-ı şâhâne de Moda kayık yarışlarının tehirini irade ederse, gerek Osmanlı, gerek ecnebî tebaası olan Ortodokslar, ziyadesiyle müteşekkir ve minnettar olacaklardır."

Bütün Ortodokslar'ın hislerini yansıtan Yunan sefirinin bu isteği, Sultan II. Abdülhamid'e sunulmuş, padişah, konu ile ilgili iradesinde, lâzım gelenlerin yapılmasını emretmiştir. Bu çerçevede, cenaze, başta padişah yaverlerinden biri olmak üzere, üst seviye devlet görevlileri ve sefirlerin katılımı ile resmî bir törenle kaldırılacaktır. Dolayısıyla, kayık yarışları da bir başka güne bırakılmış olmaktadır.

Ertesi günü yayınlanan Tercüman-ı Hakikat gazetesine bir göz attığımızda, cenaze merasiminin, Ortodoksları son derece memnun edecek tarzda şâşaalı geçtiği anlaşılmaktadır. Habere göre, 27 Ağustos 1891 Perşembe günü, İstanbul'da adeta resmî bir tatil günü yaşanmış, devlet daireleri, sefarethaneler, kançılaryalar, bankalar ve ticarethaneler hemen hemen boşalmıştır. Kayık yarışlarına gitmeye hazırlanan zevat, yarışların tehir edildiğini öğrenince, cenazeye katılmışlardır. Bu suretle, Rum Patriği, pek çok muteber kişinin katıldığı merasimle defnedilmiştir.

Durumun, Ortodoks tebaayı son derece minnettar bıraktığı anlaşılmaktadır. Nitekim, Ortodoks cemaati mensupları adına metropolitler ve meclis-i muhtelit âzaları tarafından Adliye ve Mezahib Nezaretine gönderilen 29 Ağustos 1891 tarihli yazıda, Sultan II. Abdülhamid'in, cenaze vesilesi ile gösterdiği yakınlıktan duyulan şükran ve ubudiyet hisleri dile getirilmektedir.

Hadise, günümüzden tam 105 yıl önce cereyan etmiştir. Geçen bir asır içinde ise, insanlardaki hoşgörü kavramının daha da geliştiği muhakkaktır. Hele XXI. yüzyılın eşiğinde, bu kavramın artık, dünya üzerindeki her toplumda yer etmiş olması gerekmektedir. Ancak, ne yazık ki, yüz yıl önce bizim, Ortodokslara gösterdiğimiz hoşgörünün binde birinin dahî bugün Yunanlılar tarafından, Batı Trakya Türklerine gösterilmediği ve bundan sonra da göstermeye niyetlerinin olmadığı, bir vakıâdır. Bakalım, Yunanistan tarihten ibret almayı ne zaman öğrenecek?..

Vahdettin Engin/Tarih ve Medeniyet, Sayı
Kayıtlı
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #61 : 23 Mart 2007 - 00:56 »

Bizans’ı Hortlatmak Ham Hayaldir
Son dört senedir hızlı bir artış gösteren Bizans’ı hortlatma gayretleri boş uğraşılardır. Bu ihanet çalışmalarını tek tek sayabilmem mümkün değildir. Bunların görünen kısmından daha çoğu, yani aysbergin su altı kesimi gibi, kapalı kapılar ardında geçenlerdir.
Boğaziçi Üniversitesi’nde, ilmi araştırmalar adına Bizantoloji Kürsüsü kuruldu. Kürsünün bazı öğretim üyeleri, Amerika’da Syracuse Üniversitesi’nde bol burslarla okutuldu. Şu anda bu kürsü, Bizans kültürünü ortaya çıkarmak için canla başla çalışıyor. Olabilir zira kılıfı hazır: İlmi araştırma! Ardından, senelerdir cılız şekilde devam eden Bizans Sempozyumları düzenlenmeye başladı.

19-21 Ağustos 2001 tarihinde, Fransa’nın başkenti Paris’te, Milletlerarası Bizans Paneli düzenlendi. Türkiye’den üç bilim adamının davet edildiği bu panele, Hıristiyan âleminden 2000’e yakın bilim adamı davetliydi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bile, panelde bir müşahid bulunduramadı. 2002 Mart ayının ortasında, AKPM yani Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin 27 üyesi, meclis başkanlığına müştereken imzaladıkları bir karar tasarısı sundular. Bu zırva tasarı özetle, “Hıristiyanların mukaddes şehri olan Konstantinopl ve onda bulunan Ayasofya sahibine iade edilmelidir.”

Bu zırva tevil kabul etmez. Ancak, söyleyenler milletvekili olursa, tahlil edilebilmelidir.

1-Son günlerde girebilmek uğruna yapmadığımız makyaj kalmayan Avrupa Birliğinin en önemli meselesi Hıristiyanlıktır. Yani Haçlılıktır. Demek ki “Haçlı Kulübü” diyenler yalan söylememiş. Halbuki İstanbul alınmadan önce, Bizans halkı Ortodoks idi. Papa ve bağlıları ise Katolik. Yani İtalya, Fransa, ispanya, Lehistan ve Macaristan Katolik devletlerden idi. Şimdi AKPM’ye dilekçe veren Macar parlamenterleri de, Katolik bir devletin vekilleridir. Davasını güttükleri Bizans ise Ortodoks idi.

Fatih Sultan Mehmed Han, Türk kuvvetleriyle İstanbul’u muhasaraya başladığında, Bizans İmparatoru Dragazes, Din adına Vatikan’daki Papa’dan yardım dilendi. Papa’nın buna cevabı ise, bir nota halinde Kardinal İzodor ile İstanbul’a gönderildi: Cevap, “Sapık bir yol olan Ortodoksluktan dönüp de cennetlik olan Katolikliğe girerseniz size yardım ederim. Yoksa yardım beklemeyin.” Bunun üzerine Bizans halkı zorla Ayasofya’ya doldurularak Katolikliğe geçme ayinine iştirak ettirildiler.

2-Amerika’daki “ikiz kuleler” saldırılarının ardından, “Haçlı savaşı” sözünü ağzından kaçıran Başkan Bush, hortlamakta olan Haçlılığı açığa vurmuştu. İşte Macar vekillerin dilekçeleri de ikinci delildir. Papalık dinler arası diyalog çırpınışları ile bütün insanlığı Katolikliğe kaydırmak istiyor.

3- Hortlatmak istedikleri Bizans’ın son günlerini bunlar hiç tarihlerde okumuyorlar mı? İmparator olan babalarının gözünü oydurup hapseden imparatorları hiç duymadılar mı?

Vatanları için savaşacak asker bulamayıp, Venedik’ten kiralık komutan ve asker getirildiğini işitmediler mi? Beş yüz altmış senedir bu türküyü söylemekten bıkmadılar mı?

Ayasofya’ya, İstanbul’un işgali günlerinde, Bizans bayrağı çekmeye çalışan Yunan kuvvetleri, sonunda kaçacak delik aramışlardı. Papazların küçük çocukları tecavüzden yargılanmalarının ayyuka çıktığı bu günlerde, doğrusu Haçlılığı gündeme getirmeleri, Hırsız polis oyunundan öteye geçmez.
Kayıtlı
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #62 : 23 Mart 2007 - 08:45 »

Merhaba Osmanlı
Devlet-i Aliyye-yi Osmaniyye. Osmanlı Devleti.
Bu devletin, kendine lâyık gördüğü muhteşem bir unvan vardır: “Devlet-i ebed müddet”. Ebediyete, sonsuza kadar devam edecek devlet. Veya dünya durdukça duracak. Unvan da devlet kadar muhteşem.

"Devlet-i ebed müddet" ufkunu yitirmememiz lazım. Onu kaybettiğimizde bilin ki felâket çağımız başlamıştır. Terkibe dikkat ediniz, “devlet-i ebed müddet” deniyor, "devlet-i ebed müddet-i Osmaniyye” denmiyor. Ebediyen, sonsuza dek, dünya durdukça ayakta kalacak olan “devlettir”.

Osmanlının bir hususiyeti de Türk’te devlet idrakini şuurlaştırmasıdır. Bu şuurun olanca parlaklığıyla kavranmasından sonradır ki gerektiğinde “ya devlet başa, ya kuzgun leşe” denmiş, “nizam-ı âlem içün”, yerkürenin dirlik ve düzeni için, evlat vermek dahil, katlanılmadık fedakârlık kalmamıştır. Her şey, “din ü devlet, mülk ü millet” uğruna.

Bir dönem Selçuklu Sultanlığı idik. Bir zaman Osmanlı Padişahlığı. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti. Nüfus aynı, bayrak aynı, esas müesseseler aynı, yurt aynı, dil aynı, din aynı... Kalan teferruat.

Öyleyse devlet-i ebed müddetten murat edilen “devlet” devam etmekte. Bunu dolaylı şekilde ispatlamak da mümkün. Eğer rejim değişikliğiyle devlet hayatı bitseydi, bugün Ermeni gailesi gibi bir derdimiz olmazdı. “Hadise 1915’te cereyan etmiştir. Cumhuriyet rejimine geçiş ise 8 yıl sonra. 1915’te olanlardan bize ne?” diyebiliyor muyuz, desek bile dünya kaale alır mı? O halde Osmanlı dönemi, Beylik, erken Osmanlı, yükseliş devri, duraklama, gerileme vakti ve Tanzimat gibi safhalarıyla birlikte bizim için artık bir mekteptir. Aile hayatı, mahalle hayatı, içtimai hayat, hukuk hayatı, devlet hayatı, eğitim gibi onlarca belki yüzlerce mevzu için ders alınması icap eder. Ki Osmanlı ufkunu, vizyonunu kaybetmeyelim.

Osmanlı, imparatorluk, süper güç, cihan devleti yüksekliğinden bakıyordu. Devlet reisi, Şâh-ı cihândı. Yabancı devlet krallarına “Sen ki Fransa vilayetinin kralı” diye yazılıyor, bir koca devlet ancak bir il olarak kabul ediliyor, şairleri devrin memleketlerini dünya merkezi İstanbul’un bir taşına feda ediyor, “bir sengine yekpâre acem mülkü fedadır” diyor; Hıristiyan âleminin medar-ı iftiharı Ayasofya, arka arkaya yükselen Şehzadebaşı, Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet camileriyle tekrar be tekrar geçiliyordu.

Devlet reisinin "halifeyi ruy-i zemin" (yer yüzünün halifesi), "sultanü'l-berreyn" (karaların sultanı) ve "hakanü'l-bahreyn" (denizlerin hakanı) gibi unvanları vardı. Devlet-i ebed müddet fikrinin dirilişini yaşamak zorundayız. Bu bizi ayakta tutacak, kendimize güven duygusunu aşılayacak mayadır. Osmanlı için battı, çöktü, bitti gibi ifadeler kullanamayız. İstanbul, Dersaâdet, Darü'l-Hilâfe, Âsitâne, Türklerin elinde kaldığı sürece bu sözün değeri olamaz. Osmanlı, Selçuklu'dan devraldıklarını zenginleştirerek, Türkiye Cumhuriyeti'ne inkılap etti. Aynı bayrağın nöbetçileri değişti. Zaten Avrupalı, Osmanlı'ya “Türkiye” diyordu. Onların söylediği resmileştirildi. Eğer bu dirilişi yaşar, bu ufku tekrar yakalarsak, bugün önümüzde sıra dağlar gibi yükselen, 12 Ada, Kıbrıs, Kürt kışkırtması, Ermeni ihtilafı ve benzerlerinin küçük meseleler olduğu görülecektir.

Osmanlı, yok olmadı, bitmedi, tükenmedi. Devlet değişim yaşadı. Diğer unsurlar aynen sürmekte. O halde bu coğrafyayı teşkil eden herkes, Türk, Kürt, Laz, Ermeni, Rum... hepimiz Osmanlıyız.

Merhaba Osmanlı... Anlat bize ne biliyorsan, ne gördüysen, zaferlerini ve pişmanlıklarını anlat.
Kayıtlı
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #63 : 23 Mart 2007 - 09:38 »

ULU TANRI !.
GÜZEL TANRI !.
GÖK TANRI !.
Sen Türk'ü Türk yurtlarını koru !..
Düşman şerrinden sakla ! TÜRK'ü yiğitlikte daim et ! TÜRK'ü erlik davasıyla yaşat ! TÜRK'ü gerçekçi yap ! TÜRK'ün gönlüne herşeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK'lük sevgisini koy ! TÜRK'ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar ! Törelerini canları gibi saklat ! TÜRK'e zevk ve rahat verme ! Bilakis zahmete alıştır ! Zahmetle yürekleri, bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin ! TÜRK'ü faal, cevval edersin. TÜRK'e değişmez bir seciye ver ! Zamanla seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün !


ULU TANRI !.

Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal, TÜRKÇÜLÜK ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl olduğundan; TÜRK'e bunları ver ! TÜRK'ten hırsız, namuzsuz türerse hemen kahret ! TÜRK'e benlik, hem de yüksek bir benlik ver ! TÜRK nefsine itimat sahibi olsun ! TÜRK'ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat ! Hissiyatına kapılıp, öfke ile ayaklanmasın ! Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk kanlı olsun ! TÜRK'ü her milletten cesur yarat ! Öç almayı TÜRK asla unutmasın !


ULU TANRI !.
Namuzsuz bir tek TÜRK yaratacağına, dünyayı yık daha iyi ! Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et ! TÜRK herşeyi mukayese etsin ! Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu ! Sabırlı, derde dayanıklı olsun ! İradesi çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma ! TÜRK'leri maymun iştahlı yapma ! TÜRK daima ihtiyatla adım atsın ! Kimsenin tatlı diline inanmasın ! Kimseye emniyet olmasın ! Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan, TANRI, sen TÜRK'ü çalışkan et ! TÜRK'ün ömrü çalışma ile geçsin ! Ona daima çalışma aşkı ver ! Hele elbirliği ile çalışmayı alet etsin ! Tembel TÜRK'ü hemen öldür !


TÜRK'e her milletinkinden üstün zeka ver! Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca TÜRK'ün önünde durulmaz! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal, buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan TÜRK'leri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl! TANRI, TÜRK'leri sen kendi elinle birleştir ve herşeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et! TÜRK'ü töresine sadık kıl, Tanrı! TÜRK budunu: Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın!


ULU TANRI !.
Türk milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et ! Bir şey söylemek vazife yapmak değildir. Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere sok !

GÜZEL TANRI !.

Sana hepsinden çok yalvardığım şudur : TÜRK'ü dalkavukluktan kurtar ! Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru ! TÜRK'e kötü para hırsı verme ! Dalkavukları yok et !


AMAN TANRI !.
TÜRK aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel koru! TÜRK toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin! Sen TÜRK'e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver! TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın!


Acunu ( Dünyayı ) Yaratan Yüce Tanrı !.
TÜRK'e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey, göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı. TANRI, TÜRK'e sağlam, sürekli irade ver! Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti TÜRK yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetinTÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK'e öğret!


TANRI !.


TÜRKÇE konuşulan, TÜRK'e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK'ün hükmü altında bırak !


YÜCE ALLAH TÜRK'Ü KORUSUN !..

OGUZKAAN in duasi!!
Kayıtlı
Pessimist
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1260


Pessimist Sytle


Site
« Yanıtla #64 : 23 Mart 2007 - 12:17 »

Güzel bilgiler tşk ler
Kayıtlı

Susuz çölde inci ßulsan damla arar gözlerin...

Ahvalim suskun , Dokunan ßana Mendil Tutsun...
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #65 : 23 Mart 2007 - 18:52 »

Şeyh EDEBALİ'den Osman Gazi'ye Nasihat

Ey Oğul!

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...”
Kayıtlı
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #66 : 23 Mart 2007 - 18:59 »

BİR DESTAN
 
Nerelerden, ne şartlarda bu günlere gelindiğini unutanları gördükçe, bu aziz kahramanların ruhlarından olsun utanmamak elde mi? Balıkesir`de son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindi'nin Mallıca köyünden 104 yaşında Azman Dede idi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu, dev görünümüyle insan azmanı sayılmış, herkes ona azman demeye başlamış, soyadı kanunu çıkınca da Azman soyadını almıştı. Esas ismi adeta unutulmuştu.
 
Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Onun sesine alışkın olduğundan anladı. Sorduklarımı cevapladı. Söz Çanakkale'ye  geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya  başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de  duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı:
- Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi  askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum. Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söyleyerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı sordu;
-"Yavrum siz kimsiniz?" İçlerinden biri;
- "Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz. Vatan için ölmeye geldik!.." diye cevap verdi.
 
Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. "Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle  tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!.." diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim  yaptık. Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar. Yer gök top sesleriyle  inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor bir gün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı;
 -"Azman yandık!.." diye siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!..
 
"Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı...
Al sancağı  teslim etti, Allah'a ısmarladı...  
Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana...
Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana..."
 
Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz!.. Gözleri çakmak çakmak... Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış, dişler kenetlenmiş bekliyorlardı. O an geldi. Birden yüzbaşı; "Hücum!.." diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. İşte o an.Tam o an bir makineli yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden  gitmiyor. Hiç gitmiyor!.. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!..
Azman dede ağlıyordu... Ben ağlıyordum... Kahvede kim varsa ağlıyordu... Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi;
- “Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı." dedi.
Kayıtlı
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #67 : 28 Mart 2007 - 19:44 »

Çağdaşlaşma Yolunda

1930'lu yılların Türkiyesi'nin Urla gibi bir Ege şehrinde dahi açlıktan insanların öldüğünü...
Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu bu dönemde, çağdaşlaşma yolunda(!) 75 000 lira gibi büyük paranlar ödeyerek heykel yaptırdığımızı biliyormuydunuz??
Kayıtlı
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #68 : 28 Mart 2007 - 19:45 »

Talan Edilen Mirasımız

Şanlı Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazinin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç’teki türbesini ulu hakan Abdülhamid Han'ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile, döşettiğini . . .
Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasp edilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını...
Kayıtlı
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #69 : 28 Mart 2007 - 19:47 »

Cennette Yer

Osmanlı Devleti'nin zirvelerde şahlandığı, akıncılarının Avrupa içlerinde at oynattığı bir dönemde. kilisede bir papazın vaaz verirken"Dünya hakimiyetinin Türklere fakat Cennet'in de kendilerine ait olduğunu... " söylemesi üzerine. bu taksime aklı yatmayan cemaatten bazılarının büyük bir ümitsizlik içinde: "Dünyada bizi yurtlarımızdan çıkaran Türkler hiç Cennet'te yer bırakırlar mı?" dediklerini...(
Kayıtlı
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #70 : 28 Mart 2007 - 19:48 »

Şefzade'nin Dolmabahçe Sefası

İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde, oğlu Ömer İnönü nün gerek talebelik gerekse daha sonraki yıllarda koskoca Dolmabahçe Sarayını ikametgah olarak kullanıp, yattığı bir oda için bütün sarayın kaloriferlerini yaktırdığın ve ayrıca bu şefzadenin sarayda kadınlı kızlı gece alemleri düzenlediğini...
Bütün bu olanların dönemin Millet Meclisinde ciddi tartışmalara yol açtığını ve o gün mecliste bulunan baba İnönü nün kulaklığı takılı olduğu halde müzakereleri işitmemezlikten geldiğini
Kayıtlı
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #71 : 28 Mart 2007 - 19:49 »

Osmanlı Arması

Merhum Necip Fazıl Kısakürek in 1954 lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuasının bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, "padişahlık propagandası yapmak " gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığını ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiğini
Necip Fazıl'ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde:
İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?" diye haykırdığını
Kayıtlı
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #72 : 28 Mart 2007 - 19:51 »

Türk Köşesi

Devlet i Aliye yi Osmaniye'nin üç kıtada at oynatıp buyruk yürüttüğü ihtişamlı dönemlerinde, Avrupa'da Türk hayat tarzı ve modasının çok tesirli hale geldiğini Evlerinde Türk köşesi bulundurmayan sosyete mensuplarının ayıplandığını biliyormuydunuz???
Kayıtlı
efe
Yeni Başlayan
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 269


« Yanıtla #73 : 28 Mart 2007 - 23:05 »

bu devirde Hz. Ömer gibi adaletli insanlar kaldımı hep bir birlerin açıklarını ortay çıkardıyorlar hiç kimse devleti düşünmüyor ki böyle giderse birbirimizi yiğip kurtulacağız hiç atalarımıza saygı kalmadı buraktıkları miraslara ihanet ediyoruz gerçekten çok kötü bir dönem
Kayıtlı
karalar
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1161



« Yanıtla #74 : 30 Mart 2007 - 20:34 »

Efecigim soyle bir universitelere liselere hatta ilkokullara bir bak!!!ilkokuldakilerin ustlerindeki tshirt lerde yabanci sarkicilarin resimleri dolu liseler keza olyle !!Universitelerde che denen adam sanki bizim vatan kahramanimizmis gibi ogrencilerin parkelerinde t shirtlerinde sapkalainda resimleri dolu!!Ozumuzu yavas yavas kaybediyoruz Sad
Kayıtlı
Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6   Yukarı git
 
Gitmek istediğiniz yer: