bozkir.net Bozkir Forum Arsivi 20 Nisan 2024 - 05:47 *
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz
Duyurular:
Mesaj yazmaya başlamadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.
 
 
Sayfa: [1]   Aşağı git
Gönderen Konu: Bozkır'lı evliyalar  (Okunma Sayısı 2518 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« : 19 Ekim 2007 - 22:30 »

MUHAMMED KUDSÎ BOZKIRÎ


Aklî ve naklî ilimlerde derin âlim, tasavvuf ehli ve velî. İsmi, Muhammed bin Mustafa bin Îsâ'dır. 1784 (H.1198) senesinde Konya'nın Bozkır kazâsının Aliçerçi köyünde dünyâya geldi. Annesi Halîme hanımdır. Hocası Ödemişli Hasan Kudsî Efendiye nisbetle, Kudsî denildi. Kudsî lakabını ona Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin verdiği de rivâyet edilmiştir. Halk arasında Memiş Efendi lakabıyla tanındı. 1852 (H.1269) senesi Muharrem ayının on üçünde, Salı günü, yetmiş bir yaşında iken Seydişehir yakınlarında Çavuş köyünde vefât etti. Aynı yerde defnedildi. Türbesi bu köyde olup ziyâret edilmektedir.

İlim ve irfân ile meşgûl olan bir âilenin çocuğu olarak dünyâya gelen Muhammed Kudsî Efendi, küçük yaşta Bozkır'ın Karacahisar köyüne gitti. Orada akrabâlarından İbrâhim Efendi adında Ebû Saîd Hâdimî hazretlerinin talebelerinden ilim sâhibi bir zât vardı. Onun terbiyesinde büyüdü. İbrâhim Efendi vefât edince, oğlu Muhammed Efendinin huzûrunda tahsîline devâm etti. Sonra Kayserî'ye, bilâhare İstanbul'a, Trakya'da Tırhala'ya, Hâdim ve Antalya'ya gitti. Gittiği yerlerde ilim öğrenip tahsîlini tamamladı. Aklî ve naklî ilimlerde yetişip, her ilimde söz sâhibi oldu. Memleketine geri geldi. Karacahisar köyünde yerleşip evlendi. Tâliblerine ilim öğretmekle meşgûl oldu.

Bu sıralarda Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, halîfelerinden Ödemişli Hasan Kudsî Efendiyi Konya'ya göndermişti. Hasan Efendi, Konya'nın etraf ve havâlisini dolaşarak, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'den (r.aleyh) aldığı feyzleri saçmaya başladı. Hâdim'i ziyâret etti. SonraKaracahisar'a geldi.Karacahisar'da ilim öğretip talebe yetiştirmekle meşgûl olan MuhammedKudsî Efendi, Hasan Kudsî hazretlerinin kendi taraflarına doğru yola çıktığını duyunca, talebelerini toplayıp karşılamaya çıktı. O mübârek zâtı birkaç gün köyünde misâfir etti. İlim ve feyzinden istifâde etti. Hasan Efendiye hayran kaldı. Dersi ve talebeyi bırakıp, muhabbet sarhoşluğu ile HasanKudsî'nin peşisıra Seydişehir'e gitti. Seydişehir'e varınca, Hasan Efendi; "Muhammed Efendi, senin hâtırın için Seydişehir'de on gün kalıp, tâlim ve terbiyen ile meşgûl olacağım. Sonra sen geri dön. Meclis ve taleben dağılmasın. Dersler kesildiği zaman Konya'ya gel!" buyurdu. On gün orada kaldı. Sonra, talebelerinin başına döndü. Dersler kesilince Konya'ya gidip, beş ay Hasan Efendinin sohbetinde bulundu. Evliyâlığın yüksek derecelerine kavuştu. Kalbinden Allah sevgisinden başka her şeyi attı. Bin yıl düşünse, Allah sevgisinden ve Allah rızâsından başka bir şey aklına gelmezdi. Kemâle gelip icâzet, diploma aldı. Hocalarından aldığı ilim ve feyzi yaymak, Allahü teâlânın kullarınıO'nun râzı olduğu yola kavuşturmak vazifesi ile, Hasan Efendinin; "Memleketine git, irşâd ile halkı Hakk'a dâvet eyle!" emri üzerine, Karacahisar'a döndü. Orada ilim ve feyz saçmak, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretmekle meşgûl olurken, Mevlânâ Hâlid'i görüp, sohbetine kavuşmak arzusu dayanılmaz bir hâl aldı. Her şeyi bırakıp Şam'a doğru yola çıktı. Allahü teâlânın rızâsı için çıktığı bu yolculukta, çok sıkıntı çekip pekçok mânevî nîmetlere kavuştu. Şam'a varınca, Mevlânâ Hâlid hazretlerinin sohbetleri ile şereflendi. Kırk gün sohbetlerinde bulunup, feyzlere mazhar olarak, bizzat Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin icâzeti ile şereflendi. Yine memleketine gidip, akrabâ ve hemşehrilerini Hakk'ın rızâsına kavuşturmakla vazifelendirildi.

Karacahisar'a geri dönüp yeniden insanlara feyz saçmaya başladı. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti. O belde insanlarının kendisine çok alâka göstermesi, bâzı kimselerin hasedine yol açtı. Hattâ kendisini tüfekle öldürmeye kalkıştılar. Ama Allahü teâlânın izniyle, bir kerâmet olarak kendisine doğru tutulan tüfek yana çevrildi. Bu kerâmeti meşhûr olunca, Karacahisar'da duramaz oldu. O zaman Hâce köyü nâmıyla meşhûr olan Üçpınar kasabasına hicret etti. Burada da on yedi sene kalıp tâliblerine ilim ve feyz saçtı. Ancak orada da fitne ve fesat ateşi körüklendi. Bâzı kendini bilmez câhil kimselerin muhâlefetine mâruz kaldı. Oradan Seydişehir'e hicret etti. Seyyid Hârun Velî hazretlerinin şehri olan Seydişehir'de, âdetâ bir güneş gibi doğdu. Çevreye ışık saçtıklarını iddiâ eden bâzı kimselerin yıldızları söndü. Hattâ kendi talebelerinden Abdullah Efendi adında birisi bile, onun bu ihtişâmına dayanamayıp hased etti. Muhammed Kudsî Efendi, bu hâle çok üzüldü. Onların affedilmeleri ve hidâyete kavuşmaları için duâ etti. Bu sırada Üçpınarlılar, hatâlarını anlayıp, içlerinden beş yüz kimseyi seçerek, özür dilemek ve Muhammed Kudsî Efendiyi tekrar memleketlerine dâvet etmek üzere Seydişehir'e göndermişlerdi. Muhammed Kudsî Efendi, Seydişehir yakınlarında Çavuş köyünde bulunduğu bir sırada, Üçpınarlılar geldiler. Hemşehrilerinin dâvetini kendisine bildirdiler. Ancak Muhammed Kudsî Efendinin büyüklüğünü ve kıymetini takdir ve tasdik eden Çavuş köyü ahâlisi, onun Üçpınar'a gitmesine rızâ göstermediler. Her iki taraf da inleyerek, sızlayarak gece yarılarına kadar yalvardılar. Hangi tarafa meyletse öbür taraf kırılacaktı. Muhammed Kudsî Efendi, zor durumda kaldı. Teheccüd namazını kılıp, Allahü teâlâya el açtı. Allahü teâlânın rızâsı için kendisini dâvet eden bu müslümanların hiçbirini kırmak istemiyordu. Duâ edip, bu dünyâdan göçmenin, zorluktan kurtulmanın en kısa yol olduğunu gördü. Allahü teâlâya duâ etti. "Biliniz ki, Allahü teâlânın evliyâsı için azâb korkusu, nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur" meâlindeki Yûnus sûresi altmış ikinci âyet-i kerîmesini okuyup gözlerini yumdu.Sabahtan kuşluk vaktine kadar "Allah... Allah..." dedi. Kuşluk vakti rûhunu Rahmâna teslim edip, bu sıkıntılı dünyâdan ebedî güzellikler âlemine göçüp gitti. Cenâze namazı Çavuş köyünde kılındı. Aynı köyde defnedildi. Kabr-i şerîfi onun büyüklüğünü bilenler tarafından ziyâret edilip, feyzinden istifâde edilmektedir.

Muhammed Kudsî Efendi vefât edince; Muhammed Behâeddîn, Ubeydullah, Hâlid, Zeynel'âbidîn, Abdullah, Sıddîk ve Hasan adlarında yedi oğlu dört kızı kaldı. Anadolu'nun pekçok kasaba ve köylerine dağılan talebeleri, hocaları vâsıtasıyla aldıkları feyzleri her tarafa yaydılar. Bu mübârek kimselerin yetiştirdiği talebeler, Doksan üç harbine, Balkan, Çanakkale, Birinci Cihan ve İstiklâl harbine katılıp, bu vatanın bize mîrâs kalmasında büyük emek sarfettiler. Birçokları, bu uğurda canlarını fedâ edip, şehîdlik şerbetini içtiler. Oğullarından Muhammed Behâeddîn Efendi tarafından, tercüme edilen Şems-üş Şümûs kitabında Muhammed Kudsî Efendinin hayâtı ve dîn-i İslâma hizmetleri uzun anlatılmaktadır.

Muhammed Kudsî Efendinin halîfelerinin başlıcaları şunlardır: Bozkır-Kayapınar köyünden Velî HâfızEfendi, Hisarlık köyünden Mustafa Efendi, İstanbul'da Hacı Feyzullah Efendi, Ahıska'dan Hacı Halîl Efendi, Sivas'dan Hacı Mustafa Efendi, Bozkır-Otan (Evtân) köyünden Muhammed Efendi, Kovanlık köyünden Velî Hâfız Efendi, Yalıhöyük köyünden İbrâhim Efendi, Ahırlı köyünden Süleymân Efendi, Akseki kazâsı Çemi köyünden Hacı Muhammed Efendi, Alanya Kızılağaç köyünden Ahmed Efendi, Elmalı'dan Hacı Hüseyin Efendi, Seydişehir'de Hacı Abdullah Efendi, Rûşenbe kazâsının Senir köyünden olup Yalvaç'ta oturan Hacı Hasan Efendi, Burdur'da Abdullah Efendi, Buhârâ'dan gelip Taşkent'te yerleşen Fâdıl Efendi, Alanya'da Ali Efendi, Ermenek Lafza köyünden Ali Efendi, Tavas (Davdas) köyünden Mustafa Efendi, Üregil'de Ali Efendi, Antalyalı Ali Efendi, Niğde'deAbdülkâdir Efendi, Konya'da Hâfız Ahmed Efendi ve Nûrî Efendi, Alibeyhöyüğü köyünde Hacı Ahmed Efendi, Tarsus'ta Gönlükü Hacı İbrâhim Efendi, Akseki-Manâval köyünden Süleymân efendiler (aynı isimden iki kişi), Seydişehir-Karaviran köyünden Abdullah Efendi, Çavuş köyünden türbedâr Mûsâ Efendi, Beyşehir'de Hacı Ahmed Efendi, Güzelhisar'daHacı Efendi, Bozkır'da Ahırlı köyünden Hasan Efendi, Kırımlı Hacı Efendi, Isparta'da Osman Efendi, Manisa'da Ali Efendi, Tekeli'de Ali Efendi, Hâdim-Purluğu köyünden Ali Efendi, Belviran-Kanka köyünden Hüseyin Efendi, Manisa civârında İsmâil Efendi, Düşenbe kazâsı Senir köyünde Hacı Efendi, Bayır köyünde Abdürrahmân Efendi, yine Bayır köyünde Muhammed Efendi, Trabzonlu Muhammed Efendi, Aladağ-Yağcılar köyünden Abdülkâdir Efendi, Konyalı Hacı Ömer Efendi, Şebinkarahisar'dan Nûrî Efendi, Bozkır'da Mire köyünden Mustafa Efendi.

Muhammed Kudsî Efendi, orta boylu, esmere yakın buğday tenli, açık alınlı, kaşlarının arası açık, ince uzun kaşlı, gözleri siyâh, burnunun ucu yüksekçe, ağzı büyükçe, sakalı sık bir zât idi. İri ve kuvvetli kemikliydi. Alnında vilâyet nûru parlar, âniden göreni heybet kaplardı. Vakar ve sekîne sâhibi idi. Aslâ kahkaha ile gülmezdi. Bâzan tebessüm ederdi. Güleç yüzlü, dili çok fasîh, yüzü pek melîh idi. Gören ayrılmak istemezdi. Hep mârifetten ve hakîkatten konuşurdu. Hiç fuzûli konuşmazdı. Hep hayırlı nasîhat ederdi. Dünyâ veya bir başka bakımdan gönül sıkıntısı ile huzuruna gelen, hakîmâne sözlerini dinleyince, gönlü açılır, içi rahatlar, dünyâ ve dünyâlık sevgisinden ve arzusundan kurtulur, bir anda, bütün kalbi ile Allahü teâlâya yönelirdi. Garîblere, yetimlere, miskinlere acır, yardım ederdi. Cömertlikte zamânının bir tânesiydi. Borçluların borçlarını öderdi. Dünyâ değil, âhiret zenginiydi. Dâhilî ve hâricî, nafaka ve giyeceklerini üzerine aldığı yirmiden çok cemâati vardı. Gelen giden misâfiri sayısızdı. Taşlık bir köyde oturduğu hâlde, hepsini yedirir ve giydirir, herkesi dünyâdan uzaklaştırır, âhirete yaklaştırırdı. "Rızk için üzülen kimse, insan defterinden hâricdir" buyururdu. Dînin ahkâmına riâyette canını fedâ ederdi. "Bir kimsenin dînimizin emir ve yasaklarına uymada ne kadar noksanı varsa, tasavvuf yolunda da o kadar noksanı vardır" buyururdu.

Kerâmet göstermekten çok sakınırdı. Talebesinin ihlâsına sebeb olacaksa izhâr ederdi. Kâbiliyeti az olan bir talebesi, üç saatlik mesâfedeki bir köyde kendi kendine; "Ne için bir hocaya bağlanayım ve bir takım sıkıntılar çekeyim, bundan sonra diğer insanlar gibi dünyâ işimle meşgûl olayım?" diye düşünüp, o hazretin huzûruna geldi. Ama içinden geçeni hiç kimseye söylememişti. Muhammed Kudsî Efendi; "HacıEfendi, yol göstericisi olmayana şeytan yol gösterir değil mi? Doğru yoldan çıkmağa akıllı kimse nasıl cesâret edebilir?" buyurup, onu bozuk düşüncelerden kurtarmış, hak yolda devâm etmesine vesîle olmuştu.

Vazife verdiği bir talebesi rahatsızlanarak verilen vazifeyi yapmaya dayanamadı, memleketine gitmek istedi. "Gitme, vazifeyi tamamla, korkma, ölmezsin" buyurdu ise de, îtimâd edemeyip gitti. Memleketinde, hasta ve ümîdsiz hâlde yatarken, bir gece o hazreti yanında gördü. Elinde bir kazma vardı. Karnında ağrıyan yere, o kazma ile, bir defâ kuvvetle vurup, oradan bir şey çıkarırken uyandı. Hastalıktan eser kalmadığını gördü. Tekrar gidip hocasına teslim oldu.

Kendisini imtihân için, yemekleri helâlden olmayan bir ziyâfete çağırdılar. Yemekleri görünce, Allahü teâlânın izniyle helâlden olmadıklarını anladı. Ev sâhibinden özür dileyip, yemeklerden yemedi. Ev sâhibi, onun büyüklüğünü anlayıp, tövbe etti. Hâlis talebesi oldu.

Cebinde para olmadığı hâlde, para isteyenlere, elini cebine sokar çıkarır para verirdi. Bu kerâmet kendisinde çok sık görülürdü.

Ders okumak, ilim tahsîl etmek için uzaklara gitmiş bir talebesi, bir meseleyi anlayamayınca, rüyâsına girer, ona öğretir, gelince de latîfe yollu ona takılırdı.

Vefâtından on üç sene sonra türbesi yapılırken, lahdi açıldı. Vücûdu, hayattaki gibiydi. Kefeni ve teni hiç bozulmamış, yeni defnolunmuş gibiydi.

OSMAN KULUNU BAĞIŞLA

Derin âlimlerden olan Osman Efendi, Muhammed Kudsî'nin bâzı talebeleriyle sohbet ederken, bu büyükler yoluna inanmadığını söyler, onlara dil uzatırdı. "Seni üstâdımıza götürelim" diye zorladılar. "Gelirim, fakat elini öpmem" dedi. Muhammed Kudsî hazretlerinin huzûruna geldiler. OsmanEfendi, içeri girer girmez, feryâd edip, birden düşüp bayıldı. Ağzından köpükler gelmeğe başladı. Bir saat sonra ayıldı. Sağına soluna baktı. Muhammed Kudsî Efendi kendisine; "Gördüğünüz burada var mıdır?" buyurdu. "Yoktur" dedi. "Sizin irşâdınız bizden değildir" buyurdu. Talebeler, bu hâle hayret ettiler. Sonra elini öpüp çıktılar. Dışarı çıkınca Osman Efendiye; "Niçin bayıldın?" dediler. Şöyle anlattı: "İçeri girip hoca efendiyi görünce, bana bir hâl geldi. Feryâd ettim. Kendimi, kıyâmet kopmuş, arasatta amellerimi tartarlarken gördüm. Hiç bir hayırlı amelim çıkmayınca, emr-i ilâhî gelip; "Bu kulumu Cehennem'e atın!" dendi.Zebânîler tuttular. "Yâ Rabbî! Ben senin Kur'ân-ı azîmini öğrendim ve öğrettim. Bu kadar hadîs ezberledim. Şu kadar tefsîr aklımdadır. Benim hiç hayırlı amelim yok mudur?" diye yalvardım. "Hiçbiri ilâhî dergâhda makbûl olmadı" emri geldi. Umudum kalmadı. Yardım dileyeceğim yer kalmadı. Âniden büyük bir zât göründü. Uzunca boylu, iri yapılı, yeşil cübbeli, büyük sarıklı olup, güneş gibi parlıyordu. "Yâ Rabbî! Osman kulunu bana bağışla" buyurdu. Uyandım. Etrâfıma bakındım. Böyle bir zât aradım. Göremeyince, Muhammed Kudsî buyurdu ki: "Sizin irşâdınız bizden değildir. Yâni benden değil, benim de hocam olan Mevlânâ Hâlid hazretlerindendir."

Osman Efendi çok ağladı. Ettiklerine pişmân oldu. İstiğfâr etti. Bütün mülkünü ve kitaplarını fakirlere ve talebeye hediye edip, doğruŞam-ı şerîfe gidip, hazret-i Mevlânâ Hâlid'in huzûru ile şereflendi. Osman Efendiye, kırk gün ibâdet etmesini emir buyurdu. Kırk gün tamamlanınca, hücresinden birçok sesler duyuldu. Hizmetçilerden biri, Mevlânâ Hâlid hazretlerine; "Efendim, Osman Efendinin hücresinden sesler geliyor" deyince, Mevlânâ Hâlid hazretleri; "Osman Efendi, evliyânın reîsi oldu. Duyulan sesler, evliyânın rûhlarının sesleridir." buyurdu.

1) Şems-üş-Şümûs Tercümesi; s.98
2) Terceme-i Hal-i Muhammed Kudsî Bozkırî, İbn-ül-Emîn (Üniversite) Kütüphânesi No: 449 v.116 vd.
3) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.18, s.134
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #1 : 19 Ekim 2007 - 22:32 »

HACI ABDULLAH EFENDİ

Seydişehir'de yaşayan büyük velîlerden. Bozkır'ın Karacahisar köyünde 1806 (H.1222) senesinde doğdu. Babası Müderris Yeğen Mehmed Efendidir. Âilesinin tek çocuğu olan Abdullah Efendi, küçük yaşta annesini kaybetmesine rağmen tahsîlini aksatmayıp, sıbyan mektebinden mezun oldu. Bu arada babasını da kaybetti.Tahsîline devâm etmek için babasının talebelerindenMehmed Kudsî Efendinin yanına gitti. Mehmed Kudsî Efendi Nakşibendiye yolunun büyüklerindendi. Bu büyük zâtın yanında ilim ve edep öğrenen Abdullah Efendi, hocasının vefâtı üzerine yerine geçti.

Abdullah Efendi, hocasının işâreti üzerine Seydişehir'e yerleşerek, buradaki medresede talebe yetiştirmeye başladı. Kendisine başvuranların dertleriyle ilgilenir ve çâre bulurdu. Namazlarını SeyyidHârûn-ı Velî Câmiinde kılardı. Devlet erkânı sık sık sohbetlerinde bulunur, onun hayır duâsını alırdı.

Bir gün Konya Vâlisi Ferîd Paşa, Hacı Abdullah Efendinin ziyâretine geldi. Birkaç gün Seydişehir'de kalan Paşa, Abdullah Efendinin sohbetlerine katıldı. Paşa ayrılmak üzere izin isteyince, Abdullah Efendi, işlerinin hayırlı olması için Paşaya duâ etti. Paşa ayrılırken; "Duâ buyurun efendim! İlk fırsatta ziyâretinize tekrar geleceğim." deyince, Abdullah Efendi; "Seydişehir'e son gelişiniz, bir daha görüşemeyeceğiz." buyurdu. Bu sözlerden Ferîd Paşa üzülünce,Abdullah Efendi; "Merak etmeyin netice hayırlıdır." dedi.Seydişehir'den ayrılan Ferîd Paşa AntalyaSancağına teftiş için gitti. Burada sadrâzam olduğuna dâir telgraf alarak hemen deniz yoluyla İstanbul'a gitti. Bir daha Seydişehir'e gelmek nasîb olmadı.

Talebelerinden fukara babası ve çok yardım sever olarak bilinen Hacı Mehmed Efendi, icâzet aldıktan sonra memleketine dönmüştü. Babası ve kayınpederi hacda vefât edince, Mehmed Efendinin işleri bozuldu. Her hafta hocasını ziyâret için Seydişehir'e gelirdi. Hac mevsimi yaklaştığı sırada yine hocasını ziyârete gelmiş, duâsını almıştı. Elini öpüp ayrıldığı sırada, Abdullah Efendi oturduğu minderin altından bir bohça çıkarıp Mehmed Efendinin boynuna dolayıp; "Mehmed Hacca gideceksin, niyet et!" dedi. (O zamanlar hacca gitmek isteyenler boyunlarına bir bohça bağlamak sûretiyle hacca gideceklerini belli etmeleri âdetti.) Maddî durumu iyi olmayan Mehmed Efendi çok şaşırdı, fakat hocasına bir şey diyemedi.Medreseden çıkarken, bohçayı boynundan çıkarıp, koynuna koydu ve hâdiseyi kimseye söylemedi.

Ertesi hafta tekrar hocasını ziyârete geldiğinde, medresenin kapısından girerken bohçayı boynuna bağlamayı unutmadı. Hocasının elini öperken, hocası; "Mehmed iki kapı arasında bohçayı boynundan çıkarsan da hacca gideceksin, niyet et!" buyurdu. Hocasının bu ihtârı üzerine Mehmed Efendi, hacca niyet etti ve hazırlıklarını tamamladı.

Yola çıkılacağı gün bütün hacı adayları ile birlikte Mehmed Efendi de, Abdullah Efendinin medresesinin önüne geldi. Abdullah Efendi bütün hacı adaylarına hayır duâ eder, onlar da elini öperek vedâlaşırlardı.Sıra Mehmed Efendiye gelince, Hacı Abdullah Efendi cebinden çıkardığı beş kuruşu vererek; "Bunu kesenin dibine dik!" diye tenbihte bulundu.

Kâfile uzun yolculuktan sonra Cidde'ye vardı. Cidde'de rehberler yüksek sesle ve memleketlerinin isimlerini söyleyerek hacı adaylarını ararlardı. Seydişehir rehberi de misâfirlerini buldu ve; "İçinizde Mehmed Efendi var mı?" diye sordu.Mehmed Efendiyi kendi evine götürdü. Akşam namazından sonra rehber, Mehmed Efendiye; "Oğlum! Baban ve kayınbaban hacca geldiler ve burada vefât ettiler. Hacı Abdullah Efendi sık sık rüyâma girerek; "Emânetleri sâhibine ver!" diyor." dedikten sonra para dolu iki kemer verdi. Mehmed Efendi bu paralardan orada harcadığı gibi, memleketine dönünce de durumu düzeldi.

Şimdi Etibank Alüminyum Tesislerinin voleybol sâhasının bulunduğu yer üzüm bağı, meyve ve sebzelikti. Bu bahçenin suyu olmadığından sâhibi çok sıkıntı çekiyordu. Bir yaz mevsiminde bahçenin sâhibi, Hacı Abdullah Efendi olmak üzere şehrin ileri gelenlerini dâvet etti. OğlunuAbdullah Efendiyi alması için gönderdi. Bahçeye gelen Abdullah Efendi, bir süre misâfirlerle sohbet ettikten sonra bahçe sâhibine; "Ahmed! Bize bahçeyi gezdir." buyurdu. Ahmed Efendi ile bahçeyi gezerken üzüm bağının olduğu kısma geldikleri sırada, HacıAbdullah Efendi bir müddet durduktan sonra; "Ahmed! Şurayı kaz aradığını bulursun." buyurdu. Ahmed Efendi oraya üç-beş taş koyarak yerini belli etti. Yatsı namazından sonra misâfirler dağılınca, Ahmed Efendi bir fener ışığında işâret edilen yeri kazdı. Yarım metre kazdıktan sonra, berrak ve tertemiz bir su çıktı. Âile efrâdı o gece bayram yaptı.

Hacı Abdullah Efendi, bir ara hac farizasını yerine getirmek için Hicaz'a gitti. Medîne'de Peygamber efendimizin kabr-i şerifinin bulunduğu Hücre-i Saâdetin etrafındaki Şebeke-i Seâdete girmek istedi. Ravza-i Mutehheranın muhâfızlarına; "Burayı açın ben içeri girmek istiyorum." dedi. Muhâfızlardan biri; "Buranın anahtarları bizde yok. Burada bir meşâyih heyeti vardır. Onlar toplanır, karar verir ve ancak onların kararıyla burası açılır. Babam da bu heyetin başkanıdır." dedi. Abdullah Efendi; "Öyleyse babanıza haber verin." buyurdu. Muhâfız gidip durumu babasına söyleyince babası; "Meşâyih heyetinin herbiri bir yerde. Şu anda onları toplamak mümkün değildir." cevâbını verdi. Muhâfız durumu Hacı Abdullah Efendiye bildirince, ellerini kaldırıp; "Essalâtü Vesselâmü aleyke yâ Resûlallah, Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Habîballah." derken kapının kilidi düştü ve kapı açıldı. Şebeke-i Saâdette tam yedi saat ayakta durdu. Bu arada meşâyih heyeti de toplanıp, geldi. Muhâfızlardan durumu öğrenince, Abdullah Efendiye tâzim ve hürmet ettiler.

Hacı Abdullah Efendi talebelerine sık sık şöyle buyururdu:

"Başkalarını himâye edin, kendinizi beğenip kibirli olmayın."

"Kalp uyanıklığı ile ibâdet etmeyen kimse ile Allahü teâlâ arasında mâni vardır."

"Yapılan ibâdetleri muhâfaza edip, âhirete götürmek, ibâdetlerden hâsıl olan amellerin muhâfaza meyvesi olan mânevî zevki kazanmaktan güçtür."

"Helal yemek lâzımdır. Dîn-i İslâma uygun kazanmak lâzımdır. Çünkü din, hakîkat ancak helâl yemekle meydana gelir. Tehlikenin başı haram yemektir. Bir insan haramdan sakınır ise, onun için ibâdet ve tâat kolaylaşır. İbâdetten tad alır."

Hayâtının otuz dört yılını müderrislik ve şeyhlik gibi iki yüce makâmı hakkıyla ihyâ ederek Hak yolunda hizmetle değerlendiren Hacı Abdullah Efendi, 1903 (H.1319) senesinde vefât etti. Çok kalabalık bir cemâatle Seyyid Hârûn-ı Velî Câmiinde kılınan cenâze namazından sonra vasiyeti üzerine Hıdır Mescidi denilen bugünkü türbesinin olduğu yere defnedildi.

ET, HELVA VE PİRİNÇ PİLAVI

Talebelerinden Bergamalı İbrâhim Efendi, ziyâret maksadıyla Seydişehir'e geliyordu. Eskişehir'de bir gece bir arkadaşında misâfir oldu. Hacı Abdullah Efendiyi ziyârete gittiğini söyleyince ev sâhibi; "Ben de seninle ziyâret için gelip, o mübârek zâtın hayır duâsını alayım." dedi. Ertesi gün birlikte yola çıktılar. Abdullah Efendi o gün talebelerinden birine; "Oğlum! Kasaptan et al eve götür. Hacı anneye söyle, eti topluca pişirsin. Helva ile pilav da yapsın. Akşam üzeri misâfirlerimiz gelecek. Onlar gelinceye kadar hazır olsun. Geldiklerinde yemekleri aldırırız." dedi. Talebe bu emri yerine getirdi.

Akşam üzeri iki misâfir geldi. Abdullah Efendi hizmetlerini gören talebesine; "Oğlum! Misâfirlerimiz aç, yemek getir." dedi. Biraz sonra ağızları kapalı yemekler tepsi üstünde önlerine konulunca, Eskişehirli olan hemen yemek tabaklarının kapaklarını açıp, baktı. O anda derhal ayağa kalkıp, Abdullah Efendinin elini öpüp, af diledi ve şöyle dedi: "Yolda hayli acıkmıştım. Şehre yaklaşınca; "Şeyh Efendi olgun bir zât ise, et, bir helva, bir de pirinç pilavı hazırlatır. Bize ikrâm eder." diye kalbimden geçirdim. Aynı yemekleri önümde bulunca çok şaşırdım. Beni bağışlayın."

Hacı Abdullah Efendi de; "Bizde bir şey yok. Her şeyi Allahü teâlâ emreder, kulları yapar. Karnınızı doyurmaya bakın, buyrun âfiyet olsun." dedi.

1) Seydişehir Târihi (Abdurrahmân Ayaz); s.64
2) Konya Velîleri (Dr. Hasan Özönder); s.243
3) Seydişehir Târihi (Mehmed Önder); s.163
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
Sayfa: [1]   Yukarı git
 
Gitmek istediğiniz yer: