AliRizaOzaslan
Aktif Üye
Çevrimdışı
Mesaj Sayısı: 903
|
|
« : 07 Nisan 2009 - 10:47 » |
|
Katre-i Matem'den:
Hafız Çelebi anlatıyordu:
-İstanbul'un her bahçesinde bir lale açar. O, atalarımızın, Tanrı Dağları'ndan sıcak iklimlere göçerken atlarının terkisine koydukları hatıranın ta kendisidir. Mevlânâ Celaleddin'in Mesnevi'sindeki kırmızı neş'esi, bağrındaki simsiyah yanık yarasıyla sanki Türkmen dervişi Yunus Emre'nin bahtsız tebessümüdür.
-Lale bir kimlik, bir ruh şahsiyetidir ki Selçukoğulları ve Osmanoğulları'nın naz ile büyüttükleri taze eda içinde yaşar. Öyle ki Ebülfeth Mehmet Han zamanında Manisa'da serpilip yetişmiş, Kanuni Süleyman Şah asrında İstanbul bahçelerinde süslenip güzelleşmişti.
Yazık ki şimdilerde en renkli elbiselerini Felemenk diyarında kuşanmış bir gelin misali vatanına hasret çekiyor, ağlıyor, belki hıçkırıyor. İçinde siyaha çalan koyu mor bir hüzün saklayan bu çiçek bahçelerde açtığı vakit Felemenk diyarındaki laleler ki onlar bu vatanın evden kaçırılmış kızlarıdır- kimliğini yeniden hatırlayacak.
Ve onlar, taa Sadabat bahçelerindeki mütevazı evlerine dönesiye kadar, her baharda, bu çiçek gibi bir özel çiçeği yetiştirmek için çırpınıp duracağım ben. Tıpkı "Nur-ı adn (Cennet nuru)" adıyla ilk değişik laleyi üreten Ebussuud Efendi gibi, tıpkı sayfa sayfa lale desenlerini boyayıp bir külliyat hazırlayan tabip Mehmed Aşıkî Efendi gibi, tıpkı "Netâyicü'l-Ezhâr (Çiçeklerin Neticeleri)" isimli kitabın yazarı Cerrahpaşa Camii imamı Ahmet Ubeydi oğlu Mehmed Efendi gibi... Ve daha adıyla sanıyla belli iki yüz kadar şükûfeci gibi...
Ve elbette lale Doğuludur, Hıristiyanlık kadar, Musevilik kadar, İslamiyet kadar Doğuludur... Lale utangaçtır, taze bir gelin kadar, iltifat görmüş bir nazenin kadar utangaç... Lale altı yaprağıyla hercayidir, batılar ve kuzeyler kadar, alt veya üstler kadar... Lale sabr u sebatın, ölümden sonra dirilmenin adıdır, ekim mevsiminde ekilip nisan mevsiminde açacak kadar...
Lâlenin serencamı necip Türk milletinin tarihi sayılır; ikisinin de zaman atlasında yaptıkları yolculuklar sanki örtüşmektedir. Türk milleti de tıpkı lâle gibi taşralı olarak nitelendirilmiştir.
Çünkü o kırda, bozkırda yaşar. Ancak bozkırın tahakkümü onun elindedir. Dolayısıyla oranın sultanıdır. Şehre geldiğinde, taşralı olarak nitelendirildiği için kabul görmez ve oradan uzaklaştırılmak istenir. Çünkü şehirde yaşayanlara göre, medeniyetten bihaber olan Türkler buraya yaraşık değillerdir. Tıpkı kırların çiçeği laleleri bahçelerine almayan milletler gibi. Bundan dolayı Avrupalılar Türkleri hep geldiği yere, bozkıra geri göndermek istemişlerdir. Oysa çiçekler içinde lale ne ise milletler içinde Türk odur.
Nasıl ki lâle İslâm'ın remzi olmuşsa, Türkler de İslâm'ı temsil eden bir kimliğe bürünmüştür. Avrupa'da Türk denince İslâm, İslâm denince Türk'ün akla gelmesi işte bundandır.
İskender Pala 07 Nisan 2009, Salı
|