bozkir.net Bozkir Forum Arsivi 28 Mart 2024 - 10:06 *
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz
Duyurular:
Mesaj yazmaya başlamadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.
 
 
Sayfa: 1 [2]   Aşağı git
Gönderen Konu: İman Kahramanı Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri  (Okunma Sayısı 17791 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #15 : 03 Aralık 2009 - 10:15 »

SEKİZİNCİ DEVA: Ey Âhiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar, keffaretü’zzünub olduğu Hadîs-i sahih ile sabittir. Hem Hadîste vardır ki: “Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; îmanlı bir hastanın titremesi de, öyle günahları silker.” Günahlar, hayat-ı ebediyede dâimi hastalıklardır. Bu hayat-ı dünyevîde dahi; kalb, vicdan, ruh için ma’nevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekva etmezsen.. şu muvakkat bir hastalık ile dâimi pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahud Âhireti bilmiyorsan veya ALLAH’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki; milyon def’a sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür. Ondan feryat et. Çünkü, bütün dünyanın mevcûdâtiyle kalbin, ruhun ve nefsin alâkadardır. Mütemadiyen firak ve zeval ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz yaralar açılır. Bâhusus Âhireti bilmediğin için, ölümü idam-ı ebedî tahayyül ettiğinden adeta güya yara bere içinde, dünya kadar hastalıklı bir vücûdun var.

İşte en evvel hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük ma’nevî vücûdun hadsiz hastalıklarına kat’i ilâç ve kat’i şifa verici bir tiryak olan îman ilacını aramak ve itikadını düzeltmek gerektir ki, o ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudretini ve rahmetini tanımaktır. Evet, ALLAH’ı tanımayanın dünya dolusu belâ başında vardır. ALLAH’ı tanıyanın dünyası nurla ve ma’nevî sürurla doludur. Derecesine göre îman kuvvetiyle hisseder. Bu îmandan gelen ma’nevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz’î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.


25. lema-8.Deva
Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #16 : 04 Aralık 2009 - 09:13 »

Risale-i Nur'dan Bir Kıssa Bir Hisse 

 Vesvese ve Evham karanlığında, sünnetler birer lamba vazifesi görür. Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resul-i Ekrem'in (a.s.m.) sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazifesini gördüklerini gördüm. Her bir sünnet veya bir hadd-i şer'î, zulmetli dalâlet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda, insan zerre miskal o sünnetlerden inhiraf ve udûl ederse, şeytanlara mel'ab, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma'rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiye olacaktır. Ve keza, o sünnetleri, sanki semâdan tedellî ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessük eden yükselir, saadetlere nâil olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minareyle semâya çıkmak hamakatinde bulunan Firavun gibi bir firavun olur.

Mesnevi-i Nuriye | Katre | 66 
Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #17 : 07 Aralık 2009 - 08:27 »

Elhasıl: Ey insân! Senin elinde gayet zaîf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz’-i ihtiyârî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet’e eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan Zakkum-u Cehennem’e yetişmesin. Demek, dua ve tevekkül, meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi, meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.


26. Söz ( Kader Risalesi)'den alıntı..


Yukardaki sözü sık sık okuyalım derim ben...
Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #18 : 08 Aralık 2009 - 19:19 »

Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiat istiyor?

Elcevab: Evet o Mün’im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise; üç şeydir. Biri: Zikir. Biri: Şükür. Biri: Fikir’dir. Başta "Bismillah" zikirdir. Âhirde "Elhamdülillah" şükürdür. Ortada, bu kıymettar hârika-i san’at olan nimetler Ehad-i Samed’in mu’cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek fikirdir. Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zahirî mün’imleri medih ve muhabbet edip, Mün’im-i Hakikî’yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir.

Ey nefis! böyle ebleh olmamak istersen; Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle. Vesselâm.

Sözler-1.sözden.
Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #19 : 16 Aralık 2009 - 14:23 »

Risale-i Nur'dan Bir Vecize
 
 Mevt, idam değil; tebdil-i mekândır. Kabir ise, zulümatlı bir kuyu ağzı değil; nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şaşaasıyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir..
 
Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
gizilcagirli
Yeni Başlayan
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 199


fotograftaki.O benim muhammed ali(m)


Site
« Yanıtla #20 : 16 Aralık 2009 - 15:44 »

tesekkurler hasan kardes
Kayıtlı

NAMAZ KILMAYAN KAFIR OLMAZ AMA KAFIRLER NAMAZ KILMAZ....
(CIK ISIN ICINDEN CIKABILIRSEN)
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #21 : 29 Aralık 2009 - 11:05 »

ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Bu fakir Said, Eski Said'den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmarenin gururundan gâyet müdhiş ve mânevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh süreyyadan seraya, kâh seradan süreyyaya kadar bir sukut ve sûud içerisinde çalkanıyorlardı.

İşte o zaman müşahede ettim ki: Sünnet-i Seniyyenin mes'eleleri, hatta küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. Hem o seyahat-ı ruhiyede çok tazyikat altında gâyet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i Seniyyenin o vaziyete temas eden mes'elelerine ittiba ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle tereddüdlerden ve vesveselerden, yâni "Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?" diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum: Tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gâyet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam; yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum. İşte o zamanlarımda İmam-ı Rabbanî'nin hükmünü bilmüşahede tasdik ettim.

Lem'alar- 11. Lem'a
3.Nükte...
Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #22 : 04 Ocak 2010 - 17:20 »

BİRİNCİ NÜKTE : Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:



yâni: “Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.” Evet Sünnet-i Seniyyeye ittiba, mutlaka gâyet kıymetdardır. Husûsan bid’aların istilâsı zamanında sünnet-i Seniyyeye ittiba etmek daha ziyâde kıymetdardır.

Husûsan fesad-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdabına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvâyı ve kuvvetli bir îmanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya Sünnete ittiba etmek, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı hatıra getiriyor. O ihtardan o hatıra, bir Huzur-u İlâhî hatırasına inkılâb eder. Hatta en küçük bir muamelede, hatta yemek, içmek ve yatmak âdabında Sünnet-i Seniyyeyi mürâat ettiği dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevablı bir ibâdet ve şer’î bir hareket oluyor. Çünkü; o âdi hareketiyle Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a ittibaını düşünüyor ve şerîatın bir edebi olduğunu tasavvur eder ve şerîat sâhibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan şâri-i hakîki olan Cenâb-ı Hakk’a kalbi müteveccih olur, bir nevi huzur ve ibâdet kazanır.

İşte bu sırra binâen Sünnet-i Seniyyeye ittibaı kendine âdet eden, âdâtını ibâdete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.

LEM'ALAR - 11.LEM'A
1. NÜKTE...

Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #23 : 08 Ocak 2010 - 12:29 »

BEŞİNCİ İŞARET: Cenab-ı Hak, Kütüb-ü Semaviyede beşere karşı şu Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehşetli mücazatı göstermekle beraber çok irşad, îkaz, ihtar, tehdid ve teşvik ettiği halde; ehl-i îman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken hizb-üş-şeytanın mükâfatsız çirkin zaîf desiselerine karşı mağlûb olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. Acaba îman varken, Cenab-ı Hakk'ın o kadar şiddetli tehdidatına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl îman gitmiyor? اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا sırriyle Şeytanın gâyet zaîf desiselerine kapılıp Allah'a isyan ediyor. Hatta benim arkadaşlarımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibatı varken, kalbsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyakârane iltifatına kapıldı, onun lehinde benim aleyhimde bir vaziyete geldi. Fesübhanallah dedim, insanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsız bir insan idi, diye o bîçareyi gıybet ettim, günaha girdim. Sonra sabık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile lillahilhamd, hem Kur'an-ı Hakîm'in azim tergîbat ve teşvikatı tam yerinde olduğunu, hem ehl-i îmanın desâis-i şeytaniyeye kapılmaları, îmansızlıktan ve îmanın zaifliğinden olmadığını, hem günah-ı kebâiri

(Orjinal Sayfa:68)

işleyen küfre girmediğini, hem Mu'tezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi "Günah-ı kebâiri irtikâb eden kâfir, olur veya îman ve küfür ortasında kalır." diye hükümlerinde hata ettiklerini, hem benim o bîçare arkadaşım da yüz ders-i hakikatı bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım. Cenab-ı Hakk'a şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünki: Sabıkan dediğimiz gibi, şeytan cüz'î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gadabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler.

İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakk'ın "Gafûr", "Rahîm" gibi iki ismi, tecelli-i azamla ehl-i imânâ teveccüh ediyor. Ve Kur'an-ı Hakîm'de Peygamberlere en mühim ihsanı, mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları, istiğfar etmeye davet ediyor. بِسْمِاللّهِالرّحْمنِالرّحِيمِ kelime-i kudsiyesini her Sûre başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiyle, kâinatı ihâta eden Rahmet-i vâsiasını melce ve tahassüngâh gösteriyor ve فَاسْتَعِذْ emriyle "Euzü billahi mineşşeytanirracim" kelimesini siper yapıyor.

Lem'alar  13. Lem'a
BEŞİNCİ İŞARET...
« Son Düzenleme: 08 Ocak 2010 - 12:35 Gönderen: hasandursun » Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #24 : 12 Ocak 2010 - 11:34 »

İKİNCİ MERAKLI SUAL: Bu iki ay zarfında heyecanlı bir vaziyet-i siyasiye karşısında bana, hem alâkadar olduğum çok kardeşlerime kavî bir ihtimal ile ferah verecek bir teşebbüs etmek lâzımken, o vaziyete hiç ehemmiyet vermiyerek bilâkis beni tazyik eden ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fikirde bulundum. Bazı zatlar hayret içinde hayrette kaldılar. Dediler ki: "Sana işkence eden bu mübtedi' ve kısmen münafık baştaki insanların takib ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki ilişmiyorsun?" Verdiğim cevapın muhtasarı şudur ki: Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve îmanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, îmanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuziyle hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılâb eder. Hem nur, hem topuz.. İkisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor. Amma maddî cihadın muktezası ise; o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!..

16. Lem'adan....
Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #25 : 25 Ocak 2010 - 11:15 »

İKİNCİ HİKMET: Kadın ve erkek ortasında gâyet esaslı ve şiddetli münâsebet, muhabbet ve alâka; yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir.

Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır. Mâdem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celbetmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Mâdem mü’min olan kocası, sırr-ı îmana binâen onun ile alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvanî ve güzellik vaktine mahsus muvakkat bir muhabbet değil; belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi muktezâ-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır. Fakat pek çok kaybeder.

Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yâni birbirine münâsib olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyânet noktasındadır. Ne mutlu o kocaya ki; kadınının diyânetine bakıp taklid eder, refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki; kocasının diyânetine bakıp “ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

Veyl o erkeğe ki; sâliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer. Ne bedbahttır o kadın ki; müttaki kocasını taklid etmez, o mübârek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki; birbirinin fıskını ve sefahetini taklid ediyorlar. Birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar!..

24. Lem'a Tesettür Risalesi  İKİNCİ HİKMET...
Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
hasandursun
Kıdemli Üye
****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3031


BOZKIRLI OLMAK AYRICALIKTIR.


« Yanıtla #26 : 29 Ocak 2010 - 08:32 »

mektubat 11. mektub



بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

(Bu mektub, mühim bir ilâç olup, dört âyetin hazinesinden dört küçük cevherine işaret eder.)

Aziz kardeşim!

Şu dört muhtelif mes'eleyi muhtelif vakitlerde Kur'an-ı Hakîm nefsime ders vermiş. Arzu eden kardeşlerim dahi bundan bir ders veya bir hisse almaları için yazdım. Mebhas itibariyle başka başka dört âyet-i kerimenin hazine-i hakaikından birer küçük cevher nümune olarak gösterilmiştir. O dört mebhastan herbir mebhasın ayrı bir sureti, ayrı bir faidesi var.

Birinci Mebhas: اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا Ey sû'-i vesveseden me'yus nefsim! Tedai-yi hayalât, tahattur-u faraziyat, bir nevi irtisam-ı gayr-ı ihtiyarîdir. İrtisam ise, eğer hayırdan ve nuraniyetten olsa, hakikatın hükmü bir derece suretine ve misaline geçer. Güneşin ziyası ve harareti, âyinedeki misaline geçtiği gibi... Eğer şerden ve kesiften olsa, aslın hükmü ve hassası, suretine geçmez ve timsaline sirayet etmez. Meselâ necis ve murdar bir şey'in âyinedeki sureti ne necistir, ne murdardır. Ve yılanın timsali, ısırmaz.

İşte şu sırra binaen, tasavvur-u küfür, küfür değil; tahayyül-ü şetm, şetm değil. Hususan ihtiyarsız olsa ve farazî bir tahattur olsa, bütün bütün zararsızdır. Hem ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaatin mezhebinde bir şey'in şer'an çirkinliği, pisliği; nehy-i İlahî sebebiyledir. Mâdem ki ihtiyarsız ve rızasız bir tahattur-u

(Orjinal Sayfa:40)

farazîdir, bir tedai-yi hayalîdir; nehiy ona taalluk etmez. O dahi ne kadar çirkin ve pis bir şey'in sureti dahi olsa, çirkin ve pis olmaz.

İkinci Mes'ele: Barla Yaylası, Tepelice'de çam, katran, karakavağın bir meyvesi olup, Sözler Mecmuası'na yazıldığı için buraya yazılmamıştır.

Üçüncü Mes'ele: Şu iki mes'ele, Yirmibeşinci Söz'ün i'caz-ı Kur'ana karşı medeniyetin aczini gösteren misallerinden bir kısmıdır. Kur'ana muhalif olan hukuk-u medeniyetin ne kadar haksız olduğunu isbat eden binler misallerinden iki misal:

فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ اْلاُنْثَيَيْنِ olan hükm-ü Kur'anî, mahz-ı adalet olduğu gibi, ayn-ı merhamettir. Evet adalettir. Çünki ekseriyet-i mutlaka itibariyle bir erkek, bir kadın alır, nafakasını taahhüd eder. Bir kadın ise, bir kocaya gider, nafakasını ona yükler; irsiyetteki noksanını telafi eder. Hem merhamettir, çünki o zaîfe kız, pederinden şefkate ve kardeşinden merhamete çok muhtaçtır. Hükm-ü Kur'ana göre o kız, pederinden endişesiz bir şefkat görür. Pederi ona, "Benim servetimin yarısını, ellerin ve yabanilerin ellerine geçmesine sebeb olacak zararlı bir çocuk" nazarıyla endişe edip bakmaz. O şefkate, endişe ve hiddet karışmaz. Hem kardeşinden rekabetsiz, hasedsiz bir merhamet ve himayet görür. Kardeşi ona, "hanedanımızın yarısını bozacak ve malımızın mühim bir kısmını ellerin eline verecek bir rakib" nazarıyla bakmaz; o merhamete ve himayete bir kin, bir iğbirar katmaz. Şu halde o fıtraten nazik, nazenin ve hilkaten zaîfe ve nahife kız, sureten az bir şey kaybeder; fakat ona bedel akaribin şefkatinden, merhametinden, tükenmez bir servet kazanır. Yoksa rahmet-i Hak'tan ziyade ona merhamet edeceğiz diye hakkından fazla ona hak vermek, ona merhamet değil, şedid bir zulümdür. Belki zaman-ı cahiliyette gayret-i vahşiyaneye binaen kızlarını sağ olarak defnetmek gibi gaddarane bir zulmü andıracak şu zamanın hırs-ı vahşiyanesi, merhametsiz bir şenaate yol açmak ihtimali vardır. Bunun gibi bütün ahkâm-ı Kur'aniye, وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَاَلمِينَ fermanını tasdik ediyorlar.

Dördüncü Mes'ele: َفِلاُمِّهِالسُّدُسُ İşte mimsiz medeniyet, nasıl kız hakkında, hakkından fazla hak verdiğinden böyle bir haksızlığa sebeb oluyor.. öyle de: Valide hakkında hakkını kes

(Orjinal Sayfa:41)

mekle daha dehşetli haksızlık ediyor. Evet rahmet-i Rabbaniyenin en hürmetli, en halâvetli, en latif ve en şirin bir cilvesi olan şefkat-i valide, hakaik-i kâinat içinde en muhterem, en mükerrem bir hakikattır. Ve valide, en kerim, en rahîm öyle fedakâr bir dosttur ki; o şefkat saikasıyla bir valide, bütün dünyasını ve hayatını ve rahatını, veledi için feda eder. Hattâ valideliğin en basit ve en edna derecesinde olan korkak tavuk, o şefkatin küçücük bir lem'asıyla yavrusunu müdafaa için ite atılır, arslana saldırır.

İşte böyle muhterem ve muazzez bir hakikatı taşıyan bir valideyi, veledinin malından mahrum etmek, o muhterem hakikata karşı ne kadar dehşetli bir haksızlık, ne derece vahşetli bir hürmetsizlik, ne mertebe cinayetli bir hakaret ve arş-ı rahmeti titreten bir küfran-ı nimet ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin gayet parlak ve nafi' bir tiryakına bir zehir katmak olduğunu, insaniyet-perverlik iddia eden insan canavarları anlamazlarsa, elbette hakikî insanlar anlar. Kur'an-ı Hakîm'in َفِلاُمِّهِ السُّدُسُ hükmünü, ayn-ı hak ve mahz-ı adalet olduğunu bilirler.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Said Nursî

Kayıtlı

O'na yar olmuşum O'nun kuluyum
Mazimin yarına giden yoluyum
Hem çağdaşım hem Anadolu'yum
Ne sağda ne de solda gör beni

Ozan Uğur IŞILAK
gurbet
Ziyaretçi
« Yanıtla #27 : 06 Şubat 2010 - 00:22 »

Ya Rab kusurumuzu affet bizi kendine kul kabul et emaneti kabz
etmek zamanina kadar bizi emanette emin kil.Amin...

1 - Ey Nefsim! Yetmişüç sene yüzde doksan adamdan ziyade zevklerden
hisseni almışsın. Daha hakkın kalmadı.

2 - Sen, ani ve fani zevklerin bekasını arıyorsun; onun için onun
izniiyle ağlamağa başlıyorsun. Kör hissiyatınla bu yanlışının tam tokadını
yersin.Bir dakika gülmeye bedel on saat ağlıyorsun.

3 - Senin başına gelen zulümler ve musibetlerin altında kaderin adaleti
var.
İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulüm ediyorlar. Fakat, kader
senin gizli hatalarına binaen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem
hatana keffaret ediyor.

4 - Hem yüzer tecrübenle, ey sabırsız nefsim! Kat"i kanaatın gelmiş ki;
zahiri musibetler altında ve neticesinde, inayet-i İlahiyyenin çok tatlı
neticeleri var.
(asaentekrehu eşyaen vehüve hayrullekum) Çok kat-i bir hakikatı ders
veriyor. O dersi daima hatıra getir.Hem feleğin çarkını çeviren kanun-u
İlahi, SENİN HATIRIN İÇİN o pek geniş kanun-u kaderi değiştirilmez.

5 - (men amenebil kader emineminel keder) Kudsi düsturunu kendine
rehber et!
Hevesli akılsız çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinde
koşma! Düşün ki; fani zevkler, sana manevi elemler, teessüfler bırakıyor.
Sıkıntılar, elemler ise; bilakis manevi lezzetler ve uhrevi sevaplar
veriyor. Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yalnız şükür için
arayabilirsin. Zaten lezzetler şükür için verilmiştir

Ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlukat üstünde bir mevki
kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkaf etsen, aciz mahlukata zelil bir abd
olursun.

Her kim kendisini Allah'a malederse, bütün eşya onun lehinde olur. Ve
kim Allah'a mal olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur. Allah'a mal
olmak ise, bütün eşyayı terk ve her şeyin Ondan olduğunu ve Ona rücu
edeceğini bilmekle olur.

Allah'a hakiki abd olan, başkalarına abd olamaz.
Madem her yer misafirhanedir. Eğer misafirhane sahibinin rahmeti yar
ise, herkes yardır, her yer yarar. Eğer yar değilse, her yer kalbe bardır
ve herkes düşmandır.


Nefis

Ey nefsim! Deme 'zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya
dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle şarhoştur.' Çünkü ölüm
değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşeri, fakr-ı
insani değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sürat peyda
ediyor.

Şeytanın mühim bir sinsi planı, insana kusurunu itiraf ettirmektir, ta ki
bağışlanma ve Allah'a sığınma yolunu kapasın. Hem nefsi insaniyetinin
enaniyetini tahrik edip, ta ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin,
adeta kusur ve günahlarından takdis etsin..

Nefsini suçlayan kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, bağışlanma diler.
Bağışlanma dileyen Allah'a sığınır. Allah'a sığınan şeytanın şerrinden
kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve
kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse affa müstehak olur.

SAİD NURSİ HZ'DEN...
Kayıtlı
Sayfa: 1 [2]   Yukarı git
 
Gitmek istediğiniz yer: