Gurbette nasıl giderilir ezana duyulan hasret? Neler kaybetmedik ki gurbette onsuz geçen yıllarımızda. Günde beş kere bize Allah’ı, Resulullah’ı (sas) hatırlatan, bizi kulluğa çağıran ve ruhumuzu okşayan o lâhutî sesten mahrum geçen yıllarımızda neler kaybetmedik ki…
şimdiye dek çok şeyler söylendi gurbet üzerine. Ezansız ülkelerde yaşamaktır, gurbetin bir diğer adı. Sadece doğduktan sonra kulağına okunan ezanla yetinen nesiller yetişiyor bu gurbet ellerde. Ne Allah’a çağıran bir ses duyulur orada, ne Resulullah’ı (sas) hatırlatan bir nağme, ne de mânevî boşluklarla kıvrananan nesillere kurtuluş ufku gösteren hoş bir sadâ. Ezansız memleketlerde boğuşur nesiller binbir içtimaî problemle, zîrâ ezan gibi diriltici bir esintiden yoksundur onlar.
Evet, ezan bir nefhadır, bir çağrıdır Sonsuz’dan gelen ve Sonsuz’a götüren.. bir vatandır üzerinde yaşanılası; bir şifredir; hayata sırlı ufuklar açan ve bir uyarıcıdır zamanın kıymetini her dâim haber veren… Kulaklarımızı okşayan ne güzel, ne hoş nağmedir o. Bu duygulardır ki, gurbettekileri istanbul’a çeker hep. Tarihin en canlı şâhitleri minarelerden yükselen ezan sesleri sarar ruhumuzu. Sabah ezanıyla birlikte yeni doğmuş gibi rahatlar, güne inşirah içinde anlatılmaz duygularla uyanırız. Sultan Ahmet, Süleymaniye, Fatih, Eyüp Sultan, çamlıca camiilerinin minarelerinden kopup birbirine karışan lâhutî ezan seslerini ifadeye kelimeler yetmez. Sonra da yıllardır yaşadığımız gurbette duygularımızın ne denli dumura uğradığını düşünüp kaderin hükmüne boyun eğerken sessizce, hissederiz gurbeti içimizde derince… Zîrâ bu mabedlerin sihirli dünyasında;
“Gök nûra gark olur nice yüz bin minâreden,
şehbâl açınca ruh-ı revân-ı Muhammed (s.a.v.)î;
Ervâh cümleten görür‚ Allahü Ekber’i,
Akseyleyince arşa lisân-ı Muhammed (s.a.v.)î.”
(Yahya Kemal)
hakikatinden ve bütün gönüllere dalga dalga ibadet duygusunun, şefaat beklentisinin ve rahmet esintisinin yayılmasından mahrum kalmışızdır.
öyle ki, ruhumuzu dirilten mühim bir dinamik ezan olmadığı için yabancılaşmışız; kulaklarımız ise, pas tutmuş hâldedir. Binbir eracif dolmuştur yüreğimize. Ezan ne büyük nimetmiş ki, bedeli de o kadar ağır oluyor demek. Bu yüzden olsa gerek, istiklâl Marşı’nda;
“Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli!”
diye ezandan bahsedilmiştir.
şair, “Biz kısık sesleriz.. minareleri/Sen ezansız bırakma Allahım!” derken, çok önemli şeyler hissetmiş olmalı. Ezansız semtler, ezansız ülkeler, ezana hasret memleketler var.
Gurbette ne minarelerden yükselen ezanla açarsın orucunu, ne ezan coşkusuyla tutarsın bayram namazlarının yolunu, ne de acaba kim bu fâni dünyadan göçmüş diye bir selâ sesi duyarsın. Belki de bu yüzdendir, gurbette bayramların ve Ramazanların sönük geçmesi, insana bir şeylerin eksikmiş gibi gelmesi...
En kötüsü de ezansız hayata alışmak, artık onu hissedememek, duyarsızlaşmak... Namazlarda bile, hemen kametleyip namaza durmak ne acı! Doyasıya ezanı duyamamak, onu evlerimize misafir edememek ne talihsizlik! Sadece çocuklarımız doğunca değil, evlerimizin duvarlarında her zaman inlemeliydi ezanlarımız, yuvamızın her köşesine sinmeliydi o ruh. Evet, minarelerden bize ulaşmayan o coşkun, diriltici nağme, hava zerreleriyle her yuvadan dışarıya akmalıydı. Sinmeliydi mânevîyatsızlıktan nefes yolları tıkalı toplumun ruhuna. Ama nasıl, bir bilebilsek.
Büyük çiledir ezansız beldelerde yaşamak. Ezanın söylediklerini biz yüreğimizle, ihlâsla, samimiyetle, gerçek Mesihî bir ruhla, davranışlarımıza yansıtarak temsil edebildiğimiz gün, minarelerden arşa yükselen sesler, kalbden kalbe giden yollarda ayrı bir mânâ buuduna ulaşacak, mânevî boşluklar doldurulacak.
Gurbetin garip çocukları bizler, ilâhî Mesajları gerektiği şekilde gönüllerimizde duyar ve ruhumuzda temsil keyfiyetini tutturabilirsek eğer, minareler gibi dimdik, dosdoğru insanlar olarak vazifemizi bihakkın yerine getirmiş oluruz. Varsın o zaman kulaklarımız minarelerin o hoş nağmesini duymasın!