bozkir.net Bozkir Forum Arsivi 03 Mayıs 2025 - 07:33 *
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz
Duyurular:
Mesaj yazmaya başlamadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.
 
 
Sayfa: [1]   Aşağı git
Gönderen Konu: Günün yazısı  (Okunma Sayısı 5917 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« : 07 Kasım 2008 - 00:28 »


                              Engin Ard?ç taşı gediğine koydu


Engin Ard?ç,tornacının oğlunun Çankaya Kö?kü'ne çıkmasını hazmedemeyip, Kenyalı keçi çobanının oğlunun Beyaz Saray'a girmesini coşkuyla kutlayanları yazdı.

Pirezidan Hüseyin

Abdullah başkan olunca kıyameti koparanlar, Hüseyin başkan olunca pek sevindiler.

Oysa Abdullah Müslüman, Hüseyin Hıristiyan.

Kayserili tornacının oğlunun Çankaya Kö?kü'ne çıkmasını hazmedemeyenler, Kenyalı keçi çobanının oğlunun Beyaz Saray'a girmesini coşkuyla kutluyorlar.

Çünkü "değişim" isterlermiş... Obama kazanınca, rüya gerçek olmuş (Martin Luther King'in rüyas?...)

Genelkurmay başkanının ya da Anayasa Mahkemesi reisinin, yani "yüksek bürokrasinin" neredeyse "otomatik" olarak cumhurbaşkanlığına seçilmesinin tarihe karışmasını, değişim saymıyorlar. Bizimki, "alt tarafı d??işleri bakanlış? ve ba?bakanlık yapmış" olduğu için, kesmiyor.

Demokrat Parti, Kongre'de de çoğunluşu elde etti, hem Temsilciler Meclisi'nde, hem Senato'da... Bizim Demokrat Parti'nin TBMM'de çoğunluşu elde etmesini elli sekiz yıldır "karış devrimin başlang?c?" olarak yorumluyorlar.

Obama, meclisiyle uyum içinde, "rahat" çalışacak. Bizde uyum ayıp. Bizde AKP'nin büyük bir çoğunluk kazanmış olması ve cumhurbaşkanının da "iktidar partisi kökenli" bulunması en büyük günah sayılıyor!

"Ba?? bağlı yerli First Lady" kanlarını donduruyor... Oysa, ocak ayının yirmisinde Beyaz Saray'a geçip oturacak olan şişman, koca memeli, koca popolu ve zenci hanım, onlara çok sevimli geliyor!

Bayan Michelle Obama, anas?, babası ve a?abeyiyle Chicago'da tek odalı bir evde büyümüş, üçü aynı odada cümbür cemaat... Büyük bir başarı kazanıp yüz otuz iki odalı Beyaz Saray'ın kap?sını açtı.

Bayan Michelle, Princeton ve Harvard'da hukuk okumu?.

Hayrünnisa Hanım, Çemberlitaş Kız Lisesi mezunu. "Türbanl?" olduğu için üniversiteye sokulmadı, okuyamadı.

Birinciyi pek sevdiler, ikincisinden nefret ediyorlar bizim ilericiler...

Fakat unuttukları bir şey var.

Başkan Obama, Columbia Üniversitesi Uluslararası İli?kiler ve de Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu.

Yani, hiç de öyle "pamuk tarlalarından kopup gelmiş" falan değil.

Ayrıca ezik güneyli falan değil, mis gibi Yankee... Zaten, kuzeylilerin "kalesi" sayılan Illinois eyaletinin senatörü...

Demek istediğim, Türk tatlı su ilericileri fazla sevinmesinler.

Hele hele "Amerika sosyalist oldu" falan gibi, güdük
gazetecilerimizin dangalak yorumlarına hiç kapılmasınlar.

Obama dönemi, "Amerikan emperyalizminin ?ekere bulanıp yutturuldu?u" bir dönem olacaktır. O kadar.

Eskisi sert keseliyordu, bu yumu?ak sabunlayacaktır.

Hamam aynı, su aynı, sabun aynı, tas aynıdır. Tellak de?i?miştir.

Onlar, iktidara Denzel Washington'un ya da Morgan Freeman'ın geldiğini sanıyorlar, Hollywood etkisinde...

Hadi şimdi hazırlansınlar bakalım, çikolata renkli sevgili başkanlarının döneminde, Kürt devletini tanımaya, K?br?s'tan çekilmeye ve de "sözde" Ermeni soyk?rımını kabul etmeye!

ENG?N ARDIÇ-SABAH


06.Kasım.2008 12:25:02
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #1 : 10 Kasım 2008 - 22:37 »



Ölünce şehit anas?; kışlaya gelince yasak!

9 Kasım 2008 : 12:27
Yemin törenine alınmayan başörtülü annelerin, o evlatları şehit olduğunda farklı davranan Genelkurmay'ın mesajı: Türkiye'nin utanç duvar?...
 
 
 
Erhan BA?YURT yazısı

Tel örgüler neyi ayırıyor?

Tel örgülerin arkasında, başları örtülü genç kadınlar... ?çeride yemin töreni yapan acemi erleri izliyorlar.

Tel örgüler, iki ülkeyi birbirinden ayıran sınır çizgisi değil.

Tel örgüler, suçluları çevreleyen cezaevi ise hiç değil.

Tel örgüler, haremlik-selamlık duvarı da değil...

Tel örgüler, vatanı için canını vermeye hazır delikanlıları, onları k?nalı kuzu gibi yetiştirip askere gönderen annelerinden, kız kardeşlerinden ayıran çitler.

Tel örgüler, Türkiye'de inanç hürriyetinin sınırları.

Tel örgüler, çocukları şehit olunca komutanların ellerini öptü?ü anaları, biricik evlatlarından ayıran utanç duvarları...

Manisa 1. Piyade Er eğitim Tugay Komutanlığı önünde çekilen fotoğrafı ilk gördüğümde inanamadım.

?nanmak istemedim.

Cihan Haber Ajans?'nın abonelerine servis ettiği görüntü, inanılmayacak kadar gerçekti.

Genelkurmay, böyle bir ayrımc?lık iddiasını en sert şekilde yalanlar diye bekledim.

Önceki gün böyle bir açıklama gelmedi.

İki gazete dün fotoğrafı yayınladı.

Genelkurmay, satış? bir milyona dayanan Zaman'? tekzip eder sandım.

Yine yanıldım.

Fotoğraf, şüpheye mahal bırakmayacak şekilde doğruydu.

Yalanlama yapılmayacak ya da bu skandala imza atanlar soru?turulmayacak kadar da önemsiz görülmüştü.

Fotoğraf? daha da acı yapan, 40 ya?ın üstündeki ba?? kapalı kadın akrabaların içeri alınıp, altındakilerin alınmamas?...

Demek ki, Türkiye'de sadece üniversite mezunu olana kadar değil, "k?rk? çıktıktan 40 yaşına kadar" kadınlar başlarını örtmemeli.

Öyle ya, bir kadın ancak menopoza girdikten sonra, yaptıkları mazur görülebilir!

40 yaşından sonra, dünyadan elini eteğini çekebilir!

Tabii, rejimi "iğnelemeden", sadece "tavşan" tipi başını başlamak kaydıyla kamusal alan askeri kışlalara girebilir.

Tek istisnas?, acı...

Hem de ölümcül acı. ?ayet biricik yavruları, hain bir saldırının kurbanı olursa, o zaman ya? sınırı da kalkıyor.

Ac?lı eşler, acılı anneler, acılı kardeşler, üstelik "onur konu?u" olarak, hatta elleri öpülerek, başlarını nasıl başladıkları önem arz etmeden kamusal alan kışlalara alınıyorlar.

Yani acıda bir, ne?ede ayrıyız...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'a sesleniyorum.

Türkiye, bu utanc? hak etmiyor.

İnsanımız, bu ayrımı hak etmiyor.

Peygamber Ocağı ile "Cennetin ayakları altında" olduğu anaları ayıran bu uygulamaya son verin.

Mehmet'i "Mehmetçik" olurken a?latmayın...

Halk?, askerlikten so?utan bu uygulamaya "dur" deyin.

"kızları da alın askere" diyen Erkin Koray gibi sesleniyorum;

"Ne olur komutanlar, başörtülü kızları da alın askere".

?nanın hem laiklik hem Cumhuriyet daha da güçlenecek.

Yok, eğer bu yakışıksız uygulamayı sürdürecekseniz, annesini kışlaya almayacağınız çocukları bari askere de almayın.

Sorun kökten çözülmüş olur...

Öteki Mustafa ile tanışmaya hazır mısınız?

BUGÜN'den yine merakla okunacak ve çok tart?lacak bir dizi... Mustafa Kemal'in saklı kalmış hayatı...

Gazeteci Timuçin Mert'in kaleme aldığı araştırma yarın yayınlanmaya bağlıyor.

İlk kez duyacağınız çok ilgi çekici konular var...

Atatürk, "hain" olarak yaftalanan Sultan Vahdettin'e sürgünde maa? başlattı mış

Vahdettin'in ölüm haberini aldığında aşladı mış

Dergahları kapatan Atatürk, Mevlana Müzesi'ni neden açtı?

Kurtuluş Savaşı sırasında kendine sürekli destek veren "mehdi" kimdi?...

O'na kim "15 yıl padi?ah olacaksınız" dedi? O ne yaptı?

Atatürk, dublörünün idamına izin verdi mi?

Eminim, "Mustafa'nın öteki yüzü" ile tanı?acaksınız...

Sa?l?cakla kalın...

Bugün
 
 
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #2 : 07 Şubat 2009 - 11:15 »



Kahvenin faturası Davos'ta ödenmiş!
Başbakan Erdoğan'ın Davos çıkışının Arap coğrafyasına etkisini ölçmek için gözlem yapacağınız en isabetli ülke kuşkusuz Suudi Arabistan...

Çölün ortasında kurulan modern ve güzel şehir Riyad'ın her tarafı rengarenk Türk bayraklarıyla bezenmiş. Sokaklarda karşılaştığımız insanlardan bazıları işi daha ileri bir noktaya götürüp, "Erdoğan hangi İslam ülkesinden adaylığını koysa kazanır." şeklinde duygularını dile getiriyor. Türkiye'ye yönelik bu sıcak yaklaşım sadece düşünceden ibaret değil. "İsrailli turistler Türkiye'ye gitmekten vazgeçti" söylentisinin çıkması üzerine internet ortamında ilginç bir kampanya başlatılmış; Arap dünyasına "Tatil için Türkiye'ye..." mesajı veriliyor. Birçok yerde "Türk malı kullan" ilanları asılmış. Bu algının büyük iktisadî işbirliklerine dönüşmesi kaçınılmaz. Nitekim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün programlarına Suudi işadamları inanılmaz ilgi gösterdi. Suudi Arabistan, Türk şirketlerinin büyük çapta ceplerinin ilk defa yüksek miktarda paralar gördüğü ve belli bir sermaye birikimine gidebildiği bir pazar. Özal sonrasında devam edemeyen bu ivmeli süreç, Abdullah Gül ile birlikte büyük bir tempoda başlamış oldu.

Siz de benim yerimde olsanız, hemen Davos'un ardından Arap coğrafyasına gitseniz Başbakan Erdoğan'ın Davos'taki "kral çıplak" uyarısının etkilerini ölçmek isterdiniz. Böyle bir gözlemin yapılacağı en isabetli ülke ise kuşkusuz Suudi Arabistan. ABD ile olan ilişkileri, Hamas'a ve dolayısıyla İran'a yönelik mesafesi, söylentilere göre Mısır'la ortak bir hat üzerinde duruyor görüntüsü, İslam dünyasındaki etkisi, tarihten gelen Osmanlı-Türkiye karşıtı bir söylemin etkili olduğu bir ülke olması gibi birçok nedenle Davos sonrasının uzun vadeli sonuçlarını ölçmek için Suudiler önemli.

'Arap olmayanlar karışmasın' çaresizliği

Filistinli çocuklar öldürülürken 'ölü ozanlar derneğini' oynayan Arap Birliği'nin, 'sahibinin sesi' manasına gelen önceki günkü 'Arap olmayan unsurlar olaya karışmasın' şeklindeki açıklamasını lütfen 'zavallı bir çaresizlik' olarak değerlendirin ve bu yüzden boş verin. Gül, zaten basın toplantısında Irak ve Afganistan gibi bu meselenin de Türkiye'yi birinci dereceden etkileyen, dolayısıyla ilgilendiren meseleler olduğunu söyleyerek buna gerekli cevabı verdi. S.Arabistan'da gördüklerim bana bundan böyle siyaset bilimi literatürüne "Davos duruşu" diye bir kavramın girdiğini gösteriyor. Unutmayın, Başbakan'ın "Davos duruşu" esasen neo-concu Bush hükümetine canlı yayında sergilediği onurlu duruşla daha yıllar önce başlamıştı.

Şimdi ise bana göre Davos'ta iki büyük olay oldu. Birincisi, kontrolden çıkan İsrail'e birisi acı gerçeği hatırlattı. O da şu; dünyada yükselen antisemitizmin esas kaynağı bizatihi İsrail'in yaptıkları. Artık kendilerine gelmeli ve girmekte oldukları bu yalnızlık girdabından çıkmalılar. İkinci olarak da bir İngiliz eseri olan "Arabistanlı Lawrens" ile başlayan ve Arap dünyasında ciddi bir Osmanlı karşıtlığına dönen, Cumhuriyet dönemindeki yanlı ve haksız tutum ve davranışlarımız nedeniyle de iyice perçinlenen Türkiye karşıtı algılama Davos'ta bitmiştir. Türkiye, büyük bir güç olarak Ortadoğu'ya ve İslam dünyasına dönüş yapmıştır. Bu dönüş Batı blokunun içindeki sağlam duruşunu devam ettirerek ve İsrail'i de dışlamayan bir nitelikte olduğundan son derece önemlidir. Uzun vadede iyi yönetilmesi durumunda bu gelişme Türkiye'nin çıkarlarına olduğu kadar dünya ve bölge barışına da hizmet edecektir.

'Herkes tatil için Türkiye'ye' kampanyası

Kısa vadeli olumlu sonuçları ise zaten gelmeye başladı. Çölün ortasında kurulan modern ve güzel şehir Riyad'ın her tarafı rengarenk Türk bayraklarıyla bezenmiş. Heyetteki gazeteci dostlarımızla kahve içmek için girdiğimiz Starbucks Cafe'de yanımıza yaklaşan bir kişi, "Bu kahvelerin faturası Davos'ta ödendi." dedi ve bize fatura ödetmedi. Sokaklarda karşılaştığımız insanlardan bazıları işi daha ileri bir noktaya götürüp, "Erdoğan hangi İslam ülkesinden adaylığını koysa kazanır." şeklinde düşüncelerini de dile getiriyor. Türkiye'ye yönelik bu sıcak yaklaşım sadece düşünceden ibaret değil. "İsrailli turistler Türkiye'ye gitmekten vazgeçti" söylentisinin çıkması nedeniyle şu anda internet ortamında Arap dünyasında "Herkes tatil için Türkiye'ye" kampanyası başlatılmış durumda. Birçok yerde "Türk malı kullan" ilanları asılıyor. Bu algının büyük iktisadî işbirliklerine dönüşmesi kaçınılmaz.

Nitekim Gül'ün programlarına Suudi işadamları inanılmaz ilgi gösterdi. Suudi Arabistan, Türk şirketlerinin büyük çapta ceplerinin ilk defa yüksek miktarda paralar gördüğü ve belli bir sermaye birikimine gidebildiği bir pazar. Özal sonrasında devam edemeyen bu ivmeli süreç, Abdullah Gül ile birlikte büyük bir tempoda başlamış oldu.

İnşaatçıların yeni rotası

İslam dünyasında birçok sektörde ana yüklenici firma durumunda olanlar Amerikalı ve Avrupalılar. Bize de onların uygun gördüğü kadarıyla "taşeronluk" kalıyordu. Yani esas parayı onlar kaldırırken genel olarak bize de işin "amelelik" kısmını veriyorlardı. İşte bu son gezi ve gelişmelerden sonra Türklerin inşaat alanına ilaveten sanayi, savunma sanayii, bilişim ve ulaştırma gibi katma değeri yüksek diğer birçok sektörde doğrudan yüklenici konumunda devreye girmesinin de yolu açılmış oldu. Malum buralar, tercihlerin hâlâ "bir işaretle" yapıldığı yerler. O işareti ben açıkça kaptım.

Rusya'da krizde önleri kapanan inşaatçılarımız, yüzünü acilen buralara çevirmeli. Türkler buralara inşaat, ulaşım, demiryolu, yazılım, e-devlet uygulamaları, savunma sanayii gibi alanlarda gelebilir. Arap sermayesi ise Türkiye'ye turizm, enerji, tarım, gayrimenkul ve sağlık sektörlerinde somut projeler aracılığıyla davet edilebilir.

Arabistan'ın, Türkiye'yi gelecek dönem için önemli bir tarımsal ortak ilan ettiğini ifade edelim. İnşallah yakında güzel haberlerin geleceği tarihi Hicaz Demiryolu'nun tekrar ikame edilmesiyle Türkiye'nin bu alternatif piyasalarla olan ticaret hacmi mevcut büyük ivmesini çok daha ötelere taşıyacaktır.

İBRAHİM ÖZTÜRK / RİYAD - ZAMAN
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #3 : 10 Şubat 2009 - 12:02 »



                      28 Şubat'a ilişkin şok itiraf !


Kalkancı olayını Sisi ve Oğuztan birlikte organize etti...


Ergenekon'un tutuklu sanığı Ümit Oğuztan'ın eski sevgilisi Alkan, "28 Şubat'ta Ali Kalkancı- Fadime Şahin olayını Sisi ile birlikte organize etti. Şahin'in yerine benden kadın istediler" dedi...

Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanan ve 28 Şubat sürecinde Fadime Şahin ve Ali Kalkancı olayını tezgahladığını itiraf eden gazeteci Ümit Oğuztan'ın 16 yıl önce bir klipte rol aldığı ortaya çıktı. Klipte Oğuztan, sorgu odasında elbiseleri yırtık vaziyette ifade verirken, elleri kelepçeli bir şekilde rol alıyor. Klibinde rol alan eski sevgilisi Serpil Alkan ise "5 yıl evimde zorla yaşadı" dedi.

“Oynadığı rolü yaşıyor”

Oğuztan'ın kendi klibinde yer aldığını sonradan öğrendiğini belirten Alkan, "Klibi kendi oluşturmuş. Ben çektikten sonra, kendisini montajlattırmış. Klipte kalemleri kelepçelettirerek, beyin ve kendi kitaplarının resmini koyarak, düşünce özgürlüğünün olmadığını iddia etmiş. Harçlığını bile ben verdim. Allah'ın sopası yok ki. Klipte oynadığını 15 sene sonra yaşıyor" diye konuştu.

28 Şubat Postmodern darbesinde Fadime Şahin ve Ali Kalkancı olayını Oğuztan'ın Sisi lakaplı Seyhan Soylu ile organize ettiğini anlatan Alkan, "Sisi ile Oğuztan bana figürasyondan bir kadın ayarla demişti, fakat ben ayarlamamıştım. Sonra Fadime Şahin ismindeki kadını bulmuşlar. Daha sonra telefonla birbirlerini tebrik ediyorlardı. Şahin bu olaydan sonra tanınmamak için estetik olmuş. Yüzünü değiştirmiş. Acıyorum o kadına" dedi.

“Şantaj yaptılar”

Oğuztan'ın Sisi ile ortaklaşa bazı yerlere gizli kamera koyarak yüksek mevkilerdeki memurlara ve bakanlara şantaj yaptığını iddia eden Alkan, Oğuztan ile Sisi'nin bunları hep telefonda görüştüğünü ileri sürdü.

2 bin yıl hüküm giydi

28 Şubat sürecinin psikolojik havasının oluşturulmasında önemli görevler üstlenen Oğuztan, kamuoyunda 2 bin yıl hüküm giymiş bir porno yazarı olarak da biliniyor. Oğuztan, 28 Şubat sürecinde ünlü travesti Sisi ile birlikte Ali Kalkancı dosyasını hazırlayıp Emine Kalkancı'yı televizyona çıkmaya ikna eden ekibin içinde yer aldı. Sisi ile birlikte çıkardığı 28 Şubat'ın ünlü "Strateji'' isimli derginin genel yayın yönetmenliğini yaptı.

TBMM Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu'na başvurarak, ifade veren Oğuztan, Mumcu'nun yanı sıra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ve JİTEM Komutanı emekli Binbaşı Ahmet Cem Ersever'in devlet sırrının ortaya çıkmaması için öldürüldüklerini iddia etti.

Müstehcen kitaplar yazdı

Oğuztan, 1990 yılından itibaren yazdığı müstehcen kitapları ile de tanınıyor. Oğuztan, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Şube eski Müdürü Adil Serdar Saçan gibi isimlerle 'Haber Objektif' isimli dergide çalıştı. Oğuztan son olarak İstanbul Chanhell TV'nin Haber Daire Başkanlığı görevini yürüttü.Bugün


10.Şubat.2009 00:19:12 samanyolu
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #4 : 20 Şubat 2009 - 10:13 »



                                        Ölmeden önce gerçeği itiraf etmiş


Bergama'daki altın madenine karşı eylemleriyle gündeme gelen Bayram Kuzu ölmeden önce çocuklarını 'Böyle eylemlere katılmayın. Başkalarına kanmayın’diye uyarmış

Kanaltürk'te yayınlanan Neşter programı sözde çevrecilerin bir maskesini daha düşürdü. Önceki yıllarda yaşama veda eden 'Hopdediks' lakaplı Bayram Kuzu'nun oğlu Necati Kuzu programda babasınının kandırıldığını itiraf ettiğini ve ölmeden önce kendilerini ‘Bu tür eylemlere katılmayın’ diye uyardığını söyledi. Necati Kuzu, babasının yörede sözü geçen birisi olduğu için çevreciler tarafından kandırılıp eylemlerde en öne sürüldüğünü söyledi. Kuzu, babalarının sadece iyi niyetinin kurbanı olduğunu anlattı.

Kimse aramadı

Yıllarca sözde çevreciler tarafından ‘ağaçlarınız kuruyacak hayvanlarınız ölecek’ diye kandırıldıklarını ifade eden Necati Kuzu programda şunları söyledi. "Sözde çevreciler, babama hep bu toprakların kuruyup gideceğini söyledi. Yediklerinize içtiklerinize dikkat edin ediler. Ama bunun bugün yalan olduğunu gördük. Açıkçası madenin zararından çok yararını gördük.” Yazın sıcağından kışın soğuğuna kadar her zeminde yapılan eylemlerin değişmeyen figürü olan Hopdediks Bayram Çavuş'un öldükten sonra sözde çevreciler tarafından hiç aranmadığı da ortaya çıktı.

Yuvamızı yaptılar

Necati Kuzu “Evimiz yanmıştı. Faciadan kılpayı kurtulduk. Tüm mal varlığımız yok olmuştu. Bir ahıra sığınıp orada yaşamak zorunda kaldık. Babamın peşinden koşan çevrecilerin hiçbiri bizi aramadı. Ne yiyorsunuz diye sormadı. Koza Maden İşletmeciliği bizim evimizi yaptırdı. Babamın mezarını yaptırdı. Babamın eylemlere katılmayın sözünü tutacağız” dedi.

Yasadışı eylemlerden utanırdı

Hopdediks lakaplı Bayram Kuzu'nun karısı ve çocukları Neşter programında şunları söyledi: "Son günlerinde yaptığı eylemlerden pişman olduğunu söylüyordu. Yasadışı olduğu için utandığını ifade ediyordu. Bizler artık madenin açık kalması için eyleme hazırız” dedi.

Bana iş ve aş verdiler

Bayram Kuzu’nun oğlu Necati Kuzu çevrecilerin kendisine hiç iş vermediğini söyledi. Kuzu “Şimdi Koza Altın’da çalışıyorum. Çoluk çocuk ekmek yiyoruz” dedi.

BUGÜN


20.Şubat.2009 08:33:36
 
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #5 : 11 Mart 2009 - 17:02 »





Taraf Gazetesi ekonomi yazarı Süleyman Yaşar, Başbakan Erdoğan'a kurulan IMF tuzağını deşifre etti. İşte Yaşar'ın Başbakan'ı uyardığı o yazı:
 
 
Süleyman Yaşar, Başbakan Erdoğan'a kurulan IMF tuzağını deşifre etti.

Devlet kimi kurtarmalı

Dünyanın her yerinde benzer şeyler yaşanıyor. Mali krizi nedeniyle zor duruma düşen şirketlerin sahipleri önce hisselerini kendi devletlerine satmak için büyük uğraş veriyorlar. Hisselerini devlete satamayacaklarını anladıkları takdirde de bu defa devletten kendilerini kurtarmaları için para alep ediyorlar.

Rusya Devlet Başkanı Dmitry Medvedev’in iktisat başyardımcısı Arkady Dvorkovich, The Wall Street Journal gazetesine önceki gün bu konuda konuştu. Rus devletinin tutumunu, “Aşırı borçlanarak dünya krizinde zor duruma düşen işadamlarını devlet artık kurtarmayacak” diye açıkladı. Dvorkovich, “devletten yardım isteyen işadamları, altı ay önce kolay kazandıkları paraları bugünleri düşünmeden savurganca harcadılar, onları kurtararak tekrar aynı savurganlığı yaşamak istemiyoruz” dedi.

Rusya Devlet Başkanı Medvedev ve Başbakan Viladimir Putin de bugünleri düşünmeden hesapsızca borçlanan işadamlarının kurtarılmasına karşı çıkıyorlar. İşadamlarının yaşanan ekonomik krizde diğer vatandaşlardan farklı olmadıklarını söylüyorlar. Kurtarma operasyonlarının vatandaşların hepsini kapsayarak yapılmasının doğru olduğunu savunuyorlar. Anlayacağınız Medvedev ve Putin 1990’lı yılların başında yapılan özelleştirmelerle birdenbire Rusya’nın en zenginleri olan ‘oligarkların’ kurtarılmasına karşılar.

Türkiye’ye gelince... Bizde de Rus oligarklarının yaptığı gibi bugünleri düşünmeden aşırı borçlanan ve şimdi zora giren işadamları var ve bizimkiler devletten yardım talep ediyorlar.

IMF ile hemen anlaşma yapılarak alınacak borç paranın kendilerine verilmesini istiyorlar. Bu nedenle ekonomide açıklanan olumsuz verileri abartarak kamuoyuna sunuyorlar. Sanayi üretimindeki düşüşü sanki sırf Türkiye’de sanayi üretimi düşmüş gibi gösteriyorlar. Kapasite kullanım oranındaki gerilemeyi sadece Türkiye’de kapasite kullanım oranı gerilemiş gibi ilan ediyorlar. Böyle yaparak Türkiye’yi yaşanan dünya mali ve ekonomik krizinin adeta merkezi gibi gösteriyorlar.

Oysa sanayi üretimi 2008’in aralık ayında Japonya’da yüzde 30,8, İspanya’da yüzde 23,6, Macaristan’da yüzde 23,3 oranında, 2009 yılının ocak ayında ise Güney Kore’de yüzde 25,6, Singapur’da yüzde 29,1, Tayvan’da yüzde 43,1, Tayland’da yüzde 21,3 oranında geriledi.

Türkiye ekonomisini olduğundan daha kötü göstererek devlet yardımı almaya çalışan işadamlarının niyetlerinin ne olduğunu artık anlamak lazım. Rusya’nın kurduğu ‘anti-kriz timi’ Türkiye’de de kurulabilir.

Bu anti-kriz timi devlet yardımı yapılacak ve devletçe kurtarılacak ana sektörleri belirler. Eğer IMF’den kredi alınırsa bu kaynaklar bir takvim ve plan çerçevesinde vatandaşın lehine olacak şekilde kullanılır.

Aksi takdirde, sorumsuzca borçlananlar her zaman olduğu gibi bu krizde de hesapsızlıklarını vatandaşa ödetecekler ve bu krizden daha kârlı çıkacaklar. Krizin tüm bedelini vatandaşın ödemesine izin vermemeliyiz. Rusya’nın yaptığını biz de yapabilmeliyiz.

TARAF


Moral Haber
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
mehmetsayin
Süper Aktif Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1298



« Yanıtla #6 : 13 Nisan 2009 - 10:01 »

                       
                       
                                  ERGENEKON VE İRTİCA


Rahmetli Ayhan Songar hocamızın bir hatırası vardı. Kendi öğrencilik yıllarında okuduğu gazete haberini ve şaşkınlığını anlatmıştı. 1940’lı yıllarda bir eşek suç aleti olarak alıkonulmuş. Suçu şu imiş; kaçak Kur’an-ı Kerim’lerle Suriye’den Türkiye‘ye sokulmaya çalışılması�

Yani Kur’an’ın basılması yasak, içeri sokulması yasak ama yazılı bir bir yasak yok. Erkek gibi çıkıp kutsal kitabı yasaklayamayan statüko o günün ergenekonunu kullanarak yasağı ikiyüzlüce devam ettirmiş.

Tek partili tarihlerde ve 28 Şubat 1997 uygulamalarında jandarma camilere postalla girerek, gözdağı vererek, korku imparatorluğunu devam ettirerek statükoyu koruyordu.

İrtica teriminin ilk telaffuz edildiği tarih 100 yıl önce idi. 31 Mart 1909 trajedisi, din kaynaklı olmayan ‘ahrar’ yani bu günkü tabirle liberallerin heyecana getirdiği kalabalıkların organize olmayan kalkışması vardı. Ayaklanmayı o günün ergenekonu olan Jöntürkler ustaca dini görünüme sokmuşlardı. Halen de ders kitaplarında bu resmi yalan devam ediyor.

İlginçtir 1912’de Selimiye Camisine postalla giren Bulgar’larla, irtica avcısı JİTEM’ciler aynı yöntemi kullanıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde Bediüzzaman Hazretlerinin Kastamonu hayatı ile ilgili bir sergi düzenlendi. Sergiye gitmem mümkün olmadı ama serginin kitabını incelediğimde irtica yaygarası ile o tarihlerde dehşetli bir psikolojik savaşa maruz kalındığını görüyoruz.

Kara ve gri propaganda tekniklerinin tümünün uygulandığını görebilirsiniz.

1930 ve 1940’lı yıllara ait gazete başlıkları: “İrtica hazırlayan bir şebeke bulundu... Said-i Kürdi peygamberlik iddia ediyormuş... Onlarla konuşanlar idam edilecek... Bir mürteci ifade verirken öldü... İrtica şebekesinde yeni suçlular...”

Uzun yargılamaların sonucunda beraat ve serbest bırakılma. Ama akıllarda ve gazete manşetlerinde kalanlar ‘irtica suçu kavramı’

Doktor Şevket Gözaçan Göz Hastalıkları mütehassısı Diploma No: 2771. Bir talebesini muayene ettiği, bu sebeple  Bediüzzaman’ın yazdığı teşekkür mektubu evinde bulunduğu için Eskişehir’de hapse atılıyor.

Antalya Çil Müftüsü Ahmet Hamdi Okur Bediüzzaman’a selam gönderdiği için üç ay Eskişehir hapsinde yatıyor.

Haşir Risalesi isimli ölüm sonrası yaşamla ilgili ve akıl yürütme yöntemleri kullanılan kitabı bir gün valiliğe bir talebesi götürüyor. Kitap Ankara’ya gönderiliyor. Bediüzzaman her gezintiye çıktığında çevresine halk toplanıyor ve hükümet bundan rahatsız oluyor.

Olay ‘Bediüzzaman ile talebeleri harekete geçti vilayeti bastılar’ şeklinde propaganda ediliyor. Arama ve tevkifatlar başlıyor. 120 kişi tutuklanıyor, kamyonlarla Afyon’a götürülecekler denilerek yola çıkarılıyorlar. Aynı tarihte İsmet İnönü de şark vilayetlerine seyahatte bir isyan olmaması için çıkıyor.

Eskişehir hapishanesine götürülmek üzere yola çıktıktan sonra meydana gelen olayı kitaptan okuyalım: “Verilen talimata göre mola verilen ıssız bir yerde tutuklular firara teşebbüs etmiş olacak, Ankara’dan gelen askeri birlikte onların işini oracıkta bitirecek, böylelikle memleket irtica tehikesinden bütünüyle temizlenecekti...”

6 Mayıs 1935 tarihli gazete küpürleri geçtiğimiz haftada Cağaloğlu Rüstem Paşa Medresesi’nde gerçekleşen sergide gösteriliyor. Gazete kupürlerine göre İçişleri Bakanı ve Jandarma Genel Komutanının olay için Isparta’ya geliyorlar.

Bu esnada İçişleri Bakanı Şükrü Kaya gazetelere beyanat vererek “Anlaşılıyor ki Bediüzzaman otuz senelik bir mürteci olup, irşad edecek vatandaş aramaktadır. Şimdiye kadar elde edilen malumata göre hadise mahdut ehemmiyetli bir zabıta vakasından ibarettir. Ve halk arasında hiçbir tesiri olmamıştır”

Yolculuk esnasında Bediüzzaman ve talebelerinin durumunu yakından gören Müfreze Komutanı Binbaşı Ruhi Bey anlayışlı davranıyor... Kalbi yumuşuyor ve yargısız infazı yapmıyor.

Böylece Bakan Şükrü Kaya’nın ‘Mahdut ehemmiyetli bir zabıta vakası..’ olarak verdiği beyanat havada kalmış oluyor.

Binbaşı Ruhi Bey’in akıbeti ise ordudan tard edilmek oluyor. Askeri arşivlerde kayıtları inceleyerek doğrulamak mümkündür. Tarafsız tarihçilerden ayrıntılı bilgileri öğrenebiliriz.

Ölüm kuyuları, kurşuna dizilmeler, araç taramaları gibi yargısız infazlar demek ki çok eski imiş.

İstiklal Mahkemeleri’nin ve o günlerin olaylarının tarafsız, hak duygusu ile hareket eden tarihçiler tarafından aydınlatılmasının kendimizle yüzleşip hesaplaşıp ortaçağ karanlıklarından kurtulmamızı sağlayacağını bilmemiz gerekir.

Yoksa toplum içinde bu travma çözülmemiş olarak yaşar ve sosyal barışımızı bozmaya devam eder. O günleri inceleyecek savcılar bekleyemeyiz ama tarihçileri beklemek de hakkımız.

Hiç olmazsa Genelkurmay Başkanımızın çıkıp “Geçmişte çok hatalar yapıldı... Toplum ve devlet barışmadı, artık darbe ve gizlililik dönemi bitti. Daha açık ve şeffaf olmalıyız ve olacağız’ dese. Travma çözülür iç barış sağlanmış olur. İnşaallah o günleri de göreceğiz. Böylece 100 yıllık zulüm bitmiş olur.

Nevzat TARHAN / Haber 7
ntarhan@gmail.com
Kayıtlı

Dostlukların kurulması zor Kalplerin kırılması kolay
M. Sayın

Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür. Dale Carnegie

İnsanların renkleri ayrı olsada göz yaşları aynıdır
Sayfa: [1]   Yukarı git
 
Gitmek istediğiniz yer: