bozkir.net Bozkir Forum Arsivi 14 Eylül 2024 - 16:42 *
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz
Duyurular:
Mesaj yazmaya başlamadan önce Forum Kurallarını Okuyunuz.
 
 
Sayfa: [1]   Aşağı git
Gönderen Konu: Pazar Kahvesi  (Okunma Sayısı 5065 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
AliRizaOzaslan
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 903


« : 09 Kasım 2008 - 10:19 »


Yazar gezer


Takvim okurları "gezi yazılarımdan" pek memnun belli ki. Gelen maillerde bu memnuniyeti pek ala anlayabiliyorum.
"İstanbul'da kenar semtlerde bile dolaşsan komik komik detaylar bulup çıkarıyordun hoş oluyor" diyorlar mesela. "Yazına bayıldım, bi telefon aç bak sana ne söyleyeceğim" gibi arzular da var, k?rmayıp arıyorum birkaçını.
En çarp?c? olanında gelişmeler mealen aşağıdaki gibi:
- Alooo
- Ah tanıd?m sesinizden siz
savaş Bey'siniz...
- !!!!!!!!
- Yani sesinizden dediğim, öyle k?sık konuşuyorsunuz ya sessizliğinizden tanıd?m demek istedim.
- F?s?ldayı? demeyi tercih ediyorum ben...
- Evet evet biliyorum hatta röportajlarınızın da adı o. F?s?ldamalar...
- Doğrusu F?s?ldayı?lar olacak efendim...
- Her neyse, güzel oluyordu. Devam edecek di mi onlar...
- Bakalım, hayırlısı neyse
- Çok sevindim aradığınıza...
- sağolun. "Bir şey söyleyeceğim, mühimdir" demişsiniz.
- Evet söyleyeceğim...
- Dinliyorum...
- Ölümü öp devam et...
- Efendim?
- Bu tarz yazılara devam edin, sakın bırakmayın diyorum.


B?Z?M ORAYA

- Bu muydu mühim şeyı
- Buydu. Be?enemediniz mi?
- Estaşfurullah efendim. Hani yani mühim deyince bir haber filan ileteceksiniz sandıydım.
- Onu da yaparız gerekirse savaş Bey. Siz mesela gidin Topkap?'yı da gezin. Merter'i, Bahçelievler'i, Esenler, Ba?c?lar filan oraları da hep gezin ve yazın.
- Ama bu köşe sadece 'İstanbul'u gezelim görelim' köşesi değil ki...
- Amaaan. Her gazetede bin tane yazar var nasıl olsa. Di?er şeyleri onlar şey ederler...
- şimdi arkadaşlarımıza haksızlık etmeyelim de kararınca yazmaya çalışırım...
- savaş Bey veya siz ne yapın biliyor musunuzı
- Ne yapayımı
- Bizim tarafa gelin...
- Ne taraf sizin tarafı
- Sultanahmet tarafı...
- Arada bir oraya da geliyorum.
- Ne görüyorsunuz burada?
- Ne bileyim canım işteş Adliye vaaar, köfteci vaaar, camiler vaaar, Ayasofya ve medeniyetler müzeleri var...
- ?nin inin...
- H?
- Az daha aşağılara inin...
- ?niyorum zaten. Cankurtaran'a, Küçükayasofya'ya, Kadırga, nişanca falan taraflarına da s?kça u?ruyorum...
- Rahmetli Erol Ta?'ın kahvesi tarafına da gelin.
- Oradan canlı yayın bile yaptım 2 kere...
- şimdi kültür merkezi gibi oldu.
- Açılışında bulunmuştum. Sonraları da u?radım kaç defa...



KARAGÖZ'ÜN EV?

- Tren köprüsünün altından geçmeden o havalide yürüyün ?a??racaksınız...
- Niye ki...
- O eski evler vardı ya hani...
- Evet...
- Hani y?k?k dökük olduğu için Karagöz'ün evi denen türden evlerdi...
- Biliyorum...
- Onları bir güzel restore ettiler. Boyad?lar, kocaman kocaman oteller açıldı. Hem de butik oteller.
- Onları da biliyorum...
- Dede Efendi'nin evini de müze yaptılar, içerde saz eserleri çalıyor...
- Seyrettim pek be?endim...
- Eski gazeteci Servet Kabakl?'nın Türkmen Sofrası var.
- Türkistan A?evi demek istiyorsunuz herhalde...
- Yaa öyle miydi tam adı?
- Bir tane adı var o da dediğim gibi. Evet bayılırım oranın mant?sına...
- Nargile kahvelerimiz de çok ho?tur...
- Oralarda da muhabbetim bol.
- savaş Bey...
- Efendim...
- Siz benimle dalga mı geçiyorsunuzı
- !!!!!!!!
- Amiyane olacak ama kafa buluyorsunuz herhaldeş
- Ne haddime efendim ne dedim ki?
- Nereyi sorsam biliyorsunuz, gelmişsiniz, oturup, gezmi?siniz...
- ?yi de durum böyle ne yapayım ki?
- şart mı böyle demek?
- Sordunuz ben de söylüyorum...
- Hiç de umdu?um gibi çıkmadınız...
- !!!!!!!!
- Ekranda sizi gören...
- Eeeş
- Mütevaz?, sakin, olgun bir zat zanneder...
- Rica ederim hanımefendi ben ne dedim ki şimdi sizeş
- Teessüf ederim savaş Bey. İnsan bi "Yaaa öyle mi?", "Vay vay vaaay neler varmış da haberimiz yokmu?" filan gibisinden konu?ur moral verir insana...
- Ben şimdi moralinizi mi bozdum yani?
- Hem de nasıl. Kusura bakmayın ama çok ukala bir huyunuz varmış. Oturduğunuz yerden yazı yazınca böyle oluyorsunuz demek. Ç?kın biraz dolaş?n, semtleri, insanları, nasıl yaşadıklarını, sıkıntılarını, sevinçlerini filan görüp yazın...
- Ama ben zaten yani hani
- Çaaaat!.. Düüüüt... 


savaş ay takvim gazetesi 9 kasım 2008 pazar
 
Kayıtlı

Hamdım             Piştim            Yandım
AliRizaOzaslan
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 903


« Yanıtla #1 : 21 Aralık 2008 - 09:55 »

 Ynt:Göz görünce
« Yanıtla #4 : Bugün 10:02:37 » Alıntı Değiştir Sil 

--------------------------------------------------------------------------------
Küllendi dünya


'Sensizliği, seni kaybedince anladım' vardır ya işte sigaranın, içmediğim halde bana ne yaptığını, kapalı alanlarda içilmesinin yasaklanmasından sonra anladım.

Çocukluğumda "Aaa amcanın ağzında mangal yanıyo anneeee!" diyerek yorumladığım sigara, hayatlara kastetmekte. Sanılanın aksine dertleri hafifletmeyip, insanı kanser etmekte.

En birincil hakkımız olan nefes almanın, herhangi kötü bir kokuyla bile sekteye uğratılması yeterince rahatsız edici iken, bir de bu kokunun dumanlı, dumanın zehirli haliyse hepten can sıkıcıBinlerce sigara tüttürücüsüyle paylaştığımız bu dünyaya böyle bir yazı yazmak kalem istiyor ama göze alıyorum.
Aflarına sığınarak söyleyeceklerim var.

Soluksuz benizli yıllarıma ithaftır, bu Ciğerimde yaredir. Bir rivayete göre Allaha secde etmeyen tek varlıkmış tütün. Allah da demiş ki; "Dünyada seni kullarım yaksın, burada da ben yakacağım...''

Bu yetişkin emziği, pipo aracılığıyla tütün sorulduğu zamanlardan birinde, bir Fransız, bir Alman, bir de Karadenizliya pardon karıştı, baştan başlıyorum; Bu yetişkin emziği, pipo aracılığıyla tütün sorulduğu zamanlardan birinde, bir Fransız askerinin pipo bulamayıp tütünü kağıda sararak içmek zorunda kalmasıyla keşfedilmiş.( Bkz. Fransız İhmali )

İslam dünyasına sonradan gelmiş. Bazı Müslümanlarca mekruh kabul edilirken, bazılarınca da dumanıyla kul hakkına girilmesine sebep olduğuna inanılıp haram olarak yorumlanmıştır.
Hıristiyan alemince de insanın boyun eğdiği her şeyin, onu köle ettiği düşünüldüğünden dışlanmıştır.

Sivri dilli ama saygın şairimiz Neyzen Tevfik'in tüm tiryakiliğine rağmen yazdığı, paragraflarıma bedel dörtlüğü öz tadında, okuyun;

"Kahvei ruhu siyakımdır, için anı şifa versin bedene.
 Allah rahmet eylemesin sigarayı icat edene.
 Sigaraya murdar demeyin, içenler ar eder,
 Atmayın sigarayı necasete, necaseti murdar eder."

Varalım biraz da pasif içicilerden bahsedelim.

Aktive olmuş durumdalar. Agresif içici sayılmaktalar. Hem de cin gibiler... Yasaklardan kuvvet aldılar cırım cırımlar...
Bir cafeye oturduk tost yedik arkadaşım Elvira'yla Sever sigarayı. Beni de alıştırmaya çalışıyor yıllardır. Birde nerden buluyorsa garip garip sigaralar bulup çıkarıyor. Ballı, muzlu, karanfilli, orkideli, hamburgerli, çikolatalı falan. "Şimdi tostun üstüne çikolatalı bi sigara yakılmaz mı?'' dedi. Hadi gıcıklık yapmayayım eşlik edeyim dedim. Şık da bir şeydi Allah için. Yaktım... İçime çekmeden dudaklarıma kıstırdım. Duruyorum öylece.

Birden iki kadın silueti belirdi sigaramın dumanları arasında. İçime çekmeyince baca gibi tüttüğümden direk hedef olmuşum haberim yok. İşittiğim azarı duysanız efkarınızdan sigara yakardınız. Son sigaram oydu işte benim. İlk ve son sigaram. İçin için kızdım ben de onlara ama içim halinde basıldığımdan; "Ben kullanmıyorum ki bu mereti!'' diyemedim.

İlk sigara içişimde, bu iki -agresif aktif- pasif içicinin hışmına uğradığımda, asıl pasif içicinin, bunca yıl nefes darlığı çekmeme rağmen sesini çıkartmayan bendenizin olduğunu anladım.

Son olarak bir şey rica edeceğim içmeyenlerden.

Sigaranın üreme sistemini bozduğu kanıtlandı. Bu durumda muhtemelen nesli tükenecek olan tiryakilere iyi davranılması gerekmektedir.
Gelip geçici yakıp içiciler onlar.
Delip geçici kelimeler bunlar. İdare edin.
Pasif kalın. Haydi hoşça kalın.
 
21 kasım 2008 Saklambaç Pınar Karaman
 
 
Kayıtlı

Hamdım             Piştim            Yandım
AliRizaOzaslan
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 903


« Yanıtla #2 : 28 Aralık 2008 - 10:24 »

İYİ AVUKAT ADAMI İPTEN ALIR!..

KARAR İDAM..

Yer İngiltere.
 
Birkaç yüzyıl öncesi.

Adamın biri cinayetten içeri atılır. Bir avukat bulunur adama.
İlk görüşmelerinde avukat "Merak etme seni kurtaracağım" der.
Adam da avukata güvenir ve mahkemeye çıkar.
Karar ise idamdır!..
Adam doğal olarak avukatına kızar, köpürür. "Hani beni kurtaracaktın?" der.
Avukat da "Sen merak etme. Bu daha bir şey değil. Temyiz var. Seni kurtaracağım" yanıtını verir.
Dava temyize (karar düzeltmeye) gider.
Ama, mahkemenin verdiği idam kararı bozulmaz, tersine onaylanır!
Adam yine avukatına döner ve sorar:
"Hani temyizde beni kurtaracaktın?"
Avukat gayet sakin biçimde, "Dur daha, bu karar Avam Kamarası'nda oylanacak. Seni kurtaracağım" der.

MECLİS DE ONAYLAR..
Dava Avam Kamarası'na (Meclis'e) gider, ama orada da idam onaylanır!..
Daha sonra Lordlar Kamarası ve Kraliçe de idamı onaylar, adam kurtulamaz.
Kraliçenin onaylaması ile darağacı kurulur, adamı sandalyeye çıkarır, boynuna ipi geçirirler.
Bu sırada avukatı ile göz göze gelen adamın öfkesi bakışlarına yansımıştır. Avukat ise hâlâ son derece sakindir.
Gözleriyle işaret ederek, merak etmemesini, onu kurtaracağını anlatmaya çalışır.
Adamın ise artık umudu kalmamıştır.
Cellat gelir, adamın altındaki sandalyeyi iter ve talihsiz adam boynuna geçirilen ipte sallanmaya başlar.

AVUKAT KOŞMAYA BAŞLAR..
O sırada avukat, kalabalığı yararak darağacına doğru koşmaya başlar. Merakla ne yapacağını anlamaya çalışan celladı bir hamlede geçer, ipi keserek adamı kurtarır. Doğal olarak ortalık karışır, bu kez hem idam mahkûmu hem de avukatı yakalanır.
Avukata bunu neden yaptığı sorulunca yanıtı şöyle olur:

"Bu adam idam mahkûmuydu. Siz de onu idam ettiniz. Adamın ölüp ölmemesi siz ilgilendirmez. Kanunda 'idam edilir'yazıyor. 'İdam edilerek ÖLDÜRÜLÜR' yazmıyor. İdam gerçekleşmiştir!.."

Bu sözler üzerine adamı tekrar idam etmeye cesaret edemeyen yetkililer konuyu Kraliçe'ye iletirler. Kraliçe, zekâsından dolayı avukatı kutlar ve adamı affeder.

Bu olaydan sonra, ilgili kanun maddesi değiştirilerek "İdam edilerek ÖLDÜRÜLÜR" biçiminde yeniden
düzenlenir.

Yazar Hulki Cevizoğlu



Kayıtlı

Hamdım             Piştim            Yandım
hakiki
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 937



« Yanıtla #3 : 28 Aralık 2008 - 11:42 »


[IMG]

***Her kahve aynı tadı taşımaz... Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona gore degişir...

***Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtigin kahvenin tadı kederlidir... Kahve telvesine yüreginin acısı karışır.

***Bir pazar öğle sonrası annenin "hadi bir kahve yap da içelim" dediği kahve huzurludur... Köpükler annenin göz bebeklerine yansır... Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir...

***Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma cabasıdır... Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın ... çıktığın an uyuyakalırsın... ferahlıktır!!!

****Dostlarla içilen kahve neşedir... Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer...

***Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır...Acıdır tadı... Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır...

***Baban için yaptığın kahve sevgi doludur... çay bardağında, az şekerli...Kahve gibi görünmez sana... Ama sıcaktır dumanı tüter ve kokusu büyülüdür...

***Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve baskadır... Isıtır insanın...içini...

***Yorgun olduğunda içtigin kahve hafifletir seni... Kendine getirir, unutturur günün ağırlığını...

***Kahve aynı kahvedir belki... köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir ama icilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tadlari degişir...Her kahve aynı değildir bu yüzden...

Ben de sizleri sevgiyle pişirilen bir kahve içmeye davet ediyorum. akşam, öğle öncesi, sonrası ya da gece kahvesi. ne zaman isterseniz.

Dostlukla yudumlayacağımız bir kahve molası vermeye ne dersiniz???

Sizin kahveniz nasıl olsun Huh?


« Son Düzenleme: 28 Aralık 2008 - 11:44 Gönderen: hakiki » Kayıtlı

Nice  insanlar gördüm, üstünde elbise yok.
Nice elbiseler  gördüm, içinde insan yok.

                             Mevlana
AliRizaOzaslan
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 903


« Yanıtla #4 : 12 Ocak 2009 - 16:30 »

Zeytindağı'nı bin kere okusalar, anlamazlar!

12 Ocak 2009 - 08:38:08

Ben bu satırları yazmaya başladığımda İsrail'in Gazze saldırısında öldürülen Filistinlilerin sayısı 800'ü aşmıştı. Nitekim İsrail silahları ambulansları, hastaneleri, ilkokulları ve Gazze'ye yardım götüren BM konvoyunun şoförünü vurduğu için artık Batı kamuoyu da İsrail'e karşı açık cephe almaya başladı.

Fakat bakıyorum da...
Bizim medyanın bazı yıllanmış kalemleri var ki...
İsrail'in kanlı operasyonunu kınayan iki kelime olsun yazmamak için...
Filistin'i savunur görünmemek için...
Bin dereden su getiriyorlar.

Kim bilir neden?..

Geçen gün böyle bir " duayen " yazarımız da (nezaketten uzak kaçacak ama adı lazım değil, çünkü mesele özünde kişisel değil) köşesinde Başbakan'ın İsrail'e sert çıkışıyla dalgasını geçiyor ve " bak, Arap devletleri seslerini hiç çıkartıyor mu? " diyordu.

Son söz olarak da " O Araplar ki..." diye imalı bir not koyup okurlarına Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı'nı okumalarını ve deyim yerindeyse Cemal Paşa'yı örnek almalarını öneriyordu.

Bir kez daha anladım ki, Atatürk'ün Cumhuriyet'i İttihatçıların elinden kurtarmak için gösterdiği zorlu çaba aslında bizim medyanın duayenlerini hiç etkilememiş!
Onlar lafta Atatürkçü, özde İttihatçı...

O yüzden Zeytindağı'nı falan doğru anlamaları da imkânsız.
Ne okurlarsa okusunlar, halklara karşı içlerindeki nefret, güç ilişkilerine karşı duydukları hayranlık ve tarih "ezberleri" hiç bozulmuyor!

Peki nedir Zeytindağı?
Özetleyeyim.

Falih Rıfkı Atay I. Dünya Savaşı'nda Cemal Paşa'nın emir subayı olarak Suriye ve Kudüs'te bulunmuştu. Adını Kudüs'teki tepeden alan kitabında o günlerde yaşadıklarını hikâyeleştirir Falih Rıfkı.

Bu kitapta "Filistin'i casus yuvasına çeviren ve İngiliz torpidolarıyla haberleşen Yahudiler", Arap milliyetçiliği ateşini yakan Hıristiyanlar ve daha pek çok şey anlatılır. Arapların Osmanlı ordusuna karşı ikircikli yaklaşımına, zaman zaman ihanete varan davranışlarına değinilmez mi?

Değinilir. Bazı yerlerde de Arap eşrafının Cemal Paşa'nın şiddetinden çok çektiği açık açık dile getirilir; Araplara karşı kullanılan yöntemler de pek onaylanmaz.
Bir yerde şöyle der: " Filistin için tehcir, Suriye için tedhiş ve Hicaz için ordu yöntemini kullandık ."

Ama hepsi bir yana, Falih Rıfkı'nın bu kitapta asıl gözümüzün önüne serdiği şey İngiliz ve Alman emperyalizmlerinin tezgâhları arasında sıkışmış kalmış "Türk askeri" ve İttihatçı yönetimin aymazlığıdır.

Beni kitapta fena çarpan bir anekdotu buraya alıp sizinle paylaşmak isterim.

"Bir gün Falkenhein'ın bir küçük subayının Şam'da gözüne kestirdiği binayı keyfinin istediği gibi zaptettiğini haber aldık. Patrikleri, Arap emirlerini, şeyhleri sıra sıra karşısına dizen sonsuz nüfuz sahibi Cemal Paşa, bu küçük subaya dert anlatmakta yenilmez güçlükler içine düşmüştü.

Paşa'nın aşınmaz mermerden sandığımız o kudret ve gururu küçük bir Alman subayının fiskesiyle alçı gibi çatlamıştı .
Bir düşüşün acı yasını ilk defa bu çatlaktan görmüştüm."

Neler neler var Zeytindağı'nda...

Mesela Halide Edib'in Suriye, Lübnan gezisi sırasında neden bazı İttihatçıların elini sıkmadığı konusu...

Mesela Süveyş Kanalı bozgunu...
Okumalı gerçekten de...

Ama ezberleri unutarak!

konhaber
Kayıtlı

Hamdım             Piştim            Yandım
hakiki
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 937



« Yanıtla #5 : 08 Şubat 2009 - 12:16 »

Yağmurlu bir istanbul sabahında pazarınız sıcacık olsun
Kayıtlı

Nice  insanlar gördüm, üstünde elbise yok.
Nice elbiseler  gördüm, içinde insan yok.

                             Mevlana
AliRizaOzaslan
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 903


« Yanıtla #6 : 14 Mart 2009 - 14:08 »

BAŞKAN
 

Bir arkadaşım politikaya heveslenmişti. 1980’li yılların sonunda bir siyasi partiye katılarak çalışmalara başladı. 5-6 yıl kadar çok yoğun emek verdi. İlk yerel seçim döneminde ise İstanbul’da hizmet ettiği ilçeden belediye başkanlığına aday olmak istemişti. Parti Genel merkezinde onu takdir eden yöneticilerden bir uyarı gelmiş: “O ilçede çekişen çok eski ve güçlü adaylar var. Biz seni bu çekişmenin içine sokmayalım, doğduğun ilçeden aday yapalım” demişler. Bu öneri arkadaşıma da cazip gelmiş.

Yıllar önce ayrıldığı ilçesine, genel merkez destekli belediye başkan aday adayı olarak, ilçedeki akrabalarının düzenlediği görkemli bir törenle dönmüş. Aynı ilçede, aynı partiden, uzun süreden beri adaylık hayalleri kuran bir arkadaşı bu tepeden inme adaylık durumuna pek içerlemiş.

 O da adaylık yolundaki çalışmalarını hızlandırmış. Hem genel merkez düzeyinde ilişkiler kurarak, hem de ilçede belden aşağı vurma düzeyine dahi inerek, kıyasıya bir mücadeleye başlamış. Daha önceden söz aldığı için bizim arkadaşın adaylığı genel merkez tarafından onaylanmış. Yapılan seçimleri de o kazanmış. Belediye başkanı seçilince ilk iş olarak kendi partisinden, kendine karşı kuralsız mücadelelere girişen adaya ve kendi partisi dışındaki partilerden aday olan politikacılara karşı mücadeleye başlamış.

 “Onları sandıkta yendim, şimdi de bu ilçeyi onlara dar edip karşımda verdikleri mücadeleye onları pişman edeceğim”

diyerek bir savaş açmış. Mücadeleyle geçen dört yıllık belediye başkanlığı döneminde karşısındaki 5 adaydan 5 misli daha fazla yara almış, prestij kaybetmiş, hırpalanmış, çok üzülmüş.
Bunların arasında yaşanan mücadeleden ilçenin halkı ve akrabaları çok rahatsız olmuş. Çabuk örtbas edilmesine rağmen eski adaylar arasındaki silah çekmelere kadar varan mücadeleler ve bitmeyen dedikodular ilçenin huzurunu çok bozmuş.

Büyük kentte edindiği bilgi, birikim ve deneyimle doğduğu ilçeye hizmet arzusu içinde gelen arkadaşım, hizmetten daha çok kendi kişisel mücadeleleri ve kavgaları ile uğraşmış. İlçedeki huzuru ve dostluğu arttırması gerekirken herkesin birbirini yakından tanıdığı küçük ilçeye attığı kin ve mücadele tohumu ile aileler arasında çekişme ve husumete neden olmuş.

Yakaladığı ilçesine başkanlık yapma şansını sevgi, sevinç ve mutluluk umudu içinde değerlendirmeyi beklerken, mücadele, çekişme ve huzursuzluk içinde sürdürmüş. Partisinin genel merkezine yansıyan bu mücadele ve dedikodular çok genç yaşta onun politik yaşamını bitirmiş. İstanbul’da kurduğu aile ve iş düzenini bozmak pahasına ilçesine belediye başkanlığı yapmak üzere giden arkadaşım, ilçenin önemli birçok insanı ile kavgalı, moralsiz, maddi, manevi zararlara uğramış bir biçimde, bıraktıklarını yeniden kurmak ve sıfırdan başlamak üzere İstanbul’a dönmüş.

Eğer Sayın Başkan, adaylık ve seçim çalışmaları içinde geçen sert mücadeleleri unutup, “Ben bu ilçeye sevgi, sevinç ve huzur getirmeliyim, sevginin yarattığı güçle bir hizmet seferberliği başlatmalıyım, mücadeleyi bırakıp sevgiyi yaşatmalıyım” diye işe girişseydi, dört yıllık başkanlık dönemi ne denli başarılı, huzurlu ve güzel geçerdi. İlçeye bir kavga değil, sevgi mirası bırakmış olurdu. Yaptığı görevden büyük zevk alıp mutluluk duyardı. Çevresi seven insanlarla dolardı. Bir dönem başkanlık sonunda bozguna uğramış gibi İstanbul’a geri döneceğine, ilçesine sevgi yayan belediye başkanları gibi bu seçimlerde belki dördüncü kez yine güçlü ve umutlu bir başkan adayı olabilirdi.

Mücadeleyi bırakıp sevmeye başlamak acılara karşı bir sigorta gibidir. “Kavgada yumruk sayılmaz” denilir. Ne kadar güçlü olursanız olunuz kavgaya başladığınız anda artık yumruğun nereden geleceğini kestiremezsiniz. Üç yumruk siz atarsanız birkaç yumruk da karşıdan geleceğini hesap etmelisiniz. Yediğiniz her yumruk yalnızca gözünüzde yarattığı morartı ile kalmaz. Moralinizden, prestijinizden, etkinliğinizden, saygınlığınızdan, önemli bir parçayı da birlikte götürür.

Birçok insan uğrunda büyük özverilerde bulunduğu, hayaller kurup umutlar bağladığı yerlere ulaşınca, ulaştıkları bu yerleri kaprislerinin ve komplekslerinin tatmini yolunda kullanmaya yelteniyorlar.

Zayıf içgüdülerinin etkisi altında, “Benim kavgam, benim mücadelem” gibi, içinde sevgi değil, yalnızca egoları olan cepheler açıyorlar. Geçmişteki acıları bir yana bırakıp ulaştıkları yerin keyfini ve sevincini sürerek hizmet etmek dururken kendilerini tükenmez çekişmelerin içine atıyorlar. Yumruk için kollarınızı germez, avuçlarınızı sıkmazsanız; ellerinizi cömertçe açar, sevgiyle kucaklarsanız, kollarınıza dünyalar sığar.

Görev yeriniz, yetkileriniz ve rütbeniz yükseldikçe sevgiye olan gereksiniminiz ve sizden sevgi bekleyenlerin sayısı daha çok artar. Sevgiyle yönetmek işleri kolaylaştırır, yolları kısaltır. İşteki huzur ve sevinci artırır. İyi liderler işi iyi yönetmenin yanında sevgiyi üretmenin ve yaymanın sorumluluğunu da taşımalıdırlar.

İnal Aydınoğlu


 
 
Kayıtlı

Hamdım             Piştim            Yandım
hakiki
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 937



« Yanıtla #7 : 07 Haziran 2009 - 10:16 »

Sıcak bir haziran pazar gününüzün serin geçmesi dileğiyle ,herkese iyi pazarlar Grin Grin Hi Hi Hi Hi
Kayıtlı

Nice  insanlar gördüm, üstünde elbise yok.
Nice elbiseler  gördüm, içinde insan yok.

                             Mevlana
Sayfa: [1]   Yukarı git
 
Gitmek istediğiniz yer: